Kemal Erdoğan: Söyleşiye katılamayan insanlar için kısaca “Aslında”nın konularının üstünden geçer misiniz?
Ercan Kesal: “Aslında”nın kitap olarak ortaya çıkmasının ana nedeni sinemadır. Benim de sinema konusunda kaynak sıkıntısının ortaya çıkmasıyla paraleldir. Bizde kitap olarak kitaplara rastlanır ancak sinema pratiğini yapan ustaların yönetmenlerin kitaplarına pek rastlanmaz. Onların söyleşileri varsa eğer çok değerli ve kıymetlidir. Türkiye’de ilk akla gelen Ömer Lütfi Akat’ın “Işık ve Karanlık Arasında” kitabıdır. Ülkemiz dışındak Trufon’un Hanekenin gazetecilerle yaptığı Berkmanın söyleşileri sanatçıların Haneke yi anlatan kitabı Tarkoskinin söyleşileri bütün bunların ahvalini anlatan…
Ben de söyleşi gibi yeniden tekrar kontrol ettiğimde sinemaya dair söylediğim şeyleri kalıcı hale gelebilmesi için yüksek bir arzu hissettim ve bu arzumu editör arkadaşım Doğuş Sarpkaya ile paylaştım. Birlikte 2013 ten sonra yapılmış tüm söyleşileri bir araya koyduk ve aylarca süren bu söyleşiler sonucu “Aslında” kitabı ortaya çıktı.
Yazdıklarımızın konuştuklarımızın yapıp ettiklerimizin ileriye doğru kalıcı yol gösterici olabilmesini isterim. Dilerim buraya gelen katılımcılar ve söyleşiye katılamayanlar için kitaplarım aynı ihtiyacı karşılamıştır.
Kemal Erdoğan: Bu güzel söyleşi için Ercan Bey’e teşekkür ediyorum. Tekrar teşekkür ederim Adana’ya geldiğiniz için iyi ki varsınız.
Aslında kitabını alıp okumanızı tavsiye ediyoruz Aslında çok katmanlı bir laf..
Doğuş Sarpkaya: Ercan Kesal “Peri Gazosunda” başlayarak aslında Türkiye’de olmayan şeyleri yazmaya başladı. Hatta Semih Gümüş “Güzel Deneme” isimli bir tür ismi ortaya çıkarma arzumuz vardı diyebiliriz. Peri Gazozunda Cin aynasında Ercan Kesal farklı bir tür denedi. Bir kamerayı dolaştırıyor gibi söyleşilerde..
Sadece kendi gerçekçiliğimiz de değil ne geçmişimizle ne vicdanımızla söz dinletebiliyoruz ne de geleceğe doğru dürüst değerlendirebiliyoruz. Gelecek taahhüdümüz yok bunu da elimizden almaya çalışıyorlar doğrusu. Ersan Kesal hem geçmişiyle hesaplaşarak hem de geleceğe umutla bakarak bize yeni bir yol açtı diyebiliriz yazdıklarıyla.
Peki biz “Aslında” kitabıyla yani röportajlardan oluşan kitabıyla ne yapmaya çalıştı dersek?
Ercan Kasalın sadece yazdıklarında değil röportajlarında söyleşilerde ufak ufak işlediği Aslında gizli kalmış konuları umutları fikirleri vicdanının derinlerine inmeye çalıştık söyleşiler kitabında. Bu yapılan iş iyi bir sonuç getirdi mi diye soruyorum.
Buna ancak ve ancak okurlar karar verebilir. Yaptığımız iş doğru ve güzel bir iş oldu mu?
Bizlere anlatmadığın heybende başka hikâyelerin var mı?
Ercan Kesal: Bu bir fuar olduğu için öncelikle fuar yetkililerine İletişim yayınlarına yönetici arkadaşlarıma kardeşlerime kitabı birlikte hazırladığımız aslında onun hazırladığı Oğuz Akkaya kardeşime huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Aslında kelimesiyle ilgili bir şey söylemek isterim. Farkında mısınız bilmiyorum Doğus bile şu kısa girizgah konuşmasında dahi 8-10 kere aslında kelimesini kullandı. Yurtdışına çıkan yurtdışında yaşamak zorunda kalan öğrencilerin, arkadaşlarımın sözlükte ilk aradıkları “Aslında” kelimesinin Almancası Fransızcası nedir diye? Sorarlar ve cevabını bulmaya çalışırlar. Benim de Pariste olduğum yıllarda Aslında kelimesinin Fransızcasını sormamdır. Aslında dilimize öylesine pelesenk olmuştur ki sebebi şu benim tahminim şey. Biz Anadoluluyuz biz şarklıyız garplı değiliz. Batılı değiliz bu böyle coğrafya bizim kaderimiz konuşurken dolaysız açıklamaktan çekiniriz, imalarla konuşuruz. Yani bir şeyi bahane ederek konuşuruz aslında a deriz ama muradımız b yi anlatmaktır karşımızdaki c olarak da anlayabilir. Bu bir iletişimsizlik, yanlış anlama değildir. Coğrafyamızın Anadolu’muzun bize bahşettiği kederlerin sevinçlerin içimizde birikenlerin taşıdığımız anıların ve bir de öğrendiklerimizin sonucu bu. Annemiz babamız dedemiz komşularımız da böyle konuşurlardı. Biz bir şeyi hep imalarla anlatmaya metaforlarla anlatmaya çalışan toplumuz. Aslında diyerek te yetmediğini düşündüğümüz bir türlü onun ayırımına varamadığımız tam tarif etmek için ihtiyaç duyduğumuz olgulardır. Yazdığım Aslında kitabı da benim söyleşilerde bahsettiğim şunu söyledim ama şunu söylemeye çalışıyorum dediğim bir kitap.
Ercan Kesal: Ben tıp doktoruyum birçok mesleği bir arada yapıyorum. Birçoğunun tek olarak sürdürdüğü işleri yanana sürdürüyorum. Bazen birisi öne çıkıyor bazen biri geride kalıyor, bu arada psikolojik ve antropoloji eğitimi de aldım. Oyunculukta yapıyorum halen aktif olarak senaryo yazıyorum esnaf çocuğuyum hastane işletmecisiyim. Bütün bu yaptıklarımda “hastayı dinleme sanatı” var hastayı muayene etme sanatı değil. Ben dinlemekten hoşnuttum. Bana sürekli de olsa soru soranların her birisinin o soruyu sorma nedeni derdi olduğunu biliyorum. İnsanlar çoğu zaman aynı cümleleri farklı nedenlerle farklı sebeplerle söylerler zaten bu böyledir. Bize Tıp Fakültesinde ilk öğretilen “Hastalık yoktur hasta vardır” derler. Hastalıkların peşine düşüyoruz ya onları isteklendirmeye sıralamaya hemen yatkınsınızdır. Ama her hastanın ayrı bir hikâyesinin olduğunu bilmek hastayla kurduğunuz bir iletişim.
Doğuş Sarpkaya: Röportajlar konusuna geri döneceğim ama Aslındaysa kadar geçen süreç içinde roman sinema günlüğü yazdın sinema günlüğü bizim açımızdan oldukça yeni bir şeydi. Farklı bir tarih yazın var ve Türkiye’de daha önce denenmemiş farklı bir tarz yaratmayı başardığınızı rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Yazmaya başlarken “Ben farklı bir tarz yaratacağım, Türk Edebiyatında yayın dünyasında ayrı bir yere oturtacağım” diye farklı bir düşünceniz var mıydı yoksa sezgisel olarak mı ayrı bir yere ulaştı?
Ercan Kesal: Diğerlerinin eğitimini almadım ben oyunculuğu da sezgilerimle yapıyorum yazma eğitiminde de senaryo senaristlikle ilgili bir eğitimden geçmedim. Ve biraz da bu acemi olma hali beni baştan bir sürü olumsuz gibi şeyden kurtardı ve benim avantajıma dönüştü. Ben rol yapmayı bilmem rol kesemem. Bana “Bir avcı, bir katil, bir emniyet müdürü rolü oyna” deseniz yapamam. Rol yapamam. Rol yapamam ama ben size emniyet müdürü olurum. Olmakla oynamak arasında bir şey. Yazmaya da ben bu açıdan bakıyorum. “Bize şöyle tumturaklı cümleler yaz bizi uçuruyormuş gibi yaz” deseler beceremem. Yazdıklarını insanın önce kendisi sevecek etkilenecek yazdıklarını dışardan okur pozisyonuna bürünecek iyi oyunculuğu tarif ederken Japonların Kamuki (drama) sanatı. Açılımı şöyledir Tiyatronun ön sırasında kendini sahnede izlemeye seyretmeye başlamışsan sahnedeki oyunculuğun gerçek oyunculuğa dönüşüyor. Sinema ve sahnede kamerayı unutmak gibi.
Doğuş Sarpkaya: Diğer taraftan otobüste arka koltukta bir kız ağlıyordu elinde “Peri Gazozu” kitabımı gördüm söyleşilerde de çok sık kitaplarınızı okurken ağladığınız çok güldüm gibi tepkiler de alıyorsunuz. Benim söylemek istediğim şu senin yazdıkların senin oyunculuğun söz konusu olduğunda burada değerlendirme kriterlerinden en önemlisi samimiyet gibi önemli bir unsur olduğu görünüyor. Ben edebiyat eleştirmeni olarak da edebiyat eleştirisinde bir kriter geliştirmeden uzak dururuz öznel buluruz … Senle ilgili bir şey yazarken elimiz samimi kelimesine gidiyor.
Ercan Kesal: Sen konuşurken bile ben korktum hakikaten ben zor bir işe sıvanıyorum. Yazarken ve oynarken de şu olabilir bir süre sonra herif rol yapmıyor aslında bir şey yapmıyor mu yoksa bu çok tehlikelidir oyunculukta sonuçta bir karakterle hemhal oluyorsunuz. Benim muradım olması gereken de budur. O karakterle özdeşleşti mi özdeşleşmedi mi, artikülasyonu, fonetiği bütün bunların dışında bir şey. Seyirci evet böyle bir adam var böyle bir adam yaşıyor diyecek.
Mesela bir tane sahne plan seyrediyorsunuz ve Ercan Kasel orada karakter olarak ağlamış siz o sahnede 45 kez ağladığımı biliyor musunuz? Benim her seferinde 45 kez ağlayamaz ki bir süre ara verilir Ercan Kesal’in tekrar dolması beklenir ve devam edilir. İki de bir gözlerimi birşeyler damlatılarak değil de normal ağlamam beklenir.
Kendime sürekli bu tuzağa düşmeden bıçak sırtı gibi yerde nasıl yürürüm? Sorusunun cevabı peşindeyim. Hem sahneyi hem okuyucumu istismar etmek istemiyorum bu tuhafta bir şeydir aslında. Bir yandan da “Abi bizi biraz daha ağlat” ağlatmayacağım ne kadar duygulu ve ne kadarsa bu yazılar böyle devam edecek Bu yazıları siz ağlayın diye yazılmadığım da yok zaten. Bu yanlış bir şey olabilir. Kendime iyi gelen şeyler yazmaya devam edeceğim. Çünkü insan ün şan şöhret için yapmaz ki bu işleri bana da iyi bir insan olmak istiyorum.
Doğru bir yazar iyi bir baba iyi bir dost olarak çekip gitmek istiyorum. Bundan daha mütevazi ve ağır da bir şey olamaz.
Doğuş Sarpkaya: Başlangıç ve sonuç arasında hapsolmuş gibiyiz. Bir taraftan başlamak istiyoruz bir taraftan umutlarımız sürekli törpüleniyor hayallerimiz sürekli baskılanıyor böyle bir ortamda iken Ercan Kesal bize bu konuda ne söyler.
Ercan Kesal: Yazma eyleminde de oyunculuğumu besleyen unsurlar arasında da hep kendi içime bakmak hep kendi geçmişime bakmak çocukluğuma eğilmek gençliğimden beslenmek orada da farkettim ki özellikle “Zamanın İzinde” kitabında daha çok yakıcı bir şekilde hissettim. Benim kendi hikayem diye anlattığım ülkemizin hikayesi imiş. Kendi politik tarihimizi anlatıyorum ama aslında bütün anlattığım şey 1959 doğumluyum, 1960’ ilk darbeyi 1 yaşında yaşamışım bunu saymaz isek eğer 58 yıllık ömrümde biri başarılamamış 4 askeri darbeyi sığdırmış Türk vatandaşıyım. Bu nasıl bir şey bu benim şahsi tarihim olmaktan öte Türkiye ülkemiz için önemlidir. Hollandalı bir ailenin çocuğu olup bu olayların tamamından uzak ta kalabilirdim. Bu ülkenin bu coğrafyanın bir hafızası var ve bugüne kadar bu olumsuz olaylar başımıza gelmiş. Bu olaylardan sonra şükretmesini de öğrendim. Bu olayların aynı zamanda hayırlara vesile olduğunu fark ettim. Kemal Tahir’de de görünce daha çok mutlu oldum. Kemal Tahir cezaevinden mektup yazıyor “Hikâyesi olmayanlara acıyorum kardeşim” iyi ki bunlar 13 yıl sürekli hapiste yatmış bu arada. Bizim coğrafyamız insan hasiyetine nasıl sahip çıkması gerektiğini dostluğu bunları da öğreten ağır acılı bir coğrafya. İçinde böylesi sonuçlara da yol açan bir coğrafya ben bu yüzden hiç yakınmıyorum hiç serzenişte bulunmadan kendine acıyan adam olmaktan kaçınırım. Buradayız yaşıyoruz kalbimiz geniş ve ferah bu bizim gen güçlü sahip olduğumuz bir özellik bunlara sarılarak kimin yanında duracağımızı bilerek elbette ki mazlumun yanında olarak zalime karşı çıkarak onurun haysiyetin umudun yanında durarak yaşamaya devam etmeliyiz. Başka bir şey le yaşayamayız bu toprağın ferasetine bu coğrafyaya olan güvenimi hiç kaybetmiyorum. İnsanlara komşularıma tanıdıklarıma dostlarıma olan ümidimi hiç kaybetmiyorum. Bunları da yazmaya devam edeceğiz.