Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlarından biriydi Yeniceli Mehmet Ağa. Maraş’ın savunması için malını, mülkünü, canını ortaya koydu. Yanına aldığı 120 kahramanın ailelerine 40 yıl boyunca baktı. Gazeteci Mehmet Uluğtürkan, Mehmet Ağa’nın hikayesini ‘Madalyasız’da kaleme aldı. Ve edebiyat yoluyla tarihe önemli bir not düştü…
Gazeteci Mehmet Uluğtürkan’ın ilk romanı olan ‘Madalyasız’, son dönemlerin en dikkat çekici eserlerinden birisi…
Doğan Kitap etiketiyle çıkan kitap, Kurtuluş Savaşı sırasında büyük bir kahramanlığı anlatıyor. O kahramanlığın merkezinde Yeniceli Mehmet Ağa yer alıyor.
Mehmet Ağa, Mustafa Kemal Atatürk’ün çağrısı üzerine malını mülkünü ortaya koyuyor ve 120 kişiyle birlikte mücadeleye katılıyor. Öncesinde ise yanına aldığı 120 kişinin ailelerine kaç yıl bakabileceğini hesaplıyor.
Hesapların ardından Mustafa Kemal Paşa’ya mektup yazıyor: “Ben ve oğlum dahil, atlı ve silahlı 120 kişiyle, emrettiğin yerde göreve hazırız…”
Mustafa Kemal Paşa, Mehmet Ağa ve adamlarını, Fransız işgali altındaki Maraş’ın savunmasında görevlendiriyor.
Görevi başarıyla tamamlasa da, bulunduğu bölgede kendisini kıskananların iftirasıyla kendisini İstiklal Mahkemesi’nde buluyor.
Tam ipe gidecekken, verdiği mücadeleye şahit olan Kılıç Ali tarafından kurtarılıyor. Ardından da sürgün günleri başlıyor. Mehmet Ağa, verdiği sözü ömrü yettiğince tutuyor. Oğluna bu sözü tutmasını vasiyet ediyor.
Soluksuz okunan ve yalın bir dille kaleme alınan Madalyasız, özellikle, toplum olarak kutuplaşmanın had safhaya geldiği bugünlerde, kurtuluş mücadelesinde gösterilen dayanışmayı sergilemesi açısından oldukça önemli bir eser.
O eserde imzası bulunan Mehmet Uluğtürkan’la konuştuk…
Yeniceli Mehmet Ağa, Darende’de yaşayan bir İstiklal Savaşı kahramanı… Bu kahramanın hikayesiyle ilk olarak nasıl karşılaştınız?
1959 tarihli bir gazete geçti elime. Gazeteci tabiriyle iki sütunluk küçük bir haber dikkatimi çekti. Haberin girişi şöyle başlıyordu: “Yeniceli Mehmet Ağa’nın oğlu Hamit Yücel, babasının Kurtuluş Savaşı’na götürdüğü gençlerin aileleriyle helalleşti…” ‘Nasıl yani?’ diye sordum kendi kendime ve kısa haberin detaylarını okudum. 1919’da Darende’den bir ağa, Maraş’ın Fransızlar’dan kurtarılması için çatışmalara kendi ve oğluyla birlikte katılmış. Mahiyetinde götürdüğü gençlerin şehit olmaları durumunda ailelerine 40 yıl bakacağı sözünü vermiş. Mehmet Ağa ve çetesi Maraş’ın düşman işgalinden kurtuluş mücadelesinde büyük yararlılık sağlamışlar. Mehmet Ağa çatışmalarda oğlu Nuri dahil 48 evladını şehit vermiş. Ağa, şehit yakınlarının tamamına hayatını kaybettiği 1937 yılına kadar bakmış, eksiklerini gidermiş. Sonrasında çocuklarına vasiyet etmiş, “Söz verdim. Bu ailelere 40 yıl doluncaya kadar bakacaksınız” demiş. Oğlu Hamit de 1937’den 1959’a kadar bu vasiyete uymuş. 1959’da süre dolunca bir helalleşme yemeği tertip etmiş. Yüzlerce kişinin katıldığı yemeğe Darende Kaymakamı ve Malatya Valisi de katıldığı için konu gazeteye haber olmuş. Haberi okuyunca gözlerim doldu, “Ne kadar güzel roman olur” fikri o zaman doğdu. Birkaç dakika içerisinde bana heyecanı, gururu, şaşkınlığı, hüznü, sevinci aynı anda yaşatan bu konunun ilgi çekecek bir roman olabileceğini düşündüm.
3 YILLIK ÇALIŞMANIN ÜRÜNÜ
Yazmaya başlamadan önce bölgeyle, olayın geçtiği tarihle, Yeniceli Mehmet Ağa ile ilgili nasıl bir ön araştırma yaptınız?
Romanı yazmaya başlamadan önce yaklaşık 2,5 yıl araştırma yaptım. Topladığım bilgi ve belgeleri düzenleyip ayıkladıktan sonra yazma aşamasına geçtim. Yazması da 6 aydan fazla sürdü. Yani toplam 3 yıllık çalışmanın bir ürünü bu roman. Sivas Kongresi notlarını, Atatürk’ün o dönemde Milli Mücadele’ye destek olsun diye Sivas’ta çıkardığı İrade-i Milliye gazetelerini okudum. Kahramanmaraş’ta Ankara’da araştırmalar yaptım. Mehmet Ağa’nın Darende Yenice’de yaşayan torunlarıyla görüştüm. Bütün bu çalışmalarım farklı detaylara ulaşmamı da sağladı. Kahramanımız Mehmet Ağa’nın iftiraya uğrayarak İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmasından, İstiklal Madalyası’nı reddetmesine varıncaya kadar birbirinden ilginç konuları da gerçekliğe bağlı kalarak romana yansıttım.
Edebi dili, üslubu seçerken neye dikkat ettiniz?
Mehmet Ağa ve savaşa götürdüğü o değerli insanların destansı hikayesini toplumun her kesiminin öğrenmesini istedim. Bu yüzden ağdalı bir dil yerine, sade bir dili tercih ettim. Uzun ve karmaşık cümlelerden kaçındım. 1919 ila 1959 yılları arasında geçen konuyu dışarıdan izleyip okura aktaran bir gazeteci gibi yazdım. Yaşanan gerçekler o kadar ilgi çekiciydi ki çoğu yerde kurguya ihtiyaç bile duymadım.
Yazının devamını okumak için tıklayın