Bu gün kaybetiğimiz yazar gazeteci portre yazıları üstadı Ahmet Tulgar’ın Halit Kıvanç için yazdığı metin
Dinleyicisiyle gülen dinleyicisiyle ağlayan bu gümüş saçlı adam, bir ömür o çelik kadife (saçlarının gümüşü gibi parlak ve metalik ama empatinin kadifesinin kaygan yumuşaklığındaki) sesine bir kimlikler kataloğu bina etmiş; spor, öncelikle de futbol sayesinde ülkenin en zorlu, hiperpolitik ve hiperresmîideolojik dönemlerinde de sivil söylemini muhafaza etmiş, Türkçe’nin en güzel tınılarından birini duyurmuştur kuşaklar boyunca Türkiye toplumuna, Türkçe toplumuna.
Mithatpaşa Stadyumu’yla ilgili anılarım çok. Babam, abimle benim kolej taksitlerimizi ödeyebilmek ve annemi de flört döneminde söz verdiği refah düzeyine yakın şartlarda yaşatmak için hafta sonları da çalışırdı. Mithatpaşa Stadyumu’nun M kapısında görevli olarak dururdu. Kontrolördiye fiyakalı bir ismi vardı yaptığı işin, o yıllarda yer göstericilere de (stadyumda ya da sinemada, tiyatroda, fark etmez) numaratör denirdi. Havalar ısındı mı annem bizi elimizden tutar maça götürürdü. Numaralı tribüne girilen M kapısından içeri alınırdık babam tarafından ki şeref tribünü ve basın tribünü de numaralı tribüne içrekti. Eh, o kadar da havası olsundu babamızın. Aile servetini daha biz doğmadan Beyoğlu’nda yediği sıralardaki kadar olmasa da. Gerçi, bizi de hiçbir şeyden mahrum etmemiştir çocukluğumuzda. Özlüyorum onu.
Havalar soğukken maça götürülmezdik. Artık bir futbol hastası olmuş annem, maçları radyodan dinlerdi o zaman. Haliyle biz de. Elinde bir de kitap olurdu annemin. Bir yandan da okurdu yani. Anılarımdaki o görüntüde elindeki kitap Goethe’nin Genç Werther’in Acıları. Kışın maç akşamları, babam 20-30 tane stadyum spesiyalitesi kıymalı ya da peynirli pofidik, yuvarlak kır pidesini yüklenmiş gelirdi. Annem komşulara gönderirdi bir kısmını. O akşam çay ve kır pidesinden müteşekkil olurdu akşam yemeğimiz. Ve eğer Fenerbahçe kaybetmiş de, babam kulakları kızarmış halde (öfkeden mi soğuktan mı) eve girer girmez koltuğuna çöküp birkaç saatlik sessizliğe gömülmemişse, sofrada heyecanla maç konuşulurdu.
Ali Sami Yen Stadyumu ile ilgili anılarım ise azdır. Evimize görece daha uzak olduğu için babam o gün işbaşında olsa da, oradaki maçlara gitmezdik, götürülmezdik. 20 Aralık 1964’te, Ali Sami Yen Stadyumunda Türkiye-Bulgaristan milli maçının başlamasına az kala, nedense, komşumuz Kadriye Hanımteyzeler’deydik. Kadriye Hanımteyze, terziydi. Üç çocuk okutuyordu üniversite çağında. Üç şahane evlat yetiştirdi. Suna, Mete, Mutsel. Üçü de 60’ların renk tayfında bir yere konumlanmıştır. Suna ile Mutsel’i Londra’ya gezmeye bile gönderdi dikiş dikerek. Halit Kıvanç’a güven ve sempatim o gün orada o saatlerde oluştu işte. Daha geniş bir ifadeyle söyleyecek olursam Halit Kıvanç gerçekliğiile o gün tanıştım. Güvenilir ve iyi kalpliydi o ilk anda. Sonra yıllar içinde sevgi, saygı, hayranlık eklendi ona, gözümde. Türkiye medyasının abidesidir Halit Kıvanç… Pirüpak bir meslek büyüğümdür de…
https://www.gazeteduvar.com.tr/halit-kivanc-turkiyenin-omurluk-sesi-turkcenin-sivil-nesesi-makale-1576207