Emre Toğrul Tasarıma Teslimiyet

Bir bölümü, bir perdenin ardında eski tip bir terazi düşünün.
İki kefesinden yalnızca birini görüyorsunuz.
Bu kefe yükselirse, tek bilebileceğiniz diğer kefeye ağır bir şey koyulduğudur.
Kefe tekrar geri inerse, ağırlığın kalktığı fikri hasıl olur.
Görmediğiniz kefede olan şey, artık hayal gücünüze kalmış bir görüntüdür.
Görünen kefedeki eylemin nedenini, sonuçtan çıkarmaya çalışırsınız.
Bu; duyu verilerine dayanarak yapılan, herkese açık deneye dayalı,
Koşullar oluştuğunda, diğerleri tarafından da gerçeklenebilir bir çıkarımdır.
Tamamen kanıt olmadan, kefenin yükselmesini sağlayan şeyin,
Küp mü yuvarlak mı, küçük mü büyük mü, kırmızı mı siyah mı olduğu söylenemez.
Kefenin yükselmesi yada inmesini sağlayan şeyin, olaydaki doğa kanununun,
Perde açılmadan tam anlaşılabilmesi ve bir anlamda perdenin kalkması için,
Nesnel( objektif), betimlenebilir, tanımlanabilir, ölçülebilir, sınıflanabilir bir yoldan,
Yani modern dünyada ‘’ bilimsel metodoloji’’ denilen yolaktan geçmesi ile,
Zan, varsayım, teslimi kabul gibi öznel aklın tasavvurunda örtülü kalması çatışması,
İnsanlık tarihinin bitmeyen ve bitemeyecek en büyük çatışmasıdır.
Aslında doğup, uyanıp, olgunlaştığımızı sansak ta, hepimiz bir tür uykudayız.
Bilim, sanat, ezoterik veya ruhani öğretilerin hepsi bizi bu uykudan uyandırıp,
Günlük bilinç perdesinin ardında kalan sübjektif( öznel) aklın özgürleşmesi ile,
Kendi bilincimiz içinde ölüp, ‘’ ölmeden ölüp’’,
Nesnel (objektif) ve bütünsel bilince doğarak, evrensel bilince ulaştırmayı hedefler.
Yeryüzündeki onca hikaye, masal, mit, efsane, simge ve alegori dağarcığının,
Okulların, mabetlerin, öğretilerin, ilke, anane ve kurumsal yapılanmanın ardında,
Hep bu bilinç perdesi ardında kalan terazinin diğer kefesindeki şeyi anlamakla olacak,
Uyanmak ve gerçek anlamda yeniden doğmak hedefi vardır…
∞Ω∞
Anlasak ta, anlamasak ta, arasak ta aramasak ta, bilinçli yada bilinçsiz,
Her insan aslında öznel dünyasından arınarak, özne-nesne ilişkisinden soyutlanıp,
Kendini damlanın denize kavuşması niteliğinde bir teslimiyete hazırlamaktadır.
Tasavvufun duyarak, görerek ve olarak, kapısız kapılardan geçerek yönlendirdiği son damla,
Aydınlanma okullarının dile, bedene, zihne ve ruha hakimiyetle işaret ettiği aydınlık,
Bilimin ön fikirden kurama, gözlem, deney ve kanıt ile dizayn ettiği bilgi,
Aslında aynı teslimiyete giden yolda, tasarımın ne denli mükemmel olduğunu anlamaktır.
Bizim, bir kefesi perdenin arkasında kalmış terazinin, görünen kefesindeki yükselmeyi,
Perdenin ardındaki kefede neyin nasıl olduğu ile ilişkilendirirken aradığımız şey,
Basit bir duyusal tahmin ile perdeyi kaldırıp hakikati görmek kadar geniş bir yelpazededir.
İnsan yeryüzünde kendini aşmaya muktedir tek tür olarak,
Bu geniş yelpazenin neresinde duracağına onu farklı kılan aklıyla ulaşabilir.
Öyle ki, sonsuz küçüklükten sonsuz büyüklüğe dek,
İnsanın anlamak ve anlatmak için kullandığı düşüncenin de kaynağı olan akıl,
Saltık olarak hiçbirşeyi bu düşüncenin belirlenimlerinden kaçıramıyorsa,
Teslimiyet öncesi de perdenin ardında kalan küfenin içindekini mutlak anlamak ister.
Bütün mesele ne kadar uyanmaya cesareti ve kuvveti olduğudur…
∞Ω∞
‘Pazar sabahı ne güzel uyandık, sade ve basit bir kahvaltı, biraz dinlenme,
İki kelam ve muhabbet beklerken, nelere daldık Emre hocam’ diyorsunuz.
Yok vallahi, ben de çok basit ve yalın geleceğim sadede.
Zaten bir bilimsel kaide, parsimoni ilkesi der ki;
‘’İki kabul edilebilir izah varsa, en basit olanı en doğrusudur.’’
Ben bugün , terazinin perdeden görünmeyen kefesindeki madde ve eylemi,
Anlamak, uyanmak, aydınlanmak ve perdeyi kaldırmak için kullanmanız gereken yolu,
Szlere tarif etmek, size yol göstermek niyetinde değilim, haşa ne haddime.
Ama yaşamımız bize hangi yöntem yada metodoloji ile hayatı anlama,
Hayatın görünen yönünü kavrama, görünmeyen yönünü idrak şansı verirse versin,
Bizi mutlak bir vuslata, maddeden arınmış bir teslimiyete hazırlıyor.
Kısıtlı süre, kısıtlı sağlık ve kısıtlı akıl bizim handikaplarımız.
En basit tanımlamayla, terazinin sembolize ettiği dengeden gidersek,
Görünen taraftaki olan ile, görünmeyen taraftaki olduran şeyi en net anladığımız zaman,
Terazinin dengede olduğu an.
Yaşam bir tür biteviye dengesizlik,
Tasarıma teslimiyet ise sonsuz denge arayışındaki kilit kavram…