Filmlerle eve yolculuk

ayşe acar

Ayşe Acar

Son dönemde o kadar çok Türk filmi ve dizisi izledim ki, neredeyse Türkiye’ye ışınlandığımı sanacağım. Bu filmleri ve dizileri izlememin nedeni de sanılanın aksine “memleket hasreti” değil, iyi olmaları.

Vancouver‘ın havası malum yağmurlu ve gri… Bir başladı mı meret, durmuyor. Beyin delen tık tık sesiyle günlerce, haftalarca yağıyor. Evden dışarı adımını atmak istemiyorsun. E yağmuru bırak zaten salgın var, kimsenin evden çıktığı yok. Hafta sonunu battaniye altında, çay kahve sarmalına bağlayıp televizyon karşısında geçirmek son zamanların en cazip programı haline geldi.

Tabii bu cazip programa Netflix dayanmıyor. Türkiye ve buradaki arkadaşlarımla tek sosyalleşme ortamım olan WhatsApp gruplarında sürekli şu sohbet dönüyor. “Bu diziyi de bitirdik. Siz ne izliyorsunuz?”

İnanılmaz ama gerçek, fast food yer gibi hızlı dizi ve film tüketiyoruz. Gün geliyor Netflix’teki 13,941 başlıktan zevkimize göre bir şey bulamıyoruz. İzlediklerimizin bir kısmı bizi düşündürürken, diğerleri 10 dakika sonra tarih oluyor. Aklımızda filme dair hiçbir şey kalmıyor. 

Bundan şikayet ederken, Batı Vancouver’da bir DVD dükkanı keşfediyorum. Hoop, önce Nuri Bilge Ceylan‘ın bana göre başyapıtı olan Kış Uykusu‘nu kiralıyorum. Sonra diğer Nuri Bilge filmleri… DVD dükkanındaki adam “Türk müsünüz?” diye soruyor. “Çok mu belli oluyor?” diyorum gülerek.

Kış Uykusu’nun hayatta en sevdiği filmlerden biri olduğunu söylüyor. Üzerine günlerce düşündüğünü… Diyalogları başa sara sara tekrar izlediğini…

Tam da bu nedenle DVD dükkanında olduğumu söylüyorum kendisine… İyi bir filmi fast food gibi tüketmenin mümkün olmadığını… Onunla bir süre yatıp kalktığımızı, hakkında çıkan yazıları okuduğumuzu, zihnimizde filmin geçtiği sokaklarda gezintiye çıktığımızı, ana karakterlerle empati yaptığımızı, hatta bazen rüyamızda belli sahneleri tekrar yaşadığımızı… “İyi bir filmin üstüne hemen film izlenmiyor.” diyorum. 

DVD’ciye birkaç aydır gitmiyorum. Önce Netflix Ethos’u çıkarttı. Sonra Masum’u izlemeye başladım. Derken 16 Aralık’da Vancouver Türk Filmleri Festivali başladı. Tabii ki sanal olarak… Dört gün süren festivalde 4 uzun, 10 kısa film ve soru/cevap seansları izledik. Bu soru/cevap seanslarından birini de Küçük Şeyler filminin yönetmeni Kıvanç Sezer‘le ben gerçekleştirdim.

Öncelikle filmlerden biraz bahsedeyim.

Eylem Kaftan‘ın Kovan‘ını izlerken, Batı Karadeniz’in güzelliğine bir kez daha vuruldum. Ayılar ve arılar üzerinden memleketimin bilmediğim, daha önce hiç gitmediğim Gürcistan sınırına şahane bir yolculuk yaptım. Filmde kadınların gücüne hayran kaldım. Özellikle Meryem Uzerli‘nin canlandırdığı, hayattaki en büyük korkusu arılar olan ama korkusunun üzerine inatla giden Ayşe’ye…

Ümit Ünal‘ın Aşk, Büyü Vs‘si iki kadın arasında geçen çok saf bir aşk hikayesi… Bu filmde aşk insanları birleştirirken, tabii ki toplum ayırıyor. Filmin başrol oyuncularından Ece Dizdar, filmden sonraki soru cevap seansında “Biz bunu bir LGBTQ hikâyesi gibi düşünmedik. Oynarken karşımdakinin erkek ya da kadın olmasının bir önemi yoktu. Gençlik aşkını unutamamış bir kadını canlandırdım.” diyor. Bu filmde de çocukluğumda ve gençliğimde sık sık gittiğim Büyükada’ya güzel bir yolculuk yaptım. Güzelim İstanbul’un gün batımını Aya Yorgi Tepesi’nden iç çekerek izledim.

Leyla Yılmaz‘ın Bilmemek‘i bana gençlerin ne kadar acımasız olabileceğini hatırlattı. Genç sutopu oyuncusu Umut takım arkadaşları tarafından eşcinsel olmakla suçlanınca ortadan kaybolur. Mutsuz bir evliliğin içinde olan anne ve babası oğullarını bulmaya çalışırken, asıl kendilerinin kaybolduğunu fark ederler. Umut’un yaşındaki halimi düşündüm izlerken. 16-17 yaşlarıma yolculuk yaptım.

Yazının devamını okumak için tıklayın