Müziğin büyük ismi Bülent Ortaçgil, sanat hayatındaki 50’nci yılını kutluyor. Yıllar sonra yeni bir albüm kaydeden sanatçıyla, 50 yılın müzikal muhasebesini yaptık, yeni albümü ve Türkiye’yi konuştuk.
Mahmut Çınar[email protected]
DUVAR – Türkiye’nin en kendine has şarkı yazarlarından, müziğin köşe taşlarından Bülent Ortaçgil, müzik kariyerindeki 50’nci yılını kutluyor. 1971’de ilk 45’likle başlayan müzik yolculuğunda, müziği bırakma bedelini dahi ödeyerek yaptığı, yapmak istemediği şeyden vazgeçmeyen Ortaçgil, 71 yaşında hayatının profesyonel olarak en yoğun dönemini geçiriyor. Türkiye’nin hemen her yedinde durmadan dinleyicisi ile buluşan sanatçıyla, Bozburun’dan döndüğü İstanbul’da yeni albümünün son hazırlıklarını yaparken konuştuk.
‘BÜYÜK KONUŞMAM, ‘BEN ŞU İŞİ YAPMAM’ DEMEM’
Müzikte 50 yıl, dile kolay. Müzik yapmak, şarkılar yazmak, albümler yayınlamak, sayısız konser vermek anlamında da sormuyorum salt, bir işi yaparak 50 yıl geçirmek ne demek?
50 yıl ama tam zamanlı, sabah akşam aynı mesaili bir işte geçirilmiş 50 yıldan söz etmiyoruz. Dolayısıyla keyifli, geniş geçirilmiş yıllardan söz ediyoruz, bana hiç 50 yıl gibi gelmiyor mesela. Tabii, bu şarkı yazarlığı dediğimiz şey, tam zamanlı bir iş değil. Sürekli onu düşünmüyorsun mesela, öyle yaşamıyorsun. Kariyerimde 10 yılda yayın yaptığım zamanlar da oldu. 50 yılın ilk 10-15 yılında sahne performansım neredeyse hiç olmadı, yani konser, dinleti yapamadım. Ondan sonraki yıllarda bunun giderek artışına tanık oldum, son yıllarda ise çok fazla konser çalıyorum. Böyle bir eğilim var mesela. Dolayısıyla geçmiş 50 yılı düşününce bir emeklilik hissine kapılmıyorum.
Bunu daha önce konuşmuştuk, evet. Aslında daha “normal” bir müzik kariyerinde, insanlar daha genç yaşlarda işlerini üretip, çok sayıda konser yapıp, turnelere çıkıp belli bir yaştan sonra emekliliğe doğru meylediyorken sizde tam tersi oldu ve aslında hayatınızın en yoğun konser, turne dönemlerini siz 50-60 yaşınızdan sonra yaşadınız.
Bunda beni sevindiren şey, en sonunda çalabiliyor olmak tabii. Gençken, gücüm kuvvetim yerindeyken bu işi yapsaydım herhalde daha keyifli olurdu ama o zaman da bir dolu acemilik yapabilirdim. İkincisi, bu kadar iyi müzisyenlerle çalamayabilirdim. Aslında bakarsan bir punduna geldi, yıllarca damıtıldı, biz de eğittik kendimizi, hayat bizi eğitti, derken iyi müzisyenler bana sempati gösterdi. Bir şey daha var: Dinleyici de bu tarz müziğe doğru evrildi aslında, o da bir şans. Şimdilerde mesela, geçtiğimiz 5-10 yılda bu eğilim giderek azalıyor mesela, başka tarzlara yöneliyor. Çünkü Türkiye başka bir boyuta yöneliyor, dolayısıyla kestirilemez, tahmin edilemez ve tepkinin ne olacağı belli olmayan bir döneme doğru gidiyor, anladın mı? O nedenle belki de bu tarz müziği dinleyen, izleyen insanlar azalacaktır; belki de bu ülkede keyif ile kültür arasındaki, neredeyse eşit olan bölünme bir tarafın avantajına doğru artacaktır. O zaman işler değişir.
Tabii şu da bir şanstır herhalde bir şarkı yazarı için; müziğe bir ara verme lüksünüz de vardı. Yani eğer müzik kariyerinize başladığınız dönemde burada tutunmak zorunda olduğunuzu hissetseydiniz belki de Ortaçgil olmayacaktınız. O kaygıyla, daha çok dinlenme, bununla hayatta kalma çabasıyla…
Tabii ki. Ben o yüzden hiç büyük konuşmuyorum. “Ben bunu yaparım, başka bir şey yapmam” gibi lafları hiç söylemedim mesela. Hayat her şeyi yaptırabilir insana. Bazı durumlarda müziği cebimde, keyfimce yaşayabileceğim ve yönetebileceğim bir koz gibi tuttum. Kimseyi pek dokundurmadım o işe. Bu da bir avantaj oldu, böyle olduğu için de bu müzik belki de dıştan gelen zorlamalara kendini uydurmak zorunda kalmadı. Nasılsa, kendi mecrasında o şekilde yürüdü. Öyle olunca daha orijinal kalabildi mesela. Düşün ki, bir şey yapmak zorundasın ve yaşayabilecek, para kazanabilecek, üretebilecek bir tek şansın var, o da şarkı yazmak; o zaman insan her şeyi yapabilir. Bu nedenle, her şeyi yapan insanlara da kötü bakamıyorum ben.
‘MÜZİĞİN DİLİNİ DAHA İYİ BİLİYOR OLMAYI DİLERDİM’
Siz, kendisiyle konuşmayı seven birisiniz. Bunu birlikte yaptığımız kitabı hazırlarken de anlamıştım, şarkılarınızda da bu durum hissediliyor. Mesela ‘Ayrıntılar’ şarkınız tam böyle bir şarkıdır, bir hesaplaşma gibidir. Kendi hayatına bakabilme, kendisiyle konuşabilme özelliği olan biri olarak soruyorum, bu 50 yıl sizi tatmin etti mi?
Tatmin oldum tabii. Ama insanın istekleri bitmiyor. Müziği, müziğin dilini daha iyi bilmeyi, daha öğrenmeyi, daha iyi kullanmayı isterdim mesela. O zaman bir şarkı yazarından daha geniş anlamda bir müzisyen olabilirdim. Şarkısını yazan, çizen, düzenleyebilen, orkestra edebilen biri olabilirdim. Onu olamadım çünkü müzik eğitimi almadım. Bunu yapmadım diye mazeret gösterebileceğim bir dolu şey olabilir. Gerçi belirli bir müzikal dili var şarkılarımın. Müzisyenlerin bana söylediği şey bu. Tamam, müzikal dili var da, o dili müzik anlamında daha iyi kullanmayı isterdim açıkçası.
Dediğiniz gibi bir “müzisyen” olsaydınız acaba bu şarkıları bu şekilde yazar mıydınız diye düşünmeden edemiyorum.
Yok, yazmadım. Şuradan biliyorum; ben ne zaman müziğin dilini öğrenmeye, müzik çalışmaya, kendi kendime müzik eğitimi almaya başladıysam o zaman şarkı yazarlığım çok kısırlaşıyor. Aklım başka yerlere çalışmaya başlıyor çünkü. Şarkı yazarlığı özel bir konu. Şarkı yazarı olmak için müzisyen olmak yetmiyor. Müzisyenlik işin bir bölümü. Bir şey söylemek, söylediğini doğru düzgün söylemek, söylediğinin o zamana kadar söylenenlerle bir karşılaştırması olması vesaire, bunlar şarkı yazarlığı için gereken şeyler. Ama mesela kendime iyi bir piyanist olarak eşlik etmek isterdim.