Donald Kuspit’ in ‘Sanatın Sonu’ kitabında belirttiği gibi, Modernizm ve Post-Modernizm’e Donald Kuspit değerlendirmesi ile de bakabiliriz.
- yüzyıl içinde üretilmiş çeşitli nesnelerde rastlanan zevksiz, kökeni belirsiz ve estetik değer taşımayan bir tasarım anlayışı yaygınlaşmıştır. Batı kültüründe ‘kötü zevk’ anlamına gelen kitsch’ in Modernizm’de başladığını değil (Kitsch’in Roma İmparatorluğu’ndan bu yana var olduğu açıktır; antik Yunan heykellerinin kopyalarının/sahtelerinin yapılmasıyla başlayan bir süreçtir) etkileri ve sonuçları üstüne düşünmenin, irdelemenin ve eleştirmenin modernizmde başladığını vurgulamak gerekir. Modernizm her zaman yanında var olan, geçmişten günümüze kitleler tarafından derinlemesine içselleştirilmiş Kitsch bilincini ve eleştirisini de doğurmuştur.
Kitsch, Batı kültürü içinde Clement Greenberg, Hermann Bloch, Gillo Dorfles gibi modernist düşünürler tarafından enikonu tanımlanmış bir olgudur. Post-Modernizmin ve küreselliğin de baş tacı ettiği bir olgu olarak bütün kültürlerde görkemli bir biçimde varlığını sürdürür. Hermann Broch her kim olursa olsun kitsch üreten kişinin estetik ölçülerle değerlendirilmemesi gerektiğini öne sürer. Popüler ve ticari amaçlı ürünlerin daha önce ‘üst düzey sanat’ olarak kabul edilmiş işlerle yan yana gelmesi karşısında duyulan tedirginlik, kuşkuları derinleştirdikçe, estetik ölçütlerin birbirine karıştırılmaması gerektiği varsayımı daha da geçerli bir düzeye gelir.
Sanatın sınırlı akademik perspektiflerden uzaklaşma süreçleri de hızlanmış, kısa aralıklarla birinin ötekini izlediği bu süreçler, akademizmin işlevini tamamlamış olmasından kaynaklanan birtakım kuşkuları gündeme getirmiştir. ‘Sanatın Sonu’nun geldiği konusunda ileri sürülen umutsuz yorumların temelinde bu kuşkuların payı bulunur. Ancak soruna daha temelli bir açıdan yaklaşıldığında, sanatsal süreçlerle ilgili toplumsal ve psikolojik etkenlerin zorunlu bir sonucu olarak, sanatın da geçen dönemlerden çok farklı bir çağdaş evrimleşme aşamasına girmiş olmasını doğal karşılamak gerekeceği de düşünülebilir.
Kitapta Post sanat, yaygın postmodernizme göre daha genel belki de daha anlaşılır bir kavram olarak görülür. Tinsel değerlere inanan sanatçı tipinin yerini pazarın taleplerine göre çalışan yeni bir post sanatçı tipinin aldığını belirtirken modern sanatçıların terapi yapma amaçlarını ironik biçimde gerçekleştiren postmodern sanatçılara gönderme yapılmaktadır. 22. Sayfada okuduğumuz, Stella’nın sözü, aslında bir gerçeğe işaret etmektedir. Ticari amaçlarla sanatsal değerlerin bilmeden de olsa birbirine karıştırılması etik bir hatadır ve bu hata sık sık yapılmaktadır. Kuspit’e göre bu etik hata, sanatın can çekişmesinin bir göstergesi olabilir mi? sorusu; Sanatta ciddiyeti belirlemek için artık ciddi hiçbir kriter kalmadığından, herkes ciddi sanatçı haline gelebilmektedir. Stella sanat ile sanat olmayanın birbirinden ayırt edilemez duruma geldiği bir ortamda örneğin Cézanne’ın röprodüksiyonları ile asılları arasında, neredeyse röprodüksiyonları, daha kolay kabul edilebilir bir kanının uyanmasına alaycı bir yorumla yaklaşan Stella, post sanatın uyandırdığı bir çelişkiye parmak basarak, cevap vermiş olur.
O’na göre bu, özgün sanat yapıtı bilincinin kısırlaştırılmasıdır. Picasso’nun soyut heykellerinin işlevsel olmadıkları halde günlük ve sıradan nesneler gibi gösterilmesi ve aşinalık düzeyine indirgenmesi, onların estetik hallerinden soyutlanması anlamına gelmektedir ki, bu durum, modern sanatın kaçınılmaz biçimde gündelik yaşamın içinde eridiğini gösterir.
Donald Kuspit’e göre: “Sanat, artık ne Walter Pater, Roger Fry, Clement Greenberg gibi birbirinden çok farklı eleştirel estetikçilerin ve modernist peygamberlerin savunduğu estetik deneyimin ayrıcalıklı alanıdır ne de Alexander Mitscherlich’in ifadesiyle, boyun eğmeye iten dış baskılara ve içsel korkuya karşı eleştirel düşünce özgürlüğünün zor kazanılmış kavgası“dır. Artık toplumsal kimlik, bireyselliğin kaynağı değildir, hatta bireyselliği engellemektedir .
Stella, sanatın postestetik karakterini ifade ederken, artık bundan böyle sanat yapıtı üretilemeyeceğine vurgu yapmış olmamıştır, yani sanatın sonunun geldiğini ima etmez. Sanat, estetik varlığını gene sürdürecektir. Ancak sanatın önemli bir insani kullanımı olmayacaktır. Meta kimliği, estetik kimliğine üstün gelen sanat, gündelik el ürünlerine dönüşecek, Duchamp’ın değindiği gibi, ‘yaratıcı edim’in özünü oluşturan ‘estetik ozmos’u tersine çevirecektir.Nitekim Stella’ya göre de ‘Modern başlangıçlar’ estetik ozmosun etkisini ortadan kaldırmıştır. Bu durum yüksek sanattan ‘sanat olmayan şey’e doğru geri gidildiğini göstermektedir. Lowry’nin belirttiği gibi, böylece sanat bir eğlence olmakta, sanatı sanat altında toplumsal hizmet veren bir nesne değil, onu sahiden sanat yapan özelliklerden uzak bir konuma çekmektedir. Duchamp’a göre nihai düzeye getirilmemiş olan sanat, tuhaf bir biçimde ham olarak kalmaktan kaynaklanan yaratıcı bir yeniden düşünmeyi gerekli kılmaktadır. O’nun için, ‘sanat yapıtı artık seyredilen bir güzellik olmaktan çıkıp keşfedilecek bir giz, yerine getirilecek bir ödev, imgelem için bir uyarıcı olmaya dönüşmüştür.’
Duchamp , estetik yoksa eğer, sanat eserinden geriye ne kalır? der. Duchamp’ın zevkli olmaktan kaçınmak amacıyla yaptığı mekanik bir çizimden başka hiçbir şey… İçinde hiçbir beğeni kırıntısı yoktur, çünkü tüm resim geleneğinin dışındadır. Böyle bir durumda sanat yapıtı, Afrikalıların yaptığı tahta kaşığa dönüşür, yani en azından sanat haline gelmeden önce, estetik açıdan nötr ya da kayıtsız bir kültür ürününe dönüşür. Yani bir anlamda anonimleşir neredeyse. Bu tür nesnelere iki açıdan bakılabilir mi? Aynı anda hem gündelik ürünler hem de şık birer sanat eseri olarak görülebilirler mi? Örneğin Duchamp’ın onları çifte kimlik içinde görmüş olduğu düşünülürse, cevabı evet olacaktır. Nitekim 1917’de, ‘Çeşme’adlı yapıtı müzeye girdiği zaman ‘güzel ve zarif’ olarak övüldüğünde, bu tür yargılara karşı çıkmıştır. Nedenine gelince, söz konusu yapıt salt estetik düzlemde anlaşılmıştır. Bu ise sanat olan/olmayan yani yapıtın zihinsel olarak yapıt olup da fiziksel olarak sanat olmaması biçimindeki karmaşık kimliğini ortadan kaldırmıştır. Demek oluyor ki, post sanat ürünleri karşısındaki tavrımız ve onlara bakış biçimimiz belirlemektedir, o yapıtların sanat olup olmadığını. Kuspit’e göre sayfa 39 da bahsettiği gibi, aynı anda hem sanat olması hem de olmaması nedeniyle hazır nesnenin sabit bir kimliği yoktur. Sanat olarak gördüğümüz an, sanat olmaktan çıkmıştır artık. İzleyici, onu sanat olarak ciddiye aldığı an sıradanlığa düşer, izleyici onu sıradan bir nesne olarak gördüğü anda da ciddi sanat oluverir. Sorun, gene estetik terimine bakış bağlamında düğümlenmektedir. Moda terimle ifade edilecek olursa, sanat eseri anti-estetik ya da Kuspit’in ifadesiyle post estetik hale gelir, yani estetik değerinden bütünüyle arındırılır. Bu durumda da sanat yapıtı, artık güzel olmaktan çıkmıştır. Hem Duchamp hem de Newman, güzel sanatların sonunun geldiğine işaret ediyorlar ama, güzel sanatların izleri gene yaşamaya devam ediyor. Büyük olasılıkla da devam edecek. Sanatın, gündelik terimlerle anlaşılır hale gelmesi de bundandır.
Theodor Adorno’nun deyimiyle hafif sanat dediğimiz güruh sanatı post estetik bakış açısına göre konuyu doğrudan doğruya biçime dönüştürmektedir. Düşünsellik ve güzellik, bu açıdan değersizleşmektedir. Gerek Duchamp gerekse Newman, estetiği sanat yapıtı ve sanat yaratma sürecinden ayırarak kötülerken, bu gerçeğe işaret ederler. Ruhsal sürecin ve deneyimin ise, sanattan bağımsız bir iç gerçekliği vardır.
Nüanslar ve incelikler gözden çıkarılabilir post sanatta, her şey iletilmek istenen mesajdadır. Ölüm dürtüsü ya da entropi (değişim ve düzensizlik), modern sanatın birleştirici paradoksu olarak, Duchamp’ın Eros’a karşın tercih ettiği kutuptur. Arnheim’e göre entropinin artışı, birbirinden oldukça farklı iki tür etkiye bağlıdır. Bir yandan düzen seviyesinin düşmesini sağlayacak olan basite yönelmeyi, öte yandan düzensiz yıkımı hazırlayacaktır.
Donald Kuspit’e göre post sanat dünyasında her şey pazarlanabilir. Piero Manzoni’nin, dışkı ile sanatın karizmatik birlikteliğini sergilemesi buna tipik bir örnektir.
19. yüzyılda bilinçdışının keşfedilmesiyle başlıyor modernizm. Bilinçdışı ise, doğru olan şeyi değil, yaratıcı olan şeyi bulmaya yöneliktir. Donald Kuspit ve Charles Baudelaire’den Jackson Pollock’a uzanan bir süreçte bilinçdışının sanattaki serüvenine ışık tutulmaktadır. Ne kiç ne de yüksek sanat olmayan post sanatın tamamen sıradan ve gündelik olduğu gerçeğinin altını çizilmektedir. Gündelik gerçekliği çözümlemiş gibi görünürken, aslında onu allayıp pullayarak yeniden önümüze süren bu sanat biçiminin ona eleştirel yaklaştığını iddia ederken, onunla uyum içinde olduğu da savunulmaktadır. Post sanatın kendine ait olduğunu iddia ettiği kinizm, aslında her şeyi bilir geçinen postmodernizmin içsel özelliğidir. Böylece post sanatçı, yüksek eleştirel amaçlar adına sahiplenme iddiasında bulunduğu şey tarafından farkında olmadan sahiplenilmiş olur. İdeoloji ve kuram, post sanatı doğrulamaktadır:
Post sanatçılar, gerçek şeyleri sıradan göstergeler olarak kullanırlar. Bu aşamada yazar, modern sanatın öncülerine gerekli yerlerde atıfta bulunarak, bilinçdışı kültürünün de sona erdiği sonucuna varmaktadır. Bilinç dışına sahip olmayan sanat, bu noktadan itibaren boşa kürek çekmeye başlar ki, günümüzde tanık olduğumuz şey de budur. Donald Kuspit’e göre bilinçdışının toplumsal bir yapı, burjuva ideolojisi olduğu inancı, bilinçdışına yönelik bir saldırıdır.
Bu bağlamda alternatif bir esin kaynağı sunan teknoloji bir yandan da bilinçdışının güvenilirliğini ve değerini azaltmak için yapılan son cesur girişimdir gene yazara göre. Tipik örneğini Adolf Wölfli’de bulduğu çocukluğa ve deliliğe dönüş ise post sanatta eğlence ve oyuna dönüşmüştür.
Baudelaire, oyuncakları barbar ve ilkel yani güçlü bulmuştu. Gauguin ise şunları yazmıştı: Çocuksu şeyler ciddi çalışmalara zararlı olmak şöyle dursun, o çalışmaları zarafet, neşe ve saflıkla donatırlar.
Postmodern düşünürlerin reprodüksiyon kültürüne göndermede bulunan davranışları da bu bağlamda yeniden öne çıkmaktadır.Yazar, kitabında teknolojinin bu yaygın buluşu, sanatı çıkmaza sokarken reprodüksiyonu üretilen her yapıtın da sanat düzeyi kazandığına değinmektedir. O nedenle post sanatın temelidir reprodüksiyon, aynı zamanda da entropik’ tir.
Bilgi ile teknoloji arasındaki dönüşümlü ilişkinin varlığı dikkate alındığında, sanatsal bilgi ve beceri türlerinin özellikle geçen yüzyıldan bu yana katettiği hızlı oluşum belki daha iyi kavranabilir. Doğa ve insan gerçekliğine yönelik bu bilgi, gelişen teknolojiyi yedeğine alarak yeni bakış açıları oluşturdukça, hangi açıdan baktığımıza bağlı olarak yeni izah biçimleri içeren post modernist kuramın kafaları karıştırıcı konumu, bu doğallığı yeterince mazur göstermez. Kitsch ürünlerin piyasayı kapladığı bir ortamda estetiğin, işlevini yeniden tanımlamak için pusuda beklemesini, en azından sanatın sonu kehaneti üzerinde bir kez daha düşünmek gerektiğini ortaya çıkarmaktadır.
Post-Modernizm, gerçeği,oturmuşluğu, güveni ve karşılıklı bütün bir anlayışa dayanan insan ilişkilerini reddetmesiyle son derece radikal bir bakış açısına sahiptir ve postmodern sanat anlayışı, neyin sanat olup neyin olmadığı konusunda bir tartışmaya yol açmıştır. Günümüzde sanat ve sanat eseri piyasa, moda, milyon dolarlar, pazarlama, marka gibi kelimelerle birlikte anılmaktadır. Şöyle ki, insanlar bir şekilde birbirleriyle iletişim kurmayı başarsalar da, bu sadece anlıktır, geçicidir. Geçmişle bağların koparılmaması, sürdürülmesi, postmodern ağırlıklı özelliklerden biri olmaya devam etmektedir. Post-Modernizm, gücünü ve cazibesini uyuma karşı çıkan, çeşitliliği savunan ve bastırılmış grupları destekleyen bir konumdan alır
Bugün Türkiye’de yaygın bir terim olarak kullanılan güncel sanat kavramı için daha önce Alan Kaprow’un bulguladığı post sanat terimini, Donald Kuspit kitabında pek çok yerde kullanmıştır, bunu yaparken de estetiğin eski itibarını kaybettiği görüşünden yola çıkmıştır.
Post-Modernizmdeki ‘post’ eki ‘sonra’ anlamına gelmekle birlikte modernizmden devam eden, ondan kaynaklanan ve onun sorunsallaştırılması ve aşılmaya çalışılması anlamlarına da gelir. Post-Modernizm, söylemlerinde görülen aşırılıklara rağmen bir çağın kapanıp başka bir çağın açılması anlamında bir kopuşu ifade etmez. Modernizmin kendi içinde varılan sınırların sonrası, o sınırlardan itibaren geriye dönük bir kökten sorunsallaştırma girişimi ve yeniden değerlendirme çabası olarak belirtilebilir.
Mısır asıllı Amerikalı kuramcı ve yazar olan Ihab Hassan Modernizm ve Post-modernizm arasındaki mukayesesi edebiyat ve sanat üzerinden şöyledir. (Tablo; 1982 yılında yayınlanan ‘Toward a Concept of Postmodernism’ s-6 dan alınmıştır.)
Modernizm | Post-Modernizm |
Romantizm/simgecilik | Parafizik/Dadacılık |
Form (birleştirici, kapalı) | Antiform (ayırıcı, açık) |
Amaç | Oyun |
Tasarım | Raslantı |
Hiyeraşi | Anarşi |
Hakimiyet / logos | Tükenme/ sessizlik |
Sanat nesnesi / bitmiş yapıt | Süreç / performans / sessizlik |
Mesafe | Katılım |
Yaratma / bütünselleştirme / sentez | Yaratmayı imha / yapıbozum / antitez |
Mevcudiyet | Yokluk |
Merkezlendirme | Dağılma |
Tür / sınır | Metin/ metinlerarası |
Semantik | Retorik |
Paradigma | Sentagma |
Hipotaksi | Parataksi |
Mecaz | Mecazı Mürsel |
Seçme | Bileşim |
Kök / derinlik | Rizom / yüzey |
Yorum / okuma | Yoruma karşı/yanlış okuma |
Gösterilen | Gösteren |
Okunaklı (okuyucuvari) | Yazılabilir (yazarvari) |
Anlatı / büyük tarih | Anlatı karşıtı / küçük tarih |
Ana kod | İdiyolekt (kişisel dil) |
Belirti | Arzu |
Tür | Mutasyona uğramış |
Tenasül uzuvları / fallik | Çok biçimli / androjen |
Paranoya | Şizofreni |
Tanrı baba | Ruhülkudüs |
Metafizik | İroni |
Belirlenmişlik | Belirsizlik |
Aşkınlık | İçkinlik |
Postmodern sanat anlayışı, neyin sanat olup neyin olmadığı konusunda uzun bir tartışma açmıştır. Haklıdır da. Ancak bu olguyu, içeriğinin çok yönlü değerleri açısından ele aldığımız zaman, sonuçların kendi özgün doğasına ulaşan ve bunu kanıtlayan sistemlere dönüştüğünü görebiliriz. Bazen birbirine karşıt gibi görülen bu kavramların düşünce ve sanat sentezleri içinde eriyip uzlaştığı sonuçlar da elde edilebilmektedir. Her iki durumda da izleyici eserin bir tür benzetmeci olması gerektiğine karar kılmamış olmalıdır. Yazmayı, karagözü, kilim nakışlarının türlü türlüsünü bilen bizlerin yeni eserlerin de her çeşidini anlayacak, sevecek kadar zengin bir geçmişin mirasçıları olduğumuz gerçeğini unutmaması gerekir. Her eser, tıpkı türkü gibi nakış gibi insanın duyduğunu, düşündüğünü, gördüğünü yansıtmaya çalışır. Sanatçının içine doğduğu gibi tanımladığı eserlerini, izleyicinin de içine doğduğu gibi okuyarak hüküm vermesi gerektiğine inanıyorum. Ya siz?
Salime Kaman
Sanat Eleştirmeni-Ressam
Kaynakçalar:
Stephen Little, Sanatı Anlamak
Norbert Lynton, Modern Sanatın Öyküsü
Ahu Antmen, 20.Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar
Donald Kuspit, Sanatın Sonu
Sezer Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı
Solomon R.Guggenheim Museum, New York