Emre Toğrul ,Güvene karşı güvensizlik

İçimize giren en vahim kuşkudur, endişedir, korkudur güvensizlik,
Doğumdan ölüme yolculuğu bir kaosa çeviren en vahim hissiyat.
İnsanın zaten kendi değişken doğası orada dururken,
Doğanın zaten durağan olmayan devinimli hayatı içinde yaşarken,
Aklımız, ruhumuz, bedenimiz bize türlü türlü şarlatanlıklarını gösterirken,
Güvenle sürdürülebilecek bir hayat zaten eşyanın tabiatına aykırıdır.
Ama olsun insanız hepimiz nihayetinde.
Bir güven arayışıdır illaki hayat, ve o güvene bağlı huzurdur hayalimiz.
Daha bebekken başlar nafile arayışımız naçizane.
Düşüncede, histe ve görünende umulan ve beklenen niteliğe inanıp,
Korku, endişe ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma ütopyasıdır güven.
Herşeye karşı gelişebilecek, geliştirilebilecek yada yontulabilecek bir olguysa da,
Kilit taşı gelir ‘’insanın insana güvenmesine’’ oturur.
İnsanlara güvenmek, onların dikkat, şefkat ve ilişkilerde ahde vefa içeren davranışlarına dair,
Beklentilerinizin istikrarla karşılandığı bir süreci gerektirir.
Benliğin başkalarının durum ve duygu temsillerini anlamlandıran bir beyin süreci yani.
Filozoflar güvenmenin önermeye dayalı soyut bir tutum olduğunu savunurlar.
O nedenledir ki, nadiren mutlak bir nitelik arzedebilen, genellikle sınırlı bir durumdur.
O sınırı en güzel Victor Hugo tarifler;
‘’ Hiçkimseye güvenmemek saçmalıktır, kime iki kez güvenebileceğini iyi hesaplamalı’’…
●●●●○○○○●●●●
Ne acıdır ki dostlar, tüm hayatlar başka hayatlarla besleniyor, kaçamıyoruz döngüden.
Hayat hiçbir zaman kendi kendine yetmiyor, salt daha fazla enerjiye ihtiyacı olduğundan değil.
Canlı başka bir hayatı, başkaları tarafından inşa edilmiş bir hayatı,
Kendi içine almaya gereksinim duyuyor.
Çoğumuz günde en az üç defa yemek yiyoruz fakat neredeyse farkına bile varmıyoruz,
Her gün, bir yere oturup ağzımızı ve ellerimizi kullanarak başka canlı varlıkların bedenlerini,
Kelimenin tam anlamıyla bedenimize katıyoruz:
Onların yaşamlarını, etlerini ve kemiklerini alıp kendi yaşamımıza,
Etimize kemiğimize dönüştürüyoruz, hayatları birbirine karıştırıyoruz.
Fizyolojik olarak birçok ihtiyaç için sözkonusu olan süreçler hep aynı devinimdeyken,
Yediğimiz şey yalnızca ve daima hayatın kendisiyken,
Bu metaforfotik eşik içinde, işin hem alanı, hem öznesi ve hem nesnesi iken,
Aynı şeyle meşgul ve yaşamaya çalışan bir başkasında güven arıyoruz.
Aslında hiçbirşey ölmeden ve sürekli dönüşürken, biz dönüşmeyen bir güven peşindeyiz.
İster bireysel, ister sosyal güven arayışı insani zafiyetimizin en zayıf halkası.
Geriye dönüp baktığımızda ise tutarlı ve güvenli insan işbirliğinin,
İnsanların hayatta kalma stratejilerinin başında geldiğini kanıtlayan bir evrim var.
Kafatasımız içindeki Amigdala denilen mucizevi bölge bu duygunun komuta merkezi,
Ve ne yazık ki güvenden çok güvenilmezliğe duyarlılıkla bizi hayatta tutuyor.
Örneğin güvenilir yüzden daha çok güvenilmez bir yüzü ayırd etmede daha mahir.
Güvene karşı güvensizlik, açmazımız, çıkmazımız…
●●●●○○○○●●●●
Bir Pazar sabahı, güvene karşı güvensizlik temasıyla uyanışın altıda,
İnsani zaaflarımızın çoğunun aslında fizyolojik süreçler olduğunu algılamak var dostlar.
Ağaca güvenme kurur, duvara güvenme yıkılır, insana güvenme ölür.
O zaman bu arayışın sonu nerede bitmeli diye soracaksınız kendinize şimdi.
Aldatılma ve azap arasına sizi sıkıştıran güvene karşı güvensizlik fizyolojisi içinde,
Daha etkin ve üretken bir yaşamı yakalayabilmek için ne etmeli de onmalı ve olmalı?
Sorgulama, emaneti kendinde arama, kendine emân ve kendini bilmeden geçen yol,
İnsani tekamülün merdivenlerini ağır ve emin adımlarla çıkma bir anlamda.
Geri getiremediğin güven, ölenin geri gelmemesi gibi uzun ve çaresiz bir süreç çünkü,
Terkettiği bedene asla dönmüyor, düşünceye sığmıyor, ruhun ta kendisinin ifadesi çünkü.
O yüzden bir koca yaşam sonunda geriye baktığında insan evladı,
Tüm yaşananların onu nasıl dönüştürdüğünü akl-u hikmet süzgecinden geçirip, imbiklediğinde,
İki şey kalıyor elinde, emân edebileceği, koşulsuz güveneceği,
Bir aynaya bakıp gördüğü, bir yukarı bakıp göremediği…