“Yaratıcılığın Kendiliğinden Olduğuna İnanan Biri Değilim”
Müzisyen ve besteci Mert Pekduraner ile geçtiğimiz aylarda yayımladığı Geriye ne kaldı’yı odağımıza alarak müzikal yolculuğuna, albüm hikâyesine, çalışma rutinine, yakın dönem projelerine ve ilk konserine dair merak ettiklerimizi konuştuk.
Mert Pekduraner ile tanışmam geçtiğimiz kış bir arkadaşımın gönderdiği bir Spotify bağlantısı sayesinde oldu. Gönderdiği bu bağlantı beni “Kıyı”ya götürdü ve sonrasında Pekduraner, müziğini takibe aldığım bir müzisyen oldu. “Bahar”, “Gülleri Elinde” derken bu yılın haziran ayında yayımlanan “Ne Yere?”, “Çukurova” ve “Beyaz Geceler” ile altı parçadan oluşan Geriye ne kaldı albümü dinlemeyi en çok sevdiğim albümler arasında yerini aldı. Geriye ne kaldı vesilesiyle bir araya geldiğimiz Mert Pekduraner ile tanışarak başladığımız, müzikal yolculuğuna katıldığımız, albüm sürecini takip ettiğimiz, üretmenin anlamını ve rutinini araştırdığımız bir akış ile son olarak ilk konser tarihini öğrendiğimiz bir sohbet gerçekleştirdik.
Mert, seninle “Kıyı”, “Bahar”, “Gülleri Elinde” adlı teklilerinle tanıştık ve şimdi bizi ilk EP’n Geriye ne kaldı bir araya getirdi. Ama önce senden konuşarak başlayalım mı? Müzisyen ve besteci olmanın yanı sıra farklı disiplinlerde sanatsal üretimler de yaptığını biliyorum. Kendinden ve çalışmalarından biraz bahseder misin?
Bu güzel açılış sorusu için teşekkür ederim. Adana’da büyüyen, üniversite ve müzik hayatı için İstanbul’a taşınan biriyim. İTÜ Mimarlık bölümünde aldığım mimarlık eğitimi ile müzik hayatım birlikte gitti her zaman. İçinde bulunduğum Taşkışla (Mimarlık Fakültesi) ve mimarlık eğitiminin çoklu disipline sahip yapısı hem müziğimi hem sanat çalışmalarımı olumlu yönde etkiledi. Bu eğitim süresince birden çok disiplinle ilgilendim ve sonuç olarak bunu fotoğraf ve video alanındaki işlere yönelttim. Bunun üstüne en çok çalıştığım yer ise İtalya oldu. Sekiz ay Milano’da yaşayıp onlarca film analog fotoğraf çektim. Sonrasında ise Güzel Sanatlar ve Tasarım bölümünde yüksek lisansı kabulü alıp Hollanda’ya taşındım. Şimdi ise tekrar İstanbul’da müzik ve tasarım yoğunluklu bir hayat yaşıyorum.
Peki şu an seninle bu sohbeti gerçekleştirme fırsatı veren müzikle yolların ne zaman ve nasıl kesişti?
9 – 10 yaşlarındayken gitar almaları için annemle babamın kafasını şişiriyordum sanırım. O gitarı aldılar bana. Sonrasında bir müzik merkezinde eğitim aldım. Böyle böyle yıllar geçti. Hiç bırakmadım ama gitarı. E tabii lisede grup kurup çalmalar malum :). Ardından İstanbul’a gelişim var. Buraya geldiğim ilk zamanlarda korolara girip, söyledim. Çok sesli bir çalışma ortamının bir müzisyen için çok önemli bir ortam olduğunu düşünüyorum.
Bir yandan bu soruya şöyle de bir cevap vermek gerekli bence: Müzik ile yolumun iyi bir dinleyici olduğumda da kesiştiğine inanıyorum. İyi dinleyici olmak seslerle iyi bir bağ kurmayı, sesleri doğru yerlere yerleştirmeyi geliştiriyor. Çok fazla müzik dinlemeye çalıştım. Bu topraklardaki müziğin kökenini, Anadolu müziğini, kuzey cazını, İran müziğini, klasik müzik eserlerini… En önemlisi bunların harmanını. Bu yaklaşımları anlamak için çok çabaladım, kendimce de anlamlar çıkarttım. Sonra kendi müziğimi yazmaya başlayınca etkisinde kaldığım her şey ve içimdekiler buluştu. Böylelikle “müzik” dediğimiz şeyle yolum bir de bu şekilde kesişmiş oldu.
Bu soruya senin cevabından çıkarak yön vermek istiyorum. “Kendi müziğimi yazmaya başlayınca etkisinde kaldığım her şey ve içimdekiler buluştu.” Dedin. O hâlde müzikal evrenini neler oluşturuyor, neler eklemek istiyorsun buraya? Müziğinle yapmak istediğin, paylaşmak istediğin nedir?
Müzikal evrenimde her şey var. Dinlediklerim, üzerine çalıştıklarım, okuduklarım, arkadaşımla ettiğim sohbet, kedimle bakışmamız ya da bana seslenmesi, yürümek… Her şeyden etkilenebilir ve her şeyi içinde barındıran bir evren. Mesela üzerine çalıştığım parçalarda çözemediğim/takıldığım yerler oluyor ve bunları aniden içime sinen bir sonuca ulaştırıyorum. Misal yürürken ya da bir film izlerken. Bu nedenle müzikal evrenimde her şeyin mevcut olduğunu, her şeyde de müzikal evrenimin olduğunu düşünüyorum.
Yayımladığım altı parça için konuşursak Geriye ne kaldı tamamen ne yapmak istediğimi ifade eden bir tanım. Kendime hep şunu söyleyerek yazdım bu müzikleri:
Ben bu evrenden gittiğimde saniyelik de olsa şu anki bilincimle, kendime bakıp “geriye ne kaldı?” diye sorduğumda cevap vermek istiyorum. Bunu da var olma nedenim olarak gördüğüm şeyle yapabilirdim. Yoksa gerçek bir cevap olmaz. O da müzik.
Paylaşmak istediğim net bir şey yok. Olabileceğini de düşünmüyorum. Dinleyicinin ne hissettiği, bu seslerde buldukları benim paylaşmak istediğim şey diyebilirim. Parçaların her biri kendi hikâyesine sahip olduğu gibi her dinleyicide de yeni hikâyeler yaratıyor.
Sözümüzü tam anlamıyla Geriye ne kaldı’ya getirelim mi? Nasıl bir hazırlık ve kayıt süreci geçirdin? Ne kadar sürede ortaya çıktı?
Getirelim tabii seve seve. Hazırlık sürecine bireysel tarafımdan yaklaşacak olursam uzun bir süreçti. Albümdeki iki parça -“Bahar” ve “Gülleri Elinde”- yıllardır üzerine çalışıp farklı farklı noktalara çektiğim iki parça mesela. “Çukurova”, “Ne yere?”, “Beyaz Geceler” ve “Kıyı” ise son 1.5 yılın sonucu. Bu iki parça ve devamındakileri son hâllerine getirmem pandemi başından kayıt sürecine kadarki zamanı kapsıyor. Aslında düşündüğüm tek şey kafamda sonuçlandırdığım kompozisyonlara erişmekti. Fakat bu olağanüstü zor bir şey bence. Ben zorlanıyorum en azından. Bir süre sonra ‘mükemmel iyinin düşmanıdır’ diyerek tamam dedim ve kağıtlara notlarımı aldım, notaları yazdım ama evden stüdyoya yürürken bile kafamda hâlâ bazı partisyonları düşünüp, şurası şöyle mi olsa filan diyordum.
İşin diğer kısmına bakarsak, Ezgi Coşkunpınar ve Nihal Saruhanlı ardından da Apostolos Sideris’in eklendiği şahane bir ekip işi var. Ezgi ile ilk tanıştığımızdan beri İstanbul kemençesi ve gitar olarak evde provalar yaptık. Ardından Nihal dâhil oldu. Bir süre parçalara kapandık ve çalıştık. Müziği çok iyi anlayan müzisyenler. Parçalar bu çalışmalarla başka başka noktalara gitti her seferinde. Uzun bir süreçti bu. Her çalışmada sanki parçalar ‘olmuş’luğa daha da yaklaşıyordu. Ardından Apostolos Sideris’i albüm kaydına davet ettim. Hem yazdığım partisyonları hem de onun için bıraktığım emprovizasyon alanlarını olağanüstü bir şekilde çaldı ve hep birlikte ortaya böyle bir albüm çıkarmış olduk.
Kayıt süreci de çok keyifliydi. Stüdyoya girdik birkaç kez çaldık parçaları ve kaydetmiş olduk. Albümün en önemli özelliklerinden biri canlı kaydedilmiş olması. Bu müziği böyle kaydetmek hissiyat açısından çok önemliydi. Yani biz çalarken birbirimize baktık, hissettik. Bu çok değerliydi. Albümü dinledikçe o kayıt anlarını anımsamak bu işi daha da değerli hâle getiriyor benim için.
EP’nin öncülleri “Gülleri Elinde”, “Kıyı” ve “Bahar” teklilerindi. Şu an Geriye ne kaldı ile üç parçanı daha dinleyiciyle paylaştın. Altı parçayı bu şekilde yayımlamanın sebebi nedir? Nasıl bir tamamlanmışlıktan bahsedebiliriz şu an? Geriye neler kaldı? 🙂
Aslında Geriye ne kaldı’nın altı parçasını dinledik hep birlikte. “Kıyı”, “Gülleri Elinde” ve “Bahar” altı parçalık albümün ilk üç parçası. Geriye ne kaldı albüm ismini sonradan vermek istediğim için bu şekilde yayımladım. Parça parça yani. Teknik bir aksaklıktan dolayı ilk çıkan üç parçayı da bu başlık altına koyamadım. Bir noktada güzel de oldu çünkü ilk üç parça ile sonradan çıkan üç parça arasında bir farklılar hissine bürünmüştüm. Geriye kalanlarda Geriye ne kaldı’dan sonra gelecek yeni parçalar bekliyor diyelim. 🙂