Mehmet Tepebaşı Portakal Çiçeği Kokusu ve Bir de Adana

Her şeyi paylaşırız burada. Sevincimizi, üzüntümüzü, dertlerimizi. Ama özlemlerimizi, özellikle seni yakan, her düşündüğünde senin burnunun direğini sızlatan, kişisel özlemlerini pek değil. Çünkü biliriz ki, özlem yakar insanı mahpusta. Herkesin dağ kadar büyük ve içinde akacak lav kadar yakıcı olan bir hasreti varken, bir de bizim yanıp tutuşuyor olmamızın altında kalmamalı insanlar. Bu yüzden kaç gündür kimselere anlatamadan, içim içimi yiyerek dolanıyorum koğuşta. Bir başkayım! Bir delişmen bakıyorum herkese! Görüyorlar, hatta belki de anlıyorlar ama yine de ne onlar soruyor, “Nedir bu haller” diye, ne de ben çıkabiliyorum bu ne yerdeyim, ne gökteyim hallerimden. Çünkü yaşadığım, bir ADANA ve bir de PORTAKAL ÇİÇEĞİ KOKUSU!

https://www.dr.com.tr/Kitap/Portakal-Cicegi-Kokusu-Bir-de-Adana/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0001902542001

Bir de hemen, ama sözcüğün gerçek anlamıyla hemen Adanalı oldum. Hani Adana bir insan olsa, boynuna sarılıp, bir daha asla bırakmayacak, küçücük ve incecik kollarımın yettiği bir kuvvetle canını acıtacak kadar Adanalı. Biraz büyüyünce, toprağına oturup onu, annemin benim başımı okşarken gösterdiği şefkat kadar bir sevgiyle okşayacak kadar Adanalı!

Yirmi idam ve müebbet hapse mahkûm politik tutuklunun da olduğu koğuşun ortasına yaşlı, yorgun, yardıma muhtaç bir güvercin düşer. Ve düştüğü andan itibaren, koğuştaki herkesin haklarına sahip bir birey olarak kabul edilir…

 

 

 

 

 

Yankı DİYAR

“Her şeyi paylaşırız burada. Sevincimizi, üzüntümüzü, dertlerimizi.Ama özlemlerimizi, özellikle seni yakan, her düşündüğünde senin burnunun direğini sızlatan, kişisel özlemlerini pek değil. Çünkü biliriz ki, özlem yakar insanı mahpusta. Herkesin dağ kadar büyük ve içinde akacak lav kadar yakıcı olan bir hasreti varken, bir de bizim yanıp tutuşuyor olmamızın altında kalmamalı insanlar. Bu yüzden kaç gündür kimselere anlatamadan, içim içimi yiyerek dolanıyorum koğuşta. Bir başkayım! Bir delişmen bakıyorum herkese! Görüyorlar, hatta belki de anlıyorlar ama yine de ne onlar soruyor, “Nedir bu haller” diye, ne de ben çıkabiliyorum bu ne yerdeyim, ne gökteyim hallerimden. Çünkü yaşadığım, bir Adana ve bir de Portakal Çiçeği Kokusu!”

Bu satırlar Su Yayınları’ndan çıkan Mehmet Tepebaşı’nın ‘Portakal Çiçeği Kokusu Bir de Adana’ kitabının tanıtım bülteninden. Devrimci duyarlılığın, dayanışmanın, mücadelenin en güzel biçimleriyle yansıdığı kitap onların, bizim, hepimizin yaşamında, kendileri küçük ama yaşamlarımızda büyük izler bırakan öykülerden oluşuyor.

MEHMET TEPEBAŞI Müebbet hapislikten başarılı bir yazarlığa ulaşan bir hayat

 

Mehmet Tepebaşı’nın hayatı müebbet hapislikten başarılı bir yazarlığa ulaşan bir hayattır. Dünyayı değiştireyim derken, dünya onu değiştirdi. Onun hayatının iki ayı sorguda, 6 yıl 8 ayı çeşitli cezaevinde olmak üzere yaklaşık yedi yılı hapislerde geçti. Dünya edebiyatını hapishane kitaplığındaki kitapları okuyarak tanımaya başladı. Okudukça düşündü, düşündükçe okudu. Dünya klasikleri onun dünyasını değiştirdi. Hayatı, dünü, bugünü, yarını yeniden düşündü. Kendi kendini yeniden yarattı. Silahı bıraktı eline kalemi aldı. Öyküler, şiirler yazmaya başladı.

Mehmet Tepebaşı çok zor geçen hayatını yazarlığa dönüştürebildi. Yazarak hayatta kalabildi. Yaza yaza, düşüne düşüne, okuya okuya kendini değiştirdi. Sıfırlanmış hayatını yeniden kurdu.

Mehmet Tepebaşı dünyayı ve Türkiye’yi değiştirmek isterken kendini değiştiren bir yazardır. Onun hayatı inanılması, hayal edilmesi bile zor olaylarla geçti

Hapisten çıktıktan sonra başka isimlerle hayatını yeniden kurmaya çalıştı. Sahte kimliklerle hayatı kurmak çok zordur. Bunu yaşayan bilir. Etrafındaki çember daraldı. Türkiye’de yaşayamaz hale düştü.

Gözleri arkada kalarak anayurdunu, kurtarmak istediği, değiştirmek istediği Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. 18 Mart 1991 tarihinde Hollanda’ya ulaşabildi. Bu tarihten itibaren Hollanda’da hayatını yeniden kurdu. Bütün kitaplarını Hollanda’da yazdı. Mehmet Tepebaşı’nın hayatı benim, senin, bizlerin hayatlarının bir parçası, bir özetidir.

1 Mayıs 1959 tarihinde Sivas ili, Kangal ilçesi, Irmaç adlı Alevi-Kürt köyünde dünyaya gelmiştir. Bu köy 1915 yılına kadar bir Ermeni köyü imiş. Irmaç köyünün hikâyesi de Mehmet Tepebaşı’nın hayat hikâyesi gibi çok karışık, çok acılı. Irmaç köyünün insanları aç, sefil, perişandı. İnsanlar kendi başlarını kurtarmak için büyük şehirlere göçüyorlardı. Mehmet Tepebaşı’nın ailesi de Adana’nın bir gecekondu mahallesine göçtü. Mehmet Tepebaşı bu nedenle kendini Adanalı kabul eder.

İlk ve ortaokulu Adana’da takdirname ile bitirmişti. Lise’de başarılı bir öğrenciydi. Lise 2’de iken kendini siyasi çatışmaların içinde buldu. Her gün okulu ve mahalleyi MHP’li “komandolar” basıyor, terör estiriyor, öğrencileri ve insanları korkutuyorlardı. Canını kurtarmak için “komandolara” karşı delikanlı heyecanıyla arkadaşlarıyla birlikte mücadeleye başladı. Yer yerinden oynamıştı. Rüzgârlar soldan esiyordu o zaman! Bir sel akıyordu kendi yatağını kendi açarak ve insanları içine çekerek. Mehmet Tepebaşı da bu sele katıldı, daha doğrusu akan sel onu da içine aldı. Uzun uzun düşünmeye zaman yoktu. Hayat onu erkenden olgunlaştırdı. Canını kurtarmak isterken polis tarafından aranır duruma düştü.

12 Eylül 1980 darbesi sırasında Mersin’de idi. Mücadele şartları daha da zorlaşmıştı. Başka kimliklerle canını korumaya çalıştı. Olmadı, etrafındaki çember daralıyordu. Büyük umutlarla Lübnan’daki Filistin kamplarına gitti. Üç yıl kaldı oralarda. Filistinliler yenilince Mehmet Tepebaşı da Türkiye’ye dönmek için yollara düştü. Tam sınırı geçeyim derken, tel örgülerin önünde yakalandı. 6 yıl 8 ayı çeşitli cezaevinde olmak üzere yaklaşık yedi yıl hapiste kaldı.

Mehmet Tepebaşı’nın hayatı müebbet hapislikten başarılı bir yazarlığa ulaşan bir hayattır. Mehmet Tepebaşı çok zor geçen hayatını yazarlığa dönüştürebildi. Yazarak hayatta kalabildi. Yaza yaza, düşüne düşüne, okuya okuya kendini değiştirdi. Sıfırlanmış hayatını yeniden kurdu. Nasıl kurdu? Nereden nereye geldi? Ben sordum, o cevapladı. Birlikte okuyalım.

MEHMET TEPEBAŞI

Kendinizi tanıtır mısınız?

Altmış iki yaşındaki birinin kendini “kısaca” anlatması o kadar kolay değil. Her yıla bir satır düşse, altmış iki satır eder ki, nereden baksan iki kitap sayfasını kaplar. Ama ben yine de sizi kırmayıp, “kısaca” anlatmaya çalışacağım.

Köye ait anılarım oldukça az, ama asla unutamayacağım güzel sahnelerin olduğu bir siyah beyaz filmdir kafamda. Sonra Adana’ya göçtük. Hayatımdaki ilk treni, ilk faytonu ve iner inmez yediğim, tadını asla unutmadığım ilk dondurmayı bu vesile ile görmüş oldum. Bir de hemen, ama sözcüğün gerçek anlamıyla hemen Adanalı oldum. Hani Adana bir insan olsa, boynuna sarılıp, bir daha asla bırakmayacak, küçücük ve incecik kollarımın yettiği bir kuvvetle canını acıtacak kadar Adanalı. Biraz büyüyünce, toprağına oturup onu, annemin benim başımı okşarken gösterdiği şefkat kadar bir sevgiyle okşayacak kadar Adanalı!

https://www.kemalyalcin.com/edebiyat/mehmet-tepebasi-muebbet-hapislikten-basarili-bir-yazarliga-ulasan-bir-hayat/