“Çukurova’da Bir Bitki Taciri: Çiçekçi Alman Walter Siehe, 1859-1928…” – altinrota.org/Ahmet Karataş

Mersin-Tarsus-Adana Demiryolu’nun açılmasıyla birlikte Mersin; sadece Çukurova’nın değil; Adana, Konya, Niğde ve Kayseri’nin de iskelesi haline gelmişti. Artık, küçük bir balıkçı köyü olmaktan çıkmış, hızla gelişen bir liman kenti olmuştu. Tarsus Sancağına bağlı Gökçeli Köyü’nün, bu kadar süre içinde büyüyüp gelişmesi ve yıldızının parlaması, bölge ekonomisi ve sosyal yaşamı için hayati bir geleceği işaret etmekteydi. Önceki sakinleri kimi kayıkçı ve hamallardan oluşmuş olsa bile; Osmanlı tebaası Rumlar ile Arap Ortodokslar derken, Suriye ve Lübnan’dan gelenler sayesinde, adeta bir yabancılar şehri olmuştu.

Tarsus’un denizle bağının kopması ve ticaretin deniz yoluyla öne çıkmasıyla, Tarsus’ta faaliyet gösteren konsoloslar, topyekûn Mersin’e akın etmişlerdi. Tarsus her ne kadar Çukurova’nın erken gelişiminde önemli bir rol oynamış olsa da, artık ipler Mersin’in elindeydi. Mersin, hem payitahtın hem de yabancı sermayenin ilgisini fazlasıyla üzerine çekmişti.

Kapadokya, Sakız Adası, Kıbrıs, Midilli, Girit, Santorini, Pire ve Paxo’dan gelenlerle birlikte çok dilli bir özerk şehre doğru ilerliyordu. Türkçe, Arapça, Ermenice, Yunanca, Fransızca, Almanca, İngilizce, Kürtçe ve İspanyolca olmak üzere yaklaşık on beş dil konuşuluyordu. Mersin;  dünyada hüküm süren pamuk kıtlığının ayağına getirdiği şansla birlikte, yeni Pazar arayışlarında öncü şehir konumuna gelmişti.  Pamuğun ve tarımın endüstriyel dönüşümü sayesinde bir ithalat ve ihracat merkezi olmayı hak etmişti. Vesselam Mersin, Doğu Akdeniz’de bir liman kenti olmanın ve böylece önemli bir ticari ağın uç noktasına ulaşmanın gururunu yaşamaktadır.

20 Ocak 1895; günlerden Pazar. Walter Siehe, Mersin’e demir atmakta olan Defne adlı buharlı geminin güvertesindedir. Tarsus’ta Valilik yapan Çiçero’nun,  “Arzuyla istenen tüm bu şeyler; Atıldı, sürüklendi ve terk edildi” dizelerini hatırlar. Belli belirsiz bir ses tonuyla, kendi kendine, “Ne terk etmesi, buradayım işte” diyerek; arkasından “Asya’nın görkemi şehirlere yayıldı” diyen Ovidius’u anımsar. Onun için Küçük Asya, keşiflere açılabilecek en geniş alandır.

Walter Siehe, Berlin ve Jena Üniversitesi’nden aldığı mühendislik eğitiminin kendisine mesleki bir alan yaratmak yerine muazzam bir iş disiplini verdiğinin bilincine varır. Bu nedenle, Osmanlı topraklarında yapacağı botanik gezilerinin, bir plan dâhilinde olması gerektiğini iyice anlar. Alman Botanik Enstitüsü’nden edindiği bahçıvanlık diploması onun asıl işi olacaktır.

Başlangıçta Bağdat demiryolu yapımında mühendis olarak çalışan Walter Siehe, 1895 yılında Mersin’e, arkasından da Adana’ya gelir. Yaklaşık iki yıl boyunca Mersin, Tarsus, Adana ve çevresinde, özellikle de Bolkar ile Gülek’te bitki araştırmaları yaparak, 1897’de Fındıkpınarı’na yerleşir. Bu süre içinde topladığı bitki örneklerini Berlin Herbaryumu’na verir. Fındıkpınarı’nda 35 dönüm bahçe kurarak biri Alman diğeri de Rus olan iki bahçıvanı kendisine yardımcı olarak yanına alır. Bayan Elizabeth’le 1903’de evlenen Walter Siehe’nin Karl Günter ve İrmgard adlı bir kız ve erkek çocuğu olur. Bekçi Esat ve oğullarının hizmetlerini alan Walter Siehe, köylülere çiçek soğanı toplattığı gibi, çiftliğinde koyun sürüsü ve atlar yetiştirmeye başlar. Kütüphanesi yanında bitki koleksiyonu olan Walter Siehe’nin aynı zamanda fotoğraf arşivi de vardır.

Yazının devamını okumak için tıklayın