Bu başlıktaki ilk yazı kısaca müzisyenin salgın günlerinde biraz daha açığa çıkan hali pür melalini konu edinmişti. Camia ezici çoğunlukla benzer fikirdeydi; örgütsüz oluşları trajediyi katlıyordu ama iş örgütlü mücadele etmeye varınca, her şey Aziz Nesin’in bir sözüne gelip dayanıyordu: “Bizim insanlarımız mücadeleci insanları sever de, mücadele etmesini pek o kadar sevmez.”
Buradan çıkarılacak sonuçlardan biri de şu muydu? Mücadele edenleri sevip de kendisi pek mücadeleyi sevmeyenler acaba en çok kendilerini mi seviyordu? Bireysel bilinçlerinin güçlü varoluşu toplumsal bir iradeyle neden buluşmuyordu? Tekil açıklamalara gelindiğinde de, müzisyen kalabalığının mücadeleye aktif biçimde katılmamak için ürettiği argümanları sıralamakla tükenmiyordu. Her zaman için bir mazeretleri vardı; bu ve benzeri şekilde müzisyen camiasındaki organik aydın oranının düşüklüğü, bizdeki müzisyen camiasında (bir elin parmaklarını aşmayan örnekler dışında) bir mücadele geleneğinin oluşmasının önünü tıkıyordu.
Pek çok müzisyenin ya kendine güveni yoktu ya da meslektaşlarına. Müzikte özgürleşme konusunda pek çok müzisyen porte üzerinde epey bir adım atmış ya da atmaya teşebbüs etmiş bulunsa da, bunun kamusal alanda pek bir izdüşümü olmamıştı.
Bireysel bilinç, kolektif bir buluşmayla gelişmediğinden, kendi sınırlarına hapsolmuş bir müzisyen profili bizde hep çoğunluk olmuştu. Birlikte elde edilecek bir kolektif başarı, müzikte elde edilecek 100 kişisel başarıdan daha fazlasıydı. Oysa dünya müzik tarihinde siyasal açıdan angaje olmayı, örgütlü mücadele vermeyi göğüslerinde bir madalya gibi gururla taşıyan ve bununla anılan ne çok müzisyen vardı.
***
Müzisyenler (en ticari müziği yapan ve piyasanın zirvesine tırmanmış “star” olmuş, müzisyen kalabalığında yüzde biri bile oluşturmayan “elit” kategori bu değerlendirmenin dışında tutulduğunda) diğer sanatçılara oranla, yaptığı işin habitatı gereği işçi sınıfına daha yakın olan kesimdi.
Müzisyen girdiği toplumsal ilişkide muhatap olduğu kesimlerle yürüttüğü diyaloğun içeriği itibarı ile pek çok sanatçının dünyasına göre “avam” bir muhabbetin muhatabı olmaya itilmişti, piyasa denen bu cangılda.
Müzik okulundan mezun olduktan, yıllarca aldığı derslerden yaptığı etütlerden sonra, çok azı için mutlu son söz konusuydu. İstediği müziği yaparak albümler çıkarmak, konserler vermek suretiyle hayatını idame ettirmek fırsatını bulmuş bu mutlu azınlık bir yana; müzisyen ideallerini ceketinin iç cebine saklayıp, kendini arzu etmediği bir ortamda bulmuş meslek sahibiydi. İnsanın gururunu rencide edecek bir para pazarlığının en alt basamaklarına mahkûm edilmiş bir ücretli emekti artık müzisyen.
Yazının devamını okumak için tıklayın