Mimar Sait Özkal Yüreğir’in Gazete Duvar’da yayımlanan Sosyal demokrat belediyecilik ve Adana yazılarını okuyunca (https://www.gazeteduvar.com.tr/sosyal-demokrat-belediyecilik-ve-adana-2-haber-1544023) içinde yaşadığımız ve yıllardır kanıksadığımız şehir manzaralarını düşündüm.
Yazarın makalesinde vurguladığı biri genel diğeri Adana özelinde iki önemli husus var: “Geldiğimiz noktada ülkemizde sosyal demokrasi ile yeşil politikalar, çevresel hassasiyetler, iklim mücadelesi neredeyse ayrılmaz parçalar haline gelmiştir. ….. Adana ölçeğine inersek, Adana son derece ölçekli, nüfusuna göre ulaşımı kolay, iklimsel ve coğrafi sorunları olmayan, sosyal hayatı canlı, kültürel değerleri zengin yaşaması keyifli bir Akdeniz kentidir.” Önceki yönetimler tarafından yıllar içinde kentte yaratılmış ciddi sorunları mevcut Belediye yönetiminin kucağında bulduğunu belirtiyor. Ancak, bugünkü yönetim için de eleştirileri var: “Kent estetiğinin planlanmasından fonksiyonların ayrışması problemine kadar, kent merkezlerinin ekonomik yapısının değişmesinden atık yönetimine kadar, yayalaştırma ile otomobil kullanımının azaltılmasına yönelik çalışmalara kadar kamuoyunu tatmin edecek ve Adana’ya gelecek adına yol kat ettirecek adımlar henüz atılamamıştır.”
Özellikle vurguladığı birkaç hususu maddeler halinde vereceğim:
§ Toplu ulaşımla ilgili yeni otobüs alımı dışında, kent içinde toplu taşımayı özendirip önceleyecek çalışmalar yapılmadığı gibi, metro ve diğer raylı sistemler ya da toplu taşıma şeritleri gibi altyapı çalışmaları da yapılmamıştır.
Kesinlikle doğru bir tespit. Aytaç Durak tarafından yılan hikayesine dönüşen ve sonunda Bakanlık tarafından hizmete açılması sağlanan metro hattından başka bir şey yok. Planlandığına yönelik herhangi bir bilgi de yok maalesef.
Toplu ulaşım konusunda kurtulamadığımız sorunlardan biri de minibüsçü terörüdür. Şehirde kaç minibüs hattı ve kaç minibüs vardır bilmiyorum. İstanbul’daki taksi problemiyle benzeştiğini düşünüyorum. Minibüsleri kullanan şoförlerin birçoğunun mal sahibi olmadıklarını sanıyorum. Birkaç minibüsü olan ve elini sıcak sudan soğuk suya değirmeden yaşamını sürdürenler var. Belediye’nin UKOME kararları doğrultusunda belirlediği ilkeler olmasına rağmen şoförlerin işçi konumunda kalmalarını önlememektedir. Diğer bir husus da minibüs/midibüs ile toplu taşımanın ne kadar verimli olduğudur.
§ Özel otomobil kullanımı özendirilmiş, trafik birçok noktada hızlandırılmış böylece mevcut kent içi yaya ve bisiklet kullanımı daha da zorlaştırılmıştır. Kent içindeki yaya kaldırımları otomobillerden korunamamış, mevcuttaki kaldırımlar otoparklara dönüşmüş, engelli güzergahları otomobillerin işgaliyesi haline gelmiş, ve haliyle kent kentli için daha da zorlaşmıştır.
Bunun çok doğru olduğunu söylemeliyim. Kaldırımların yüksekliği hiç de kolay aşılacak gibi değil. Kimi yerde de neredeyse yol hizasında, sanki araçların kolayca park etmesi için gibi. Örnek olarak vermek gerekirse İstanbul, Ankara ve İzmir’de insanlar toplu ulaşımla erişebilecekleri yerlere özel araçlarıyla gitmiyorlar. Çünkü özel araç şehir içi trafik ve park sorunu gibi nedenlerle daha zahmetli ve masraflı olmaktadır. Şu an için Adana bu durumda olmasa bile yakın gelecekte benzer koşullarla karşılaşacağı açıktır. Vatandaş olarak, sadece bugünün değil geleceğin de sorunlarına belediyelerin çözüm üretmesini beklemenin hakkımız olduğunu düşünüyorum.
Yaya ve araç ulaşımını ayrıştırmanın en kolay yolu şehirde bazı bölgelerin araçlara kapatılması olacaktır. Yıllardan beri Çakmak Caddesi’nin esnafın itirazı nedeniyle trafiğe kapatılamadığını hatırlıyorum. Aslında düşünseler ticaret hacminin artacağını görecekler. Benzer bir durum Toros Caddesi için geçerli. Hatırlanacağı gibi, festival günlerinde Ziyapaşa Bulvarı’ndan başlayarak Metro Sokağı ve Toros Caddesi’ni takiben Merkez Park’a kadar olan bölge trafiğe kapatılmaktadır. Bu günler esnafın belki de en çok satış yaptığı günler olmaktadır. Aynı şekilde Büyük saat civarı için de benzer argümanlar geçerlidir. Böylece, dükkan ve restoranların bina genişletmek suretiyle işgal ettiği yaya kaldırımlarının yarattığı sorunlardan da kurtulmuş olacaktır.
§ Son bir konu ise kentteki park alanlarının genişletilmediği gibi, mevcutların içine de değişik adlar altında kafeler ve benzeri türü beton yapılar inşa edilmekte olmasıdır. Adana’nın en eski parkı olan Atatürk Parkı’nda yapılmak istenilen beton temelli kütüphane isimli bir yapı, kamuoyunun tepkisi ile temel çukuru aşamasında durdurulmuştur. Merkez Park’ın içinde yeşil alana yapılmaya devam edilen betonarme temelli kafeterya yapısının inşaatı devam etmektedir. Şehrin en büyük rekreasyon alanlarından birisi olan Seyhan Baraj Gölü çevresi ve gölün üzerindeki adada geçmiş dönem başlayan işgallere bu dönem de göz yumulmuştur. Geçtiğimiz dönem kentlilere tahsis edilen Halet Çambel Kent Bostanı’nın ekili arazisi, bu dönem bostan gönüllülerinin elinden alınıp imara açılmıştır.
Pandemiden bu yana yaklaşık iki yıldır şehir içinde pek dolaşamadığım için bu konularda görüş belirtemeyeceğim. Yaşadığımız şehre daha dikkatli ve eleştirel bakmamız gerektiğini hatırlattığı için Sayın Özkal’a teşekkür ediyorum.