Çınaraltında Bir Anadolu Kıraathanesinde/ Emre Toğrul

Çınaraltında Bir Anadolu Kıraathanesinde
Zaman, bugün.
Yer, çınaraltında bir Anadolu kıraathanesi.
Üzerinde beyaz kumaştan esvap, ak sakallı bir ilkçağ adamı kendi kendine konuşuyor.
Hikaye bu ya, ihtiyar adamın konuştuğu dili kıraathane camiası aynen anlıyor.
Adamın konuştukları kıraathanedekilerin ilgisini çekiyor.
Masanın çevresine sandalyeleri çekip kendisine kulak kesiliyorlar.
Biri diyor: ‘Sanki bildiğimiz ama bilmiyor gibi yaptığımız birşeylerden bahsediyor.’
Diğeri ekliyor: ‘Sanki düşündüğümüz ama söyleyemediğimiz şeyleri söylüyor.’
Beriki tamamlıyor: ‘En önemlisi sanki gördüklerini ve düşündüklerini aynen ifade ediyor.’
Aralarından biri soruyor: ‘Çok şey bilen ulema gibisin bu giysilerle, nerede ağırttın bu sakalları?
– Scio me nihil scire (Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir) diyor adam ve ekliyor;​
– Video barbam et pallium, philosophum nondum video (Sakalı ve esvabı bende görüyorum ama filozofu göremiyorum.)
Bu cevap çok kıraatçıların çok hoşuna gidince;
Yaaa, diyor aradan yaşlıca biri, ‘’biz hep bu çınarlarında oturur, sabahtan akşama memleket meselesi konuşur ama en ufak bir gelişme kaydedemeyiz, bu memlekette yanlış olan nedir deyiver bakiim?’ buyuruyor.
Adam dile geliyor.
– Concordia civium murus urbium (Vatandaşlar arasında uyum, işte bir şehrin surları budur)
– Ex falso sequitur quodlibet (Yanlıştan yola çıkıp, her istediğimiz sonuca varabiliriz )
– Nemo auditur propriam turpitudinem allegans (Kimse kendi kanunsuzluğundan faydalanamaz).
Sakinler birbirine bakıyor, hiçbirşey anlamıyorlar. Gençten birtanesi sinirlenip, ‘ne yani’ diyor ; bunlar mıdır bizim tek sorunlarımız?
Ya hukuk ve adalet, onları nasıl bilirsiniz? diye soruyor.
Adam herkesin anlayacağı dilden deyiveriyor.
“Hukuk birgün herkese lazım olur ve toplumda en büyük güveni sonunda adil bir mahkemenin bulunabileceği inancı sağlar. Hiç kimse onu bulandırmadığı ve ihlal etmediği sürece hukuk, teneffüs ettiğimiz hava gibi görünmez ve tutulmaz bir şekilde etrafımızı kaplar. Hukuk ancak kaybettiğimizi anladığımız zaman değerinin farkına vardığımız sağlık gibi sezilmez bir şeydir.”
Ve ekliyor:
– Si vis pacem, para iustitiam (Eğer barış istiyorsan adalet hazırla) ama,
– Justitia omnibus (herkese adalet) diyor,
– Summum ius summa injuria (ne kadar çok kanun o kadar az adalet) diye ekliyor;
– Fiat justitia, pereat mundus (Dünya yıkılsa da bırak adalet yerini bulsun) deyince;
Kıraathanede bir kahkahadır kopuyor. Herkes bu adalet nasıl sağlanır, hukuk nasıl işler anlamak bir yana kafaları iyice karışıyor.
‘Ohooo’, diyor tıfıllardan biri, ‘öyleyse kolay ihtiyar, bizim bişe yapmamıza gerek yok, adalet ayağımıza gelsin’.
Bakıyor aksakallı, olacak gibi değil, bundan binlerce yıl sonra yaşayacak birinden bir fabl ile noktayı koyayım bu sohbete diyor, sonra ne siz sorun, ne ben söyleyeyim :
Evvel zaman içinde bir gün
Kısrak, keçi ve kızkardeşleri koyun
Bir aslanla birlik olmuşlar.
Yaman bir aslanmış bu, çevrenin derebeyi.
Kazançta da, kayıpta da ortağız demişler.
Ertesi gün bir geyik düşmüş nasılsa
Keçinin kurduğu ağlara.
Hemen ortaklara haber salmış keçi
Toplanmışlar hemen ve aslan
Pençeleri ile sayıp ortakları tek tek
– Dört kişiyiz, demiş bu avı paylaşacak.
Der demez de dörde bölüvermiş geyiği
Birinci parçayı kendine ayırmış, tabii
Aslan payı olarak:
-Bu parça benim demiş, biliyorsunuz neden;
Benim adım aslan da ondan .
Buna karşı bir diyeceğiniz olmaz sanırım
Yasaya göre demiş:
-İkinci parçada benim hakkım
​ Dileyen kitapta yerini bulur
En güçlü kimse en haklı odur .
Üçüncü parça demiş:
-En değerli ortağın olacak
Ben değilimde kim en değerli ortak?
Dördüncü parçaya gelince demiş:
-Ha bak!
O parçaya el uzatanın
Kafasını koparırım, inanın!
‘Ben’ diyor yaşlı adam ‘yaşadığım çağdan bugüne değişen bir şey var mı bakmaya gelmiştim.
Durumu üzüntüyle gördüm ki boşuna ölmüşüm.
Bu kıraathanede oturup hala aslanla ortak olduğuna inanan, kıraathaneden adalet arayan, çınaraltından hukuka inanmak isteyen ve ne olduğunu anlamaya çalışan sizlere başka sözüm yok.’
Birden kıraathanedekilerde bir sessizlik oluyor. Herkes sıkıntıyla birbirine bakarken yaş almış bir amca adamı tanıyor ve onun anlayacağı dilden hitap ediyor:
‘Artık ayrılmak zamanı geldi, yolumuza gidelim: sen ölmeye, biz mecburen yaşamaya. Hangisi daha iyi? Bunu Tanrı’dan başka kimse bilemez.’
Ve aksakallı, beyaz esvaplı ihtiyar ortadan kayboluyor.
************************************************
Emre Toğrul (Doctus cum libro)*
* (Kitabıyla bilgin. Kendileri bir şey bilmeyip, hazır bilgiyi sunmaya çalışanlar için kullanılır)
* Yazıdaki hikaye, karakter, sözler tamamen kurgu olup benzerlikler tesadüfidir.