Kafamı kafenin kapısından içeri soktum. Bir süre etrafa göz gezdirdim. İleride tek kişilik masasında oturmuş menemen yiyen Rıza abiyle göz göze geldim.
– Her şey tamam abi. Senaryo, kamera, ışık, ses, oyuncular…
– Hah süper. Kimler oynayacak şimdi?
– Sen varsın, Cevher, Fulya, Hakan… Bir tek şu patron rolünü oynayacak adamı bulamadım.
– Nasıl bir adam olmalı?
– Ya öyle çok da belli bir özelliği yok aslında. Böyle 50’li yaşlarında kır saçlı bir tip olsa yeter.
– E tamam abi. Bizim Rıza abi var.
– Rıza abi?
– Ya yok mu bu tiyatro kafenin sahibi?
– Eee?
– Tam senin aradığın tip…
– Becerebilir mi?
“Becerebilir mi?”
İşte bu sorudan sonra zaman durdu sanki dostlarım. Yani aslında tam da durmuş sayılmaz da, bu hani Örümcek Adam serisinin ilk filminde örümcek ısırdıktan sonra Peter Parker bir tehdit algıladığında etrafındaki her şey yavaşlıyordu… Sineğin uçuşu, insanların yürüyüşü, gülüşümeler… İşte bu “Becerebilir mi?” sorusundan sonra benim de etrafımda olup biten her şey bir anda yavaşladı.
Nazik bir insandı Barış. Kimseyi kırmak, üzmek istemeyen, kalbi ve ruhu daima iyiliği ve hoşgörüyü taşımaya ant içmiş bir tiyatro sanatçısı… Aksi olsa, rahatlıkla yüzüme şunu haykıracağından emindim.
“Ulan .mına koduğumun dal y.rraa… Sen kimsin lan. 2-3 tane s.kindirik kısa film çektin diye… Rıza Akın lan o. Ömrünü tiyatroya, sinemaya adamış bir sanatçı lan o. Becerebilir miymiş? S.ktir git s.kerim senin kısa filmini de senaryonu da…”
Ama öyle demedi dostlarım. Onun yerine inceden bir tebessüm oluşturdu suratında. Ama inanın yukarıdaki küfürleri etse daha az zoruma giderdi. Çünkü sıradan bir tebessüm değildi o. Kendisi tiyatrocu olduğu için yüzündeki o tebessümü öyle bir kondurmuştu ki dudaklarının kenarına… O an sorduğum sorunun ne kadar yersiz ve yanlış olduğunu, bu sorudan dolayı utanmam ve hatta insan içine bile çıkamayacak kadar rezil olmam gerektiğini idrak ettirmişti bana.
…
Uzun süren çekimlerin ardından hem biraz dinlenmek hem de aileme olan hasretimi gidermek için gittiğim memleketimden 2 hafta sonra döndüğümde evimin kapısına iliştirilmiş elektirik faturası kısa süreli bir baygınlık geçirmeme sebep olmuştu. Evde olduğum zamanlarda bile 40-50 lirayı geçmeyen fatura 2 hafta evde olmama rağmen nasıl oldu da 400 lira gelmişti anlamadım. Hemen ev sahibini arayıp durumu kendisine anlattım. Elektirik idaresinde bir tanıdığı olup olmadığını sordum. Ama kendisi gayet kendinden emin bir sesle, “Gardaş sen kesin gün ısının şartelini açık unutmuşsun. Ben sana diyim” dedi.
“Ananı s.kiyim” dedim içimden. Ev sahibine değil, kendimeydi bu küfür. Hemen banyoya koşup şarteli kontrol ettim. Ve sanki bir Zeki Demirkubuz filminin sahnesiymiş gibi telefonumu bir öfkeyle duvara fırlatıp saçlarımı çekerek kafamı duvara vurmam gerekirdi. Fakat sonra bunun gereksiz bir fevrilik olacağını, hali hazırda g.tüme kaçmış bir masraf varken bir de yeni bir telefon masrafını karşılayamayacağım düşüncesi hızla gelip tuttu kolumu. Usulca telefonu yere bıraktım.
Bir süre banyodaki şartelle bakıştım. Bunu kapatmayı nasıl unutmuş olabilirim diye kendi kendime bir süre daha sordum. Elektrik sayacının durduğu kutuyu açtım. Saniyede 5 tur atıyordu şerefsiz. Onun bu tereddütsüz dönüşü canımı iyice sıkmıştı. İçeri girdim. Buzdolabını açıp kendime bir bira çıkardım. Balkona çıkıp bir sigara yaktım. Uzun süre etrafı seyrettim. Adana’nın semalarında beliren sis, içime gelip yerleşen bu sorumsuzluğun hüznünü bastırmaya yetmiyordu.
Derken hemen arkamdan bir ses “Vay a.ına koyum gardaş dumana bak. Millet ne mangal yaktı lan” dedi. Kafamı çevirip baktığımda karşımda alt komşum ve sıkı dostum Osman’ı gördüm. “Sen nasıl girdin lan içeri” dedim. “E gerizekalı bende de var bu evin anahtarı” dedi. Haklıydı. Benim sis sanıp karşısında türlü edebi şekillere girdiğim dumanın aslında mangal dumanı olduğunu duyduğum an, zaten sıkkın olan canımın iyice sıkıldığından olsa gerek Osman’a sarılıp ağlamaya başladım. Bu halime şaşıran Osman telaşla ne olduğunu sordu. Olanları baştan sona anlattım. Ve cümlem biter bitmez şarteli hâlâ kapatmadığım geldi aklıma. Bir koşu gidip şarteli kapattım. Tam bir gerizekalıydım.
…
Çalışmak zorundaydım. Bu yaştan sonra aileden para isteyecek durumum yoktu. “Aslında saçlarını kesip satabilirsin. Bazı kuaförler alıyo böyle özellikle rastalı uzun saçları” demişti o zaman ki bir kız arkadaşım. Saçlarımı mı satsam diye düşündüm önce. Ama bu işin sonu yoktu benim için. Eminim ki bu kolay para kazanma yolu hoşuma gidecek ve bunu daha da ileriye götürmekten çekinmeyecektim. O yüzden bu karardan hemen vazgeçtim.
Rıza abinin işlettiği kafeye geldiğimde karşıki dükkanın yansımasından üzerime son bir kez çeki düzen verdim. Belime kadar gelen rastalı saçlarım uzun sakallarım, yırtık ayakkabı ve tişörtümle tam bir alternatif garson imajım vardı. Eminim bu halim Rıza abi’nin de hoşuna gidecek ve beni hemen işe alacaktı.
Kafamı kafenin kapısından içeri soktum. Bir süre etrafa göz gezdirdim. İleride tek kişilik masasında oturmuş menemen yiyen Rıza abiyle göz göze geldim. Rıza abi beni gördüğüne sevinmiş gibi yaparak beni yanına çağırdı. Aklımda hala “becerebilecek mi?” sorusunun utangaçlığıyla gidip karşısındaki sandalyeye oturdum. Ağzı doluydu. Çayından büyük bir yudum alıp ağzındaki lokmayı yumuşattı. Önündeki peçeteyle kibarca ağzını silerken lokmasını yuttu. Bana baktı ve gülümseyerek filmin son durumunu sordu. “Montaj aşamasında abi” dedim. S.kindirik bir yönetmen ağzıyla…
“İyi bakalım merakla bekliyorum” dedi. Umrunda olmadığı her halinden belliydi. İçimde kıvranıp duran sıkıntıyı bir türlü gırtlağımdan geçirip dilime konduramamış olduğumu anlamış olacak ki beni rahatlatacak o mühim soruyu sordu.
“Hayırdır, bir derdin var gibi?”
“Valla var abi. İş arıyorum. Garsonluk filan mesela?”
“Burda mı çalışmak istiyorsun?”
“Yani senin için bir sakıncası yoksa”
“Becerebilecek misin peki?”
Bu soru yumruk gibi indi suratıma. Yavşaklar. Kesin biri söyledi diye geçirdim içimden.
“Yani becerebilecek misin derken abi?”
“Becerebilecek misin işte. Gayet açık bir şekilde sordum?”
“Yani şimdi abi tabi haklısın ama ben onu sorarken seni tanımıyordum en nihayetinde?
“Nasıl yani anlamadım?”
“Ha sen laf sokmak için demedin mi şimdi?”
“Kafan mı güzel sabah sabah. Ne diyosun a.ına koyim ya”
İçim rahatlamıştı. Mevzudan haberi yoktu.
“Tabi ki beceririm abi. Ne olacak iki çanak bir bardak taşıcaz en nihayetinde” dedim yavşak gibi gülümseyerek.
“Peki tamam” dedi. “Yarın gel başla”
Mutluluğumun dışa vuruşu mu yoksa yeni patronuma bir nevi yakınlık sergileme isteği miydi neydi, birden “Nuri Bilge Ceylan” dedim.
“Eee?” dedi.
“Adam bir başka bakıyor be Rıza Baba” dedim.
“Baba mı?”
“Evet baba. Bundan sonra sen benim için Rıza babasın. Arka sokaklar dizisinde var ya hani…”
Nuri Bilge Ceylan’dan Arka Sokaklar dizisine geçişimden mi tiksindi bilmiyorum birden saatine bakıp, “Ooo çok geç kaldım. Provaya yetişmem lazım” diyerek apar topar çantasını alıp ayrıldı kafeden.
“Görüşürüz Rıza babaaaa!” diye bağırdım arkasından.
…
Yazının devamını okumak için tıklayın