KÖRLÜK
1998 Nobel Edebiyat ödüllü yazar Jose Saramago’nun 1995 yılında Portekizce yazdığı ‘Ensaio sobre a cegueira’, ‘Körlük’ adlı romanı, Aykut Derman tercüme etmiştir, 336 sayfa olan kitap, ‘Can Yayınevi’ tarafından 1999 yılında basılmıştır. Roman dünyada pek çok dile çevrilmiştir. 2008 yılında özgün adı ‘Blindless’ ile sinemaya uyarlanmış, filmin yönetmenliğini Fernando Meireles yapmıştır.
‘Körlük’ isimli romanı ‘Niteliksiz Adam’dan sonra okumaya başladım ve bir çırpıda bitirdim. Bende kendimden bu hızı beklemiyordum. Roman insanı içine çekiyor ve birlikte o ürkütücü toplumun ‘tıpkı içinde yaşadığımız bu gün gibi bakıpta görmeyen’ körleri ile birlikte yaşıyorsun ve toplumun birlikte görmeyen gözler ile nasıl çöktüğünü, değer yargılarının yitirilmesini, insanların nasıl bencilleştiğini okurken, herşeye an ve an şahit oluyorsun. Etkileşimleri derin derin nefesler alarak birlikte yaşatıyor okuruna.
Kitabın konusu, körlüğün salgın hastalık gibi yayıldığı bir toplumda geçiyor.
Gerçek hayattan bildiğimiz tüm değerlerin çöküşüne kitabı okurken bir kez daha şahit oluyor insan!
Bilinmeyen bir ülkenin bilinmeyen bir şehrinde geçen romanın içindeki karakterlerin de hiçbirinin adı yok. Herkes sıfatları ile anılıyor.
Ayrıca, noktalama işaretlerinden sadece ‘nokta’ve ‘virgül’ kullanılmıştır.
Kitabın dili akıcı ve süreklidir. Bir çırpıda okuyup bitirmek istiyorsun merakla…
Körlüğü bir metafor olarak kullanan yazar, insanların içinde ki hayvani duyguları ve insani erdemleri başarıyla yansıtmıştır bu romanında.
Aslında yazar Jose Saramago, liberal demokrasilerin yarattığı sağlıksız ortamlarda, insanların sağır –dilsiz- kör olduğuna vurgu yaptığı gibi nasıl körlüğe de sürüklendiğini çok güzel betimlemelerle anlatmaktadır.
Hatta bu sağlıksız ortamları körlüğe benzetirken bunu da bulaşıcı beyaz körlük semboliyle anlatmaya çalışmıştır.
Yaşanan bir felaket sonrasında insanların genelinde umudun ve yaşama isteğinin kalmadığı görmek, karanlık gelecek korkusuyla sarmalanmak yada zorba ve baskıcı bir yönetime koşulsuz şartsız teslim olmak, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ya da tamamen elinden alınmış bir toplum içinde bulunmaya mecbur olmak! İşte tüm bu fikirler insanda, çaresizlik ve esir alınmışlık hissi yarattyor.
Karanlık gelecek kaygısı ile birlikte yazar okurunu ele geçiriyor ve okumaya devam ettiriyor. Bu duygular içinde hissetmek daha doğrusu hissettirmek bana kitabın distopik bir eser olduğunu düşündürüyor.
Yazarın, böyle karmaşa dolu körler dünyasını çok ince sınırlar içinde izlettiği resimler çizerek göz önüne sermesi, adı belli ülkeler de yaşayan her toplumun gördüğü yada okudu resimlerdir. Yazarında dediği gibi ‘resimler onları görenlerin gözleriyle okunur.’ Ben resimleri gördüm.
Gelecekler, umutsuz ve karanlık…
Jose Saramago, romanında ki karakterlerin belirli bir isimleri bulunmamakla birlikte hepsini ayırt edici özellikleriyle anlatmıştır ve sıfatları vardır. Doktor, doktorun karısı, ilk kör, siyah gözlüklü kız, oto hırsızı, şaşı çocuk vb. isimlere sahiptirler.
Beyaz körlüğe bulaşıcı bir hastalık gibi yakalanan insanları, devlet ölümle baş başa bırakmıştır. Karantinaya alındıkları akıl hastanesinde cinsel istismar, açlık, gruplaşma gibi sorunlar işlenirken toplumun psikolojik olarak çöküşü ve zaman kavramının yok oluşu çok güzel işlenmiştir
Jose Saramago’nun dediği gibi ‘asıl körlük, umudun tükendiği bu dünyada yaşamaktır’
Kitap trafik ışıklarında bir adamın aniden direksiyon başında kör olmasıyla başlar. ‘Daha sonra bir göz doktoruna gider ve doktor ne kadar araştırsa da bir sonuç bulamaz. Çünkü adam hiçbir belirti göstermeden aniden kör olmuştur ve bu durumu açıklayacak kimse yoktur.
Ertesi gün adamı muayene eden doktor da kör olmuştur ve doktor bütün yetkili kişilere durumu bildirir. Adamın muayeneye gittiği klinikte bulunan bütün hastalar da sırasıyla kör olmuştur. Bunun yanı sıra ilk köre ışıklarda yardım eden adam ilk körün arabasını çalmış ve o da ardından kör olmuştur.’ ‘Sağlık bakanlığı bunun bir salgın hastalık olduğunu duyurur ve doktor ve ilk kör olan grubu bir hastanede karantinaya alırlar. Karantina süreci çok zorlu bir süreçtir.
Ve bu süreçte bu gruba yardım eden kişi doktorun karısıdır. Gözleri tek gören insan odur ve gruba yardımcı olur.
Jose Saramago yazdığı ‘Körlük’ kitabından aldığım alıntılar gibi, ve/veya almadığım diğer satırların her biri, kitabın özlü sözlerle yazılmış gibi, yada herbiri ayrı ayrı bir öğretici kimlik niteliğinde, hatta bir yaşam kuralları serisi gibi anlatılardır. Her okuyanın içinde hissettiği duygulara da tercüman olduğu düşüncesindeyim.
Yazarın kitaba kendi ifadeleriyle, ‘bakabiliyorsan gör, görebiliyorsan, gözle’ diyerek başlaması, yaratılan evrenin tüm insanlığı sarmalaması ve sessiz sözlerle sorgulaması, benim başıma gelmez diyen herkese/hepimize sorumluluğumuzu hatırlatır niteliktedir.
Karanlığı aydınlatacak olan, ‘ister beyaz karanlık olsun ister kara karanlık körlüğü olsun’ kitapda yazarın büyük inceliklerle işlediği, işaret ettiği, anlamak isteyenlerin anlayabileceği bir akış içinde tüm bu olumsuzlukları giderecek olanın ‘kadınlar’ olduğunu, Nobel edebiyat ödülü aldığı kitabında hem de bir erkek yazarın haykırışlarıyla duymak beni çok etkiledi. Bozuk düzene dur diyecek olan da kadınlardır. Körlüğe aydınlığı gösteren, insanları cesaretlediren ve düzenin kayganlığına dur diyecek de kadınlar olacaktır. Resimler onları görenlerin gözleriyle gördüğü gibi, benim gözlerimde kitabın anlattığı bu resimleri gördü.
Hayatta kalmaksa amaç, bu sadece işler yolundayken belki mümkündür. Ya değilse, o zaman mutlak anlamda Jose Saramago’nun dediği gibi, ‘gerçekten de bir örgütlenme sorunu söz konusu bizim için, önce beslenme, sonra örgütlenme, ikisi de yaşamda en gerekli şeyler,‘ dir.
Kitaptaki son alıntı ile incelemelerimi bitirmek istiyorum. Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.
ALINTILAR:
‘Bu kardeşlik havası uzun sürmedi. Kargaşadan yararlanan birçok kör bu arada taşıyabildiği kadar çok miktarda kasayı yüklenip sıvışşmıştı ve bu yakışıksız davranış yiyeceklerin dağıtımında elbette adaletsizliklerin yaşanmasına yol açacaktı. İyi niyetli insanlar –kim ne derse desin böyle insanlar her zaman vardır–, bunun hiç de hoş bir davranış olmadığını utançla ileri sürerek durumu protesto ettiler, Birbirimize güvenemeyeceksek bu işin sonu nereye varır, diyordu kimi körler,’
Akıl yürütmeye her zaman gölge düşüren önyargılara ve duygulara kapılmadan soğukkanlılıkla bakabilseydik, yetkililerin bütün körleri bir araya toplamalarının, her birimizi cüzamlılara yaptıkları gibi benzerlerimizin yanına birbirimizle iyi geçinmek üzere koymalarının büyük bir ileri görüşlülük olduğunu anlardık, koğuşun dip tarafında yatan doktor bize örgütlenmemiz gerektiğini söylediğinde haklıydı, gerçekten de bir örgütlenme sorunu söz konusu bizim için, önce beslenme, sonra örgütlenme, ikisi de yaşamda en gerekli şeyler,
Bütünüyle normal insanlar gibi yaşama yeteneğimizi yitirmiş olsak da, yaşamımızı hayvanlar gibi sürdürmemek için elimizden geleni yapmalıyız, sözleri sayesinde gerçekleşmiş gibi görünüyor, bu yalın ve temel nitelikteki sözleri o kadar çok yineledi ki koğuşun geriye kalanı bu deyişi sonunda özlü söze, özdeyişe, öğretiye, hatta yaşam kuralına dönüştürdü.
Bu da bir başka eğitici öykü sanki, dedi bilinmeyen ses, kıssadan hisse, kör olmak istersen, olursun.
Papaz giysisi giymekle papaz olunmadığı gibi, eline asa almakla da kral olunmaz.
İnsanlar arasındaki kavga öyle ya da böyle bir tür körlüktür,
şeytan her zaman her kapının ardında olmaz,
istisnası olmayan kural olmaz ve bu sözün doğruluğu burada bir kadın tarafından kanıtlandı,
Kısaca söyleyecek olursak, her şey aynı anda oldu, doktorun karısı bağırarak herkesin artık özgür olduğunu söyledi, binanın sol kanadının çatısı korkunç bir gürültüyle çöktü, alev parçaları her bir yana yağmur gibi yağdı, körler haykırarak avluya doğru koşuştular, bunu başaramayanlar içerde kaldı ve duvarlarda ezildi,
her şey yolunda giderken herkesin kendine özgü düşünceleri vardır, ama doğal gereksemeler bizi acımasızca sıkıştırmaya başladığında, duyduğumuz acı, çektiğimiz sıkıntı bedenimizin kaldıramayacağı boyuta ulaştığında, içimizdeki hayvan kendini tüm varlığıyla ortaya koyar.
bir bardak su bulmanın bu evrende ne büyük bir mucize olduğunu yineliyordu yalnızca.
beni kör eden sizin körlüğünüz, gözleri görenlerin sayısı daha çok olsaydı belki ben de daha iyi görmeye başlardım,
Zaman tükeniyor, çürümüşlük yayılıyor, hastalıklar kapıları açık bulup içeri dalıyor, su tükeniyor, yiyecekler zehre dönüştü, işte size yapacağım ilk açıklama, dedi doktorun karısı,
Bu meydanda, dünyanın sonunun geldiği ilan ediliyordu, günahlarımızın cezasını çekerek huzura kavuşacağımız söyleniyor, yedinci günden, meleklerin yeryüzüne ineceğinden, evrenin parçalanıp dağılacağından, güneşin söneceğinden, kabile zihniyetinden, adamotunun özsuyundan, kaplanın çevresine yaydığı kokudan, maymunun erdeminden, rüzgârın disiplininden, aydedenin kokusundan, karanlıkların çağrısından, şeytan kovma ayinlerinin gücünden, topuğun bıraktığı izden, gülün çarmıha gerilmesinden, akkanın saflığından, kara kedinin kanından, gölgelerin
uyuşukluğundan, bataklıkların başkaldırısından, yamyamlığın mantığından, acısız iğdiş etme yönteminden, göksel dövme yapımından, gönüllü körlükten, içbükey, dışbükey, düz, dikey, yatık, yoğun, yayınık, yırtıcı düşünceden, ses tellerinin alınmasından, sözün ölümünden söz ediliyordu,
aslında hayatta olanların hep birlikte ayağa kalkmaları gerek ama bunu yapmıyorlar, Biz şimdiden yarı yarıya ölüyüz, dedi doktor, Hayır, yarı yarıya canlıyız, diye karşılık verdi karısı.
zamana zaman tanımak gerekir, her şeye egemen olan zamandır, zaman, kumar masasında karşımızda oturan öteki kumarbazdır ve bütün kartlar onun elindedir, bizler ancak yaşam karşılığında o masadan bir şeyler kazanırız, kendi yaşamımız karşılığında,
Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.
Salime Kaman
Ressam- Sanat Yazarı
Arkansas, Ocak-2022