Bağ Evimiz – Kemal Köker ‘in Bağ evimiz adlı şarkıyı linkten dinleyebilirsiniz
https://kemalkoker.com.tr/index.php/albumler/enstrumental/item/bag-evimiz/72
Eski Adana Bağları Fotoğraf Yusuf Ayhan -Bağ hatıraları yazısı Nurettin Çelmeoğlu ..
Adanalı olup da bağda, dağda, yaylada ya da köyde yeri olmayan aile sayısı pek azdı. Diyebilirim ki, çocukluğumun Adanasında her aile ekimden-dikimden anlar, aşılamayı, budamayı kendi yapardı. İçinde bulunduğumuz şu günlerde de, bağda, tarlada hazırlıklara geçilir, hava izin verir vermez kazmaya gidilirdi. Şubatta, Martta ekilmiş tohumlar ve şitiller bu günlerde kendini bulmuş, az-çok boylanmış olurdu. Aynı zamanda yabani otların baskısından kurtarılmaları gerekirdi… Ayrıca, yabani ot olsun olmasın, tam da şimdi ilk çapanın, yani Adana diliyle kazmanın yapılması gerekirdi.
Babamın ve amcalarımın işleri dolayısıyla bağımızda sadece pazar günleri çalışılırdı. Tabii toprağın çamur olmadığı yağmursuz pazarlar beklenirdi. O yıllarda ne özel araç, ne traktör; akılda bile yok. Tanıdıklardan, atı güçlü bir arabacı tembihlenir, pazar sabahı erkenden arabasına sığışılırdı. Babaannem yanından hiç ayırmadığı çiçek tohumları çıkınıyla başköşeye oturduktan sonra sırayla annem, yengem ve biz çocuklar yerleşirdik. Yiyeceklerimiz, içeceklerimiz ve tepsi-sahan-tabak-çanak gibi gereçler sepetlerde olurdu. Sofra bezi ve minderler de savanlarla bohçalanırdı. Babam ve amcalarım bisikletleriyle gelirlerdi.
BAĞIMIZIN YERİ
Bağımız, şimdiki Barkal Durağının arkasında, 40 metre kadar içeride, 11 dönüm bir yerdi. Oturum dediğimiz alanda bağ evi olarak ahşaptan yapılmış iki katlı çardağımız ve etrafı tamamen çiçeklikler çevrili avlumuz yer alırdı. Ortasında da, asla meyve vermeyen fakat bütün avluya gölge sağlayan devasa erkek dut bulunmaktaydı. Tulumbamız avlunun bir ucunda, taş ve çamurdan yapılmış ocaklarımız da öteki ucundaydı. Bağdaki avluya oturum denilirdi. Babam, temiz ve iyi su çıksın diye tulumba borusunun altı metreye indirildiğini söylerdi. Son baharda bağdan inilirken kafası sökülüp çardakta gizlenirdi. İlkbahar süresince her gittiğimizde yeniden takılarak işletmeye alınırdı. Tulumbayı çalıştırabilmek için yanımızda bir testi de su götürmüş olurduk. Çünkü kolu hareket ettirdikçe borudaki havayı emerek suyu çekecek piston düzeneğinin köselesi ıslanıp şişmedikçe, su alabilmek olanak dışıydı. Bu nedenle de, kol hızlı hızlı aşağı yukarı hareket ettirilerek pistonun görev yapması sağlanırdı. Bir kez su geldikten sonra zaten akşama kadar tulumba kullanılabiliyordu.
BAĞ KAHVALTISI
Bağ yaşamımızda en çok hoşlandığım anlar ilkbaharda her gidişimizde yaptığım kahvaltılardır. Bir defa huzur verici sessizlik altında oradan buradan fışkıran yemyeşil bitkiler, türlü çeşit çiçekler zaten yeterince mest ediyordu. Yere serilen savan ve minderler üstüne oturarak yine yer sofrasına konulan kaynamış yumurtalar, peynir, zeytin, helva, reçel ve yeni ıslatılmış, karakılçık buğday unundan yapılma mis kokulu tandır ekmeği bir yana, büyük amcamın özellikle benim için getirdiği ballı camız kaymağı harika bir ziyafet töreninin unutulmaz ögeleriydi benim için. Nedenini bugüne dek çıkaramadığım fakat her zaman anımsadığım bir tespitimden da bahsedeyim. Bağda kahvaltı yaparken, ben dahil, hepimiz göz kapaklarımızı birbirine yaklaştırırdık. Adana-Tarsus asfaltından en sık aralığı yarım saat olmak üzere kamyon veya otobüs geçerdi. Böyle bir aracın gelmekte olduğu daha on dakikalık mesafedeyken bize kadar ulaşan motor sesinden anlaşılırdı.
Arada sırada da uzak köylerdeki sığırlardan, horozlardan doğal nağmeler işitilirdi. Bağımızda ise en çok babaannemin komutları duyulurdu. Önceki gelişlerde yapılmış hataların düzeltilmesi veya bazı işlerin iyileştirilmesi tamamen babaannemin deneyime dayalı bilgi ve görüsüyle yapılırdı… Annem ve yengem de sarmalık üzüm yaprağı toplamayı görev bilirdi.
MAHSULAT
Bağa Mayıs sonuna doğru çıkar, Eylül ortalarında dönerdik. Çıkmadan önce, sanırım üç dört kez böyle gelerek kontrol ve kazma işlerimizi tamamlardık. Nisan döneminde babaannem çiçek tohumlarını eker, önceden ekilmiş şitilleri şaşırtırdı. Ağaç olarak da üç beyaz, bir bardacık, iki siyah incirimizden başka elma, nar, ve can eriğimiz vardı. Adı bağ ya, en azından yüze yakın da Adana Karası üzüm teveğimiz emrimizdeydi.
Nasıl özlüyorum biliyor musunuz!..