Özcan Ağaoğlu’nun ‘Bir İran Masalı sergisinden’ – Saniye Akay Demirel

saniye

Palanga Caddesi, no 37, Ortaköy Yetimhanesi

Taksiden inip şöyle bir etrafıma bakındım, dört katlı metruk bir binanın açık penceresinden boş bir bodrum katı görüyorum. Yandan geçerek, binanın arka tarafından girilen kapısını ararken, sağ yanımda dizili atölyelerin herbirinin üstünde tek tek ne için kullanıldığını gösteren yazıları okuyorum, lastikhane, demir işleri ve aklımda kalmayan niceleri. Sıra dışı bir giriş, sola dönüp az daha yürüyünce karşımda kot farkı nedeniyle üç katlı görünen bir bina. Ortaköy Yetimhanesi´ndeyim. İçerde ergenlik ve ilk gençlik yıllarımdan bir arkadaşımın da dahil olduğu bir fotoğraf sergisi var. Hızlı bir sayışla, 27 sanatçı adı görüyorum.

İçiriye adımımı attığım an duvara çarpıyorum, cismim değil, ruhum, hani o en zalim sözcüklere bile dayanabilen, en acımasız görüntüleri bile izleyebilen ruhum. Oda, kocaman bir oda, çok yüksek tavanlar, ince ve alabildiğince yükselen kırık dökük pencereler, kenarlardan inen paslı borular, birbirine bir labirent halinde açılan, yeniden açılan odalar, sıvaları dökülmüş duvarlar, fayansları kırılmış duvarlar, levhalar- makina temizliği ana şalter kapandıktan sonra yapılmalıdır- yerde hâlâ eski güzelliğini koruyan desenli bir karo, çocukların adım sesleri, duvarlarda fotoğraflar.  İlki 21, diğerleri 17 basamakla çıkılan merdivenleri tırmanırken yanımda aşağı inen, yukarı çıkan çocuklar görüyorum, sessiz çok sessiz, kuş sesi bile yok, onlar beni görmüyor, ben onları görüyorum, kızların saçları yandan örgülü, erkeklerinki kısacık kesilmiş, üstlerinde birörnek giysiler, renksiz, yüzleri gülmüyor, dişlerimin titrediğini hissediyorum. Duvarlarda asılı fotoğraflar.

En üst kata çıkınca, oda, oda içinde oda, gire çıka, bir köşe odaya geliyorum, aman Allahım, yerde gelişigüzel atılmış gibi görünen, oysa bir sanatçının titiz ve çok duygulu seçimiyle sıralanmış artık sahibi olmayan eski giysiler, çantalar, ille de o sarı kazak, kırmızı bej yeşil çizgili, üç yaşında ya var, ya yok onu bedenine giymiş kayıp çocuk. Pencereden, ağaçların gerisinden İstanbul´un tüm yaşanmış ve ölmüşlüğüne inat, deniz görünüyor. Çıkarken odadan, duvarlarda fotoğraflar, kırık bir aynayı görünce, bir kapının şrakkkk diye kapandığını hatırlıyorum.

En alt katta, duvarlarda, ilk gençlik arkadaşım Özcan Ağaoğlu´nun sayıları elliyi aşan fotoğrafı sergilenmiş, Bir İran Masalı. Sanatçı, ´İsfahan´dan tüm İran´a, cinlerden sihirli lambalara, kısacası o büyülü topraklara yaptığı tanıklığı sunuyor.´ Sol eline yuvarlak ayna almış bir kadın kaşının üstünü incelerken, mutfak masasında az önce söndürdüğü sigarasının tablasıyla, simli giysiler içinde, başı eşarplı bir kadın yaşanmışlık akan bir nehir misali akıyor, ben fotoğrafta gördüm, bir nehirdi o, dudağımı büzdü, içimden ağladım.

07. Ekim Cuma, saat 13-14:30 arası Sanatçı Konuşmaları etkinliğinde şehrimizin uluslararası sanatçısı Özcan Ağaoğlu zamanı iki diğer sanatçıyla paylaşarak izleyicilerle buluşacak.

Zaman Durmaz- DUR ve BAK, 1- 30 Ekim, Ortaköy Yetimhanesi, İstanbul.
Atilla Durak´ın sanat yönetmenliğinde, yolun nereye giderse gitsin, sanatın, bu büyüleyici atmosferinde, bir an için DUR, yönünü yetimhaneye çevir, DUR ve BAK. Çerçevelerde belgelenmiş yaşamları ve sessiz çocuk seslerini dinle.