Kadir Demiryürek
Bugünlerde siyasiler “Z kuşağı”na yoğun ilgi gösteriyor. Oylarını alabilmek için… Peki ya onların anneleri, babaları, ağabeyleri, ablaları olan bizler, yani “Y kuşağı” ne olacak? Yönetenler için öylece ekonomik sisteme eklemlenen sayılardan ibaretiz. Ancak gerçekte bundan daha fazlasıyız.
80’lerin sonuyla 90’ların sonu arasında doğan bir neslin neferlerinden biriyim. Niyetim, “bizim nesil çok çekti” diye iddia etmek, acı yarıştırmak değil. Bugüne dek tıpkı ölüm gibi varlığı herkesçe bilinen ama yakalanmama ümidiyle insan soyunu çaresizce rutine sarılmaya iten bir olgudan söz etmek istiyorum.
Sanki hiç yokmuşuz gibi davranılan ülkemizde, sayımız 25 milyon civarında. Dönüşümlerin krizleriyle büyüdük. Şanslı doğanlarımız Kadıköy, Tunalı gördü, eğitimli ve gelir durumu iyi olan ailelere sahip oldu; iyi eğitim aldı, yabancı dil öğrendi, çizgi romanlar okudu, sinemaya, tiyatroya gitti, dışarıda yemek yiyebildi, tatile gidebildi, yurt dışına çıkabildi ve genç yaşta kendi hayatını kurabildi… Geri kalanlarımız, yani çoğumuz, bunların hemen hiçbiriyle tanışmadı. Mahallelerimizde, sopası böğründe hocalarımızın olduğu Kuran kurslarıyla TV’de hayretle seyrettiğimiz Michael Jackson arasında; okulda hasbel kader tanıştığımız sanat ve bilim ile pavyondan dönüp ahlak ve din vaaz eden babalarımız arasında kaldık. Şimdi yolunu kaybetmiş, hayallerinden vazgeçmiş, daha trajik olanı, bir zamanlar kurmuş olduğu hayalleri unutturulmuş, birbirinden habersiz dev bir ordunun neferleriyiz.
90’lı yılların sonunda “kültür endüstrisi” iki sinema filmi sundu bize: Dövüş Kulübü ve Matrix. Hayır, sinemada izlemedik, korsan CD’de… Bu iki filmi Doğu’dan gelenlerle, Batı’nın varoşlarında yetişenler olarak kardeşçe izledik. Sonra sokağa çıktık ve gerçeklik algımız “fatal error” verdi. Dünyanın ve de Türkiye’nin başka türlü de olabileceği şüphesi zihnimize zerk edilmişti bir kere. Ancak bu tekdüze, gri, hayallere yer olmayan gerçekliğimizle ne yapacaktık? Teknolojik dönüşümün eşiğindeydik, tarih olması gereken bir “düzen” içinde. Böylece büyüdük… Gecekondularımıza ve dalından meyve topladığımız ağaçlarımıza imar girdi. Zaten beraber büyüdüğümüz kediler, köpekler, kuşlar, atlar sahip olunması için ödeme yapılması gereken şeyler haline geliverdiler. Çeşmelerimizin yerini önce büfeler sonra marketler daha sonra ise AVM’ler aldı. Dershane neymiş bilmezdik, borca girdi ailelerimiz, gittik okuldan sonra kan ter içinde. Çocuk yaşta bir iş telaşı sarmıştı çoktan hepimizi. Kendimizi birer meslek olarak tanımlamalıydık. Komşunun kızı doktor olmuştu, ya okuyacaktık ya evereceklerdi. Dayı oğlu mühendis çıkmıştı, ya okuyacaktık ya sanayide elimiz ekmek tutacaktı. Korkular, tehditler içinde özgürlük düşüyle uyandık hep yeni güne.
Yazının devamını okumak için tıklayın