İlksen Utlu, İkiliklerin dünyası

Doğası itibariyle iç içe bulunan zıtlıkların birlikte var olabilmesine ve bir dengeye ulaşmasına kabul gösterebildiğimiz ölçüde yaşama deneyimimizin zenginleşmesine fırsat vermiş oluyoruz.

Her şeyin bir zıddı olduğunu varsayan ve bu zıtları iki uç olarak birbirinden ayrı tutan bir anlayış ‘İkilik.’

Bu anlayışa göre bir şey ya iyi olabilir ya kötü ya doğru olabilir ya yanlış ya karanlık ya da aydınlık…

Zihnimiz de dünyayı bu şekilde kategorize ederek algılamaya ve anlamlandırmaya meyilli.

Algımız; büyüme yolculuğumuz boyunca ailemiz, yaşadığımız toplum ve dünya tarafından birtakım kodlarla örülüyor.

Algımızı oluşturan inanç sistemleri, tutumlar, düşünce biçimleri, anılar, duygu durumları dolayısıyla da karşımıza çıkan olaylar ve durumlarla ilgili birtakım yargılara varıyoruz.

Eğer üzerinde kontrolümüzün olmadığı bir zihinle hayatımıza devam ediyorsak, zihnimizin hayatı algılayabilmek için kolayca ulaşabildiği bu yargılarla etrafımızda gelişen her şeyi iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış vb. olarak etiketlemeye başlıyoruz.

Fakat buradaki problem bu birbirinin zıddı olduğunu ve yan yana duramayacağını varsaydığımız ikili etiketlerin her zaman doğru olmadığı.

Hayat, her birimize zamanı geldiğinde birbirinin zıddı gibi görünen kavramların aslında iç içe olduğunu ve birbirinden bağımsız bir şekilde var olamayacağını gösteriyor.

Aynı iyilik olmadan kötülüğün var olamayacağı, karanlık olmadan aydınlığın algılanamayacağı, üzüntü olmadan neşenin olamayacağı, soğuk olmadan sıcaklığın bir değerlendirmesinin yapılamayacağı gibi…

Birbirinin zıddı gibi görünen tüm kavramlar ve duygular aslında aynı düzlem üzerinde bulunuyor. Yalnızca biri düzlemin bir ucunda diğeri ise bir diğer uçta ama iç içe ve birlikte.

Ancak hayata karşı böyle bir yaklaşımla, ‘yargının’ dünya algımızı ikiliğe indirgeyen basit tavrından uzaklaşabiliriz. Doğası itibariyle iç içe bulunan zıtlıkların birlikte var olabilmesine ve bir dengeye ulaşmasına kabul gösterebildiğimiz ölçüde de yaşama deneyimimizin zenginleşmesine fırsat vermiş oluruz.

Bugünlerde memlekette, dünyada ve etrafımda gelişen birçok olay beni bu konularda düşündürdü.

Bu hafta Tersane İstanbul’da gerçekleşen Contemporary İstanbul’da görme fırsatı yakaladığım Esra Gülmen eserleri ve bir ön gösterimle izleme fırsatı yakaladığım ‘Derun’adlı film tam da üzerine düşündüğüm ‘ikilik’ konusunda beni hem destekledi hem de ruhumu besledi.

Contemporary İstanbul

23-27 Ekim tarihlerinde, 19. edisyonuyla sanat severlerle buluşan Contemporary İstanbul’un bugün son günü.

Geçtiğimiz haftalarda tesadüfen Tersane İstanbul’un önünden geçerken, geçtiğimiz sene gerçekleşen fuarda araçların Tersane’ye giriş çıkışında neden sorun yaşanmış olabileceğini tahmin etmiştim. Ben de arabamla gitmek durumunda kaldığım fuarın girişinde tam olarak aynı sorunu yaşadım.

Tersane’nin giriş kapısının bulunduğu kavşak tam bir eski köy meydanı. Maalesef böyle büyük bir projenin ve burada gerçekleşecek etkinliklerin yükünü kaldırması mümkün değil. Bu dar kavşakta yaşanan sıkışıklık karşılıklı yönlerde kilometrelerce araç kuyruklarına sebep oluyor.

Aslında Tersane projesi yapılmaya başlanmadan önce geliştirilmesi gereken çözümün acilen geliştirilmesi gerekiyor, aksi taktirde deniz yolu dışında buraya yaklaşmak çok zor ve yorucu görünüyor.

Ben son dakika, tesadüfen aracımı sıkıştıracak bir boş park alanı ile karşılaşmasaydım fuarı görmeden geri dönmek üzereydim.

Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen galerileriyle, 503 sanatçının 809 eserinin sanat severlerle buluştuğu, bu ilgi çeken sanat fuarını ziyaret edecekseniz, size ya çift teker bir araç ya da deniz yolunu kullanarak ulaşımınızı sağlamanızı tavsiye ederim.

https://t24.com.tr/yazarlar/ilksen-utlu/ikiliklerin-dunyasi,46957