Doğduğumuz yerde durmamız gerektiği gibi durmaya katlanamadığımız için başka yerlerde başka biçimler alacak, deri değiştirir gibi başka biri olacağımızı sanırız. Oysa insan nereye giderse gitsin kendinden başka hiç kimse olamaz. Bütün hikâye bittiğinde Aziz’e olan da bu sadece… “Peki, bütün bunları Aziz’e yaşatan kim?” sorusunun yanıtı çok daha önemli… Tabii ki bu kişi Şule Gürbüz’den başkası değil
Ayfer Feriha Nujen
Bu, insanın inancını neyin üzerine nasıl kurduğuyla da ilgili… Milyarlarca insanın ‘bir tek Tanrı’ diye tabir ettiği ve yine milyarlarca insan kadar farklı algılanan, tahayyül edilen milyarlarca biçimde var olur. “Onları çıkarın içinizden yan yana koyun” desek, milyarlarca Tanrı çıkacak aslında ortaya. Hiçbiri birbirine asla ama asla benzemeyen… Bu da toplumda sadece “toplumsal fizik”le değil, “toplumsal metafizik”le de ilgili bir sorun olduğunun ispatıdır. Bu, insanın içinde birden belirdiği dünya ile kendi içinde beliren dünyaların birbiriyle olan teması ve birbirleriyle olan dengesiyle de ilgili. Ve dengede durmak bir ömre mâl olur çoğu zaman. Marx ve Feuerbach, “Tanrı’ya inanmanın bir gerçeklikten kaçış” olduğunu biraz da bu yüzden öne sürüyorlardı demek ki. Bu yüzden şunu biliyoruz ki, insanın aradığı bir Tanrı değil, tanrısal özellikleri olan bir varoluş biçimi. Ancak benzeriyle bir aradayken mutlu olmanın aynı kutupların birbirlerini itmesi dolayısıyla mümkün olmaması yüzünden hiçbir zaman gerçekleşemeyecek ve kuvvetler ayrılığının bir ilkesinin de sonucu olan şey insanın inancını ayakta tutacak olanın yaşamını anlamlı kılacak olanla temas ettikçe varoluşunu tamamlayacak olan şeyin de büyük oranda bir hayal ürünü olmasıdır.
Onu sıfatlara, sayılara sığdıramayan da bu işte… Bu, genellikle sadece bir fikir olduğu için tatmin etmiyor zaten insanı. Fakat “fikir” sözcüğünü ortaya çıkaran Descartes, fikir için, “gerçekliğin imgesi ya da sunumu” der. Öyleyse insan için fikir de duyumsanabildiği ölçüde kavrandığında ‘gerçek’ bir şeydir. Kıyamet Emeklisi’ni bu minvalde bir ilahi aşk ya da tasavvuf edebiyatı ne deniyorsa artık o biçimde tanımlayanlar, algılayanlar bu iki cilt kitabın bir ilahi aşk ya da tasavvuf edebiyatı kategorisinde olmadığını ancak fikirlerin aslında her zaman zayıf ama izlenimlerin fikirlerden daha güçlü olduklarını anladıklarında kavramış olacaklar. Çünkü fikirleri oluşturan temel yapıların izlenimlere bağlı olduğu gerçeğiyle kaçınılmaz olarak karşılaşacaklar. Şule Gürbüz de bu yüzden alelade bir öykücü ya da romancı değil. Bu yüzden, bu iki cilt kitap bir fikirler kitabı değil, izleminler kitabıdır da. İnsanın başka bir biçimde geçirdiği evrimlerin bir başka formu sadece… Baş karakter Aziz’in henüz çocuk yaşında kapıldığı ve ileride de tekrarını istediği şey kendini tamamlamış bir insan olmak değil bu nedenle. Bu formun bir parçası olduğunun farkında değil çünkü. Onun farkında olduğu şey haz. İnsanın haz duyduğu ya da haz almak istediği şeyler sadece maddi olmak zorunda değil. Dinlemek bir başkasını ve dinlenmek bir başkası tarafından da bunlardan biri… “Haz ve gerçeklik ilkesi” Freud‘a göre, çocuğun tüm etkinliklerinin acıdan kaçmaya ve hazza yönelmeye göre düzenlenmiş halidir. Ve bana göre insan elli yaşına da gelse çocuktur, o tamamlanması gereken şeyi hiçbir zaman tamamlayamadığı için.
İnsan, (eğitim ve görgü, terbiye olma ve ediliş biçimi de bunların tamamına tekabül ettiğinden) daha büyük acılardan kaçmak için daha küçük acılara katlanmayı ve küçük hazları önemsemeyi tercih eder. Bu da onun çocukluğu aşmasını sağlar. Tıpkı Aziz gibi. Ama büyüyünce ne oluyor ki? Yitirdikçe ondan artanın bir boşluk olduğu gerçeğinden başka bir fikir değil doğrusu, edindiği tecrübelerin toplamı olan.
Kıyamet Emeklisi bir ilahi aşk romanı asla değil bu yüzden. Aziz hayatının aşkını zaten bulmuş biri. Onun istediği aşkını aşkı uğruna kurban edeceği bir başka aşk da değil. Tasavvuf edebiyatının temelinde olup da okurun da okuru bir biçimde yönlendirmeye çalışan eleştiri ya da tanıtım metni yazanların dillendirdiği “Allah’a yöneliş” de değil bu nedenle. Bir hayat hikâyesinin gerçekten dikkate alınmasını sağlayan da içerdiği maceraların anlatılmasını sağlayan da onu bir arayışın seyrine çeviren de hikâyenin akış biçimine yön veren “olma” biçimidir sadece. İnsan, insanın nesnesi gibi bir şey çünkü… Şeyhlik, müritlik bu yüzden talep edilen bir şey… Onun varlığını anlamlı kılmak için tutunduğu, nereye nasıl sürüklenirse sürüklensin peşinden gitmeyi her biçimde her şeye rağmen kabul etmesinin sebebi de bu işte. Bu yalnızca teslimiyet anlamına gelmez. Teslim almaktır da bir yandan. Bu, yalnızca bu biçimde tanımlanamaz tabii. Onda duyum yaratan edimlerin itki ve etkileyicilerini daha fazla önemser bu nedenle. Oysa onların itkilerini yaratan da kendisi değil midir aslında? Çünkü bir dinleyen yoksa konuşan da hiç var olmayacaktır. Kıyamet Emeklisi’ni Şule Gürbüz’ün diğer metinlerinden farklı kılan da bu… Bakanların gerçekten gördüklerini sandıkları şeyin hiç de karmaşık olmadığı olacak. Çünkü kişiliklerin metafizik yapısını algılamak, idrak etmek için izlenmesi gereken yol karışıklıklarının sürdüğü yolda ilerlemektir. İnsanın güven, sevgi ve bağlanma gibi ihtiyaçlarının nasıl karşılanması gerektiği kadar onların neden birer gereksinim gibi hissedildiğini de gösterecek olan sözlerle dolu bu iki ciltlik kitap bir hayatın nasıl şekil aldığı kadar bazı şekilleri ne yaparlarsa yapsınlar neden almadığının, alamadığının da açıklaması aslında. İnsan ancak içinden geçtiği fırtınaların şiddetini bilebilir çünkü. Oradan sağ selamet çıkabilirse tabii.
Doğduğumuz yerde durmamız gerektiği gibi durmaya katlanamadığımız için başka yerlerde başka biçimler alacak, deri değiştirir gibi başka biri olacağımızı sanırız. Oysa insan nereye giderse gitsin kendinden başka hiç kimse olamaz. Bütün hikâye bittiğinde Aziz’e olan da bu sadece… “Peki, bütün bunları Aziz’e yaşatan kim?” sorusunun yanıtı çok daha önemli… Tabii ki bu kişi Şule Gürbüz’den başkası değil.
Yazının devamı linkte:
Şule Gürbüz meraklısı için bir yazı linki daha
Şule Gürbüz bizim her şeyimiz!
Söz, bu kez Şule Gürbüz okurunda: Şule Gürbüz okuruyum ve biliyorum, normal bir okur, sevdiği saydığı yazar için yapılan eleştirilere yanıt vermez, kitabını okur, bilir ki zaman zaten hükmünü verecek. Yine de…
https://t24.com.tr/k24/yazi/sule-gurbuz-bizim-her-seyimiz,721