Orhan Ürgenç’le dört bin yıllık Adana Tarihi üzerine

Tarih ve doğa araştırmacı Orhan Ürgen’le Tanrıverdi Köyü’nde, müze gibi bir evde söyleştik. Üç yıldır üzerinde çalıştığı kitabı “Dört Bin Yıllık Tarih – Adana” yayınlandı. Adana Tarihi başta olmak üzere, önceki kitaplarından, yeni çalışmalarından ve Adana Müzesi’nden konuştuk. (Kemal Erdoğan)

Kemal Erdoğan: Orhan bey, öncelikle teşekkür ediyorum, bu güzel müze evde bizimle söyleştiğiniz için. Üç senedir üzerinde çalıştığınız “Dört Bin Yıllık Tarih – Adana” kitabınız yayınlandı. Adana’nın dört bin yılını bize kısaca nasıl anlatırsınız?

Orhan Ürhenç: Çok kısa şunları söyleyebilirim. Adana dört bin yıldır ismi değişmeyen bir kent. “Adania” adı dört bin yıl önce söylenen, özellikle Luriler tarafından söylenmiş. Daha sonra gelen bütün hükümdarlıkların kayıtlarında, buna Hititler de dahil, bölgenin adı değişmeden hep “Adania” olarak geçmiş. Dolayısıyla dört bin yıldır ismi değişmeyen bir kentte yaşıyoruz. Ama dört bin yıllık tarihi olan bu kentin, doğru dürüst bir kitabı yok. Bu kitap bölümler halinde hazırlandı. Romalılar ne yapmış çok bilgimiz yok. Araplar geldiği zaman buralarda neler yapmış, Büyük İskender geldiği zaman neler yapmış, Hititler burada neler yapmış, ondan önceki Luriler burada neler yapmış. Osmanlı’nın son döneminde Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa geldiğinde burada neler yapmış, Fransızların işgal dönemi de dahil, tüm bu dönemler kitapta bölümler halinde yer alıyor. Okuyan kişi hangi bölümü, hangi konuyu merak ederse kitaba bakarak kolayca bulabilir. Ama hazırlaması çok uzun sürdü. Üç sene kadar üzerinde çalıştım. Çünkü kaynak çok az. Bu yüzden aşağı yukarı 60-70 tane kaynak kullanmak zorunda kaldım. Bir kitaptan tek bir cümle aldığım durumlar oldu.

Kemal Erdoğan: Benim de dikkatimi çekti. Dört bin yıl öncesinden başlayıp Cumhuriyet’e oradan bu yüzyıl başına yani günümüze bağlamış olmanız… Bütün o kaynakları birleştirmişsiniz, güzel bir derleme olmuş. Elinize sağlık. Bu kaçıncı kitap Orhan Bey?

Orhan Ürhenç: Sekizinci kitap. Bu sekiz kitabın yedisi Adana ve Çukurova üzerine, bir tanesi de genel anlamda Türkiye’yi ilgilendiren Ermeni konusuyla ilgili.

Kemal Erdoğan: Bundan sonraki kitap neyle ilgili olacak?

Orhan Ürhenç: Bundan sonra yine üzerinde üç dört senedir çalıştığım, tahmin ediyorum Şubat Mart ayında tamamlanacak bir kitap. Bizim Adana, tarih konusunda çok öne çıkmış kent değil. Şöyle ki; Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı ne zamandır, diye kime sorsanız 19 Mayıs 1919’da Atatürk Samsun’a çıktığı zaman Kurtuluş Savaşı’nı başlatmış oluyor, der. Halbuki bu işin bir fikir edinme, fikir oluşturma aşaması var, ondan sonra da bu fikrin olgunlaşma safhası var. Kurtuluş Savaşı fikrinin olgunlaşma safhası İstanbul. Altı ay kadar kalıp orada işi organize ediyor. Ama esas fikrin oluşma aşaması, Çukurova’dadır. Dolayısıyla bu kitapta ben, Çukurova’daki bu süreci yazdım; yani Atatürk’ün Mondros Mütarekesi’nden sonra Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle beraber 11 gün burada kaldığı ve burada bizim dedelerimizle yaptığı kongreleri yazdım. Bu bölgede yaşayan Silifke’ye, Hatay’a kadar uzanan bölgedeki insanlarla oturup fikir alışverişinde bulunmuş.

Kemal Erdoğan: Peki, bekliyoruz heyecanla. Bir şey sormak istiyorum. Bir Amerikalı dostumuzu sizinle beraber gezdirirken, Yumurtalık, kervansaraylar… O da çok etkilenmişti. Siz ona “Buralar tamam güzel de buranın adı Rafklikya, asıl krallar Antalya tarafında yaşadı” demiştiniz. Ama baktığımız zaman Çukurova’ya, dağınık da olsa Antakya’dan, Gaziantep’in eteğinden Silifke’ye kadar olan bölümünde müthiş bir tarihi eser zenginliği var.

Orhan Ürhenç: Evet, o Amerikalının Romalılarla ilgili sorduğu bir soru olduğu için ben de o yanıtı verdim. Romalılar genelde batı tarafını imar etmişlerdir. Batı taraftaki kentleri geliştirmişlerdir. Ki Yunanlılar da öyle. Ama bizim buranın diğer yerlere nazaran başka bir özelliği var. O da şu, Çukurova’yı tam alırsak. Çok eski zamanlardan beri yani milattan önce 2300, 2500 yılına kadar giden bu bölgelerde bulunmuş ve bulunmakta olan, araştırılan kentlerimiz var. Biz tarih olarak batıdan biraz daha eskiyiz. Ama batıdan farklılığımız veya geriliğimiz, bu bölgedeki höyüklerin yani tarihi merkezlerin bugüne kadar maalesef gün ışığına, toprak üstüne çıkartılmaması. Milattan önce yani aşağı yukarı 1700-1800’lerde Hititlerin de bu tarafa gelmesiyle dini merkez haline getirilmiş olan Tatarlı’da bir höyük var. Şimdi o kazılıyor Çukurova Üniversitesi de bu işin önderliğini yapıyor. Misis’de çalışmalar var. Bilirsiniz Ankara’da Karum var. Karum aslında Asurluların pazar merkezleridir. Kayseri bir karumdur. Misis bir karumdur. Bu karumların başlangıcı milattan önce 2300. Şimdi Misis’in tarihine baktığınız zaman, milattan önce 2300 yıl öncesine kadar çok güzel, iyi bir tarihi var. Yani Misis 2300 yılına bakıldığında da gayet şaşalı bir kentti.

Kemal Erdoğan: Peki inşaatı bir şekilde devam ediyor ama Adana Müzesi tamamlandığında nasıl bir müze olur? Siz envanteri, eski Adana Müzesi’nde, Misis’te ve civarda neler olduğunu en iyi bilen insanlardan birisiniz. Bunları bir hayal edin, tüm bunlar konulduğunda Adana Bölge Müzesi’nin değeri ne olur? Bir Zeugma kadar ilgi çeker mi elimizdeki eserler?

Orhan Ürhenç: İsterseniz, önceki konuyu tamamlayım. Doğu ile batının buluşma noktası Çukurova’dır. Çukurova’nın merkezi de tarih boyunca ya Tarsus olmuştur ya da Adana olmuştur. Şimdi Tepebağ Höyüğü kazılıyor, yani dünyanın en önemli höyüklerinden bir tanesi olmasına rağmen Tepedağ daha yeni kazılıyor. Adana bu konuda çok geri kaldı. Hani “ışık doğudan doğar” cümlesi vardır, onun gibi medeniyet veya medeniyetler de doğudan doğup batıya gitmiştir. Çukurova işte bu medeniyetlerin batıya gidişinin buluştuğu noktadır. Dolayısıyla burası çok önemlidir. Tepebağ buna örnektir, umarım bu kazılar daha da hızlı bir şekilde devam eder ve gün ışığına çıkar. Adana’nın da değeri anlaşılmış olur.

Müze konusuna gelirsek. Maalesef şu an müzede sergilenmeyen, yani eski müzede sergilenmeyen 30 bin civarında eser vardır. Çünkü Adana Müzesi ilk yapıldığı zaman bu bölgenin, Mersin dahil, kısmen Tarsus, Hatay’ın bir kısmı, Kahraman Maraş hatta Gaziantep bile dahil eserlerini bu bölgede topladılar.

Kemal Erdoğan: Şimdi bunların bir kısmı tekrar müzelere gidiyor. Antep fıstığı tutan kız heykelini, Antep Müzesi geri istemiş.

Orhan Ürhenç: Evet geri istediler, Adana da geri gönderdi heykeli. Özetle şunu demek istiyorum. Daha yeni kazılara başladığımız bir Çukurova’da, Adana’da tabi ki çok büyük bir müze olması lazım. Bana göre şu anda yapılan müze yeterli değil. Ve bir Gaziantep Kent Müzesi gibi de değil. Gaziantep Müzesi’ne girdiğiniz zaman insan kendini başka bir dünyada hissediyor.

Kemal Erdoğan: Evet müzenin kendisi de ciddi bir mimari eser. Orhan bey teşekkür ederiz, hem bu güzel söyleşi hem de böyle bir eseri bize verdiğiniz için. Yeni kitabınızı bekliyoruz.

Orhan Ürhenç: Ben teşekkür ederim.