Nevzat Karaduman, Saydam Caddesi’ndeki transparan sokak – Kudret Sönmez

Rengi, bazen uçuk bir hal alıyor anılarımın. Bir kat çekiyorum üzerine, transparan mavinin penceresinden her şeye yeniden bakmaya çabalıyorum… Oysaki geçmiş kırmızı bir dönem benim için; maviyi de ekleyince, mor karartılar kırık ve hüzünlü figürlerle çiftleşiyor.

Umudunun dozu fazlaca kaçmış çocukça bir çığlığı vardı, Adana’nın orta yerinden güneyindeki renklere akan yüreğimin… 70’li yıllarda Küçük Saat’ten Saydam Caddesi’ne doğru iner, birkaç yüz metre kirlendikten sonra sağ yola sapan bir heyecanla yeniden doğardım. Dar bir sokakta yan yana iki sinema; Lüks ve Çelik… Sabahın dokuzunda başlardı yüzleşmeler, gece yarılarına kadar da dinmezdi hiç.

Şalgam, bicibici, kaynamış nohut satılırdı… Kebapçı tablası da vardı sanırım.  Ve Eski Kitap Mezarlığı adlı dükkândaki çizgi romanlar alıcısını beklerdi ya da kiracısını.

Çoğunlukla Uzakdoğu kaynaklı dövüş filmleri oynardı o sinemalarda. Örneğin; Bruce Lee, Wang Yu ve Yasuaki Kurata’yla orada tanıştım. O egzotik tekmelerden az darbe yemedi düşlerim! Çin ve Japonya’nın “Öldüren Karateci”leriyle ben de birkaç estetik yumruk salladım kötü adamlara. Yendim mi yenildim mi; bu yaşıma kadar anlamış değilim, çünkü düşlerim dayak yemiş gibi hâlâ sızlamakta.

Neyse!

Dostlarım vardı o sokakta…

Teksas, Tommiks, Zagor, Kaptan Swing, Mandrake, Red Kit gibi niceleri… Ve Necati Derya, Nevzat Karaduman, Sakallı Celal.

Sakallı, bizlerden büyüktü… Yirmili yaşlarının ikinci yarısındaydı. Hatırı sayılır düzeyde çizgi roman arşivi vardı. O bir profesyoneldi; alır, satar, kiraya verir ekmeğini toplardı sayfalardan. Fırsat buldukça kalemi, kâğıdı uzatır; benden ve benim gibi ressam adayı arkadaşlarımdan birkaç çizik alır, ileride biz ünlü olunca da bunları değerlendireceğini söylerdi.  Nevzat Karaduman da biraz o işlerle uğraşıyordu; kitap alıp satıp para kazanıyordu.

Nevzat ve Sakallı, özel saatleri olan bir mesainin çerçevesi içerisinde, öğleden sonraları hep orada görünürlerdi… Büyük karton koli kutularında bir dolu kitap ve bol söyleşi… Kendince felsefe yapardı Sakallı;  gerçekle kurgular arasında tümceleşen sözcüklerinin ayarını hiç kısmazdı. Hepsinden bolca haykırırdı o sokağa. Hayalperestti; her derde devası vardı… Başına musallat epilepsi hastalığı hariç… Bir deri bir kemik bedeninden beklenmeyecek kadar etkin desibele sahipti konuşmaları. Onun uzun kıllarla örtülü çatlak dudakları, varoşlardan gelip gürültü yangınları başlatan herkesin ateşini söndürürdü… Yıllar sonra bir kaldırımda, çaresizliklerine çözüm arayışına dalmışken, serseri bir kamyon tekerleğinin altında yitti gitti. Geride engelli bir eş ve evindeki depoda umuduna küf dadanmış binlerce çizgi roman bıraktı.

Nevzat, hepimizden sakladığı yeteneğini ansızın patlatıverdi. Kurşun kalemle çalıştığı sipariş portreyi önümüze ilk serdiğinde, bende oluşan şaşkınlık imrentiye dönüştü… Yıllar sonra Japon Pasajı’nda küçük bir atölye açtı. Kurşun kalem, yakma, pastel, yağlıboya teknikleriyle ekmeğine uzandı. Çok başarılıydı… Ama ailesi 1985 yılında Bursa’ya taşınınca o da bizleri terk etti. Orada, sanatına ve yeteneklerine çeşni katarak yaşamını sürdürdü. Bundan birkaç yıl önce, onun da ölüm haberini alınca, içimi ıslatan damlaların büyüklüğünü siz düşünün… Necati Derya’ysa Adana’nın en başarılı grafiker ressamları arasında ünlendi. İstanbul’da yaşıyor şimdi, kalemini ve fırçasını ulusal çapta eserlere imza atarak küreselleştiriyor.

Geçenlerde o diyardan geçen yorgun gözlerim, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdan izler aradı, bulamadı. Yıkılmış bir diyara yeni ve modern mekânlar yapılmaktaydı… Elbette, kentimize dahil o bölgenin gelişime ihtiyacı yadsınamaz; bu bağlamda kimse de kimseyi suçlayamaz diye düşünüyorum.

Hiçbir şey, aynı tas aynı hamam gibi durmuyor… Hamamdan bozma Çelik Sineması ve Lüks Sineması’nın yerinde anılar uçuşuyordu. Artık eski film afişleri, resimli roman sayfaları yoktu ortalıkta.

O sokak ve çevresine dikilen binalar, naif yürek izlerimizi silip çizgi roman ve sinema sevdamızın nostaljik kareleriyle örtmeye başlamıştı.

Ha!

Saydam Caddesi rengârenk olmasına rağmen…

Nefesi kesilmiş o sokağın tek bir fotoğrafı, ne yazık ki yok arşivimde.

Öyleyse haydi!

Fırçanızı elinize alın ve ıslatın sokakdaşlarım…

Kayıp bir yola tükenmemiş yürekler çizin. Yöreye soluk bırakan her dostluğu yeniden resmedin… Mutluluğun ve umudun gençlik hallerini de unutmayın.

Renkler, Saydam Caddesi’ndeki o sokak kadar transparan olsun…

Sakallı’yı kaldırımda ezik, Nevzat’ı da son nefesini verdiği otel odasında yalnız bırakmayın lütfen!

Hepimizi eksiksiz nakşedin, hayatın katmerli yarınlarına.

 

Not: Transparan ve saydam eş anlamlı kelimelerdir. Şeffaflığı ifade eder.