Şahin Esendemir, Altın Koza Şenliği’nde Sunucu dayanışması,Bir Üşüme vakası

Anılar, eski dostlar.. Bugün aramızda olmayan; Yılmaz Güney’i, Mesut Mertcan’ı, Ercan Kont’u, Abdurrahman Yurtduru’yu, Recai Tansuğ’u, Hakkı Başman’ı, Ruhsar Göçük’ü, Hamit Hayta’yı, Abdurrahman Başer’i, Latif Ariş’i, İbrahim Kenan’ı, Kazım Sanrı’yı rahmetle anıyorum…
Altın Koza’nın, Yılmaz Güney’i idealindeki misyona erişmesi dileğimi yeniliyorum.
ALTIN KOZA ŞENLİĞİ’NDE SUNUCU DAYANIŞMASI, BİR ÜŞÜME VAK’ASI –
Adana’nın ismi ile bütünleşen -1. Altın Koza Film Şenliği Türk Sinema Dünyası’na kazandırdığı yeni atılımın yanında, sahnelere de oldukça ilginç bir yenilik de kazandırmıştı..
Yılmaz Güney’in her türlü masrafını üstlendiği, Adana’nın sinema ve kültür alanındaki ilk sınavı, belki de o günün ekonomik sıkıntılarından kaynaklanan bazı mecburiyetleri de beraberinde getirmişti..
***
1968’in Kasım ve Aralık ayında gerçekleşmesi kesinleşen ve “dönüşü olmayan yola girildiği” netleşen Altın Koza’nın, 1969 yılının ilk aylarında nasıl bir seyir izlediğini Esnaf Dernekleri Başkanı Hakkı Başman ve Yıldız Gazinosu sahibi Hamit Hayta’dan öğrenebiliyordum..
O yıllarda Yıldız Gazinosu’nun kışlık mekanı Çakmak Caddesi üzerinde, Foto Ressam, Kenan Ticaret, Şıkdüğme ve Çömelek ile aynı hizada, Akşam Gazetesi bürosu ve Abdurrahman Başer’in yazıhanesinin tam karşısında idi.
Yani bugünkü Çakmak Plaza’nın karşısında, Akdoğan’ların tekstil mağazası olarak yaptıkları binanın yerindeydi..
***
Caddenin üzerinde girişi bulunan, kaldırımları akşamdan itibaren artistlerin afişleri ile süslenen bu ünlü gazinonunaz ilerisinde, Ruhsar Göçük’e ait bir klişe ve rozet atölyesi, Latif Ariş’in kendine özgü sanatsal çalışmalarını yaptığı ofisi ve en üst katta da Güney Sanayi’nin baş desinatörü Abdurrahman Yurtduru’nun Adana’daki ilk özel sanatevi özelliğinde bulunan Uluç Resim Galerisi de yer alıyordu..
Uluç Resim Galerisi, Adana’nın o dönemdeki sanatçılarının uğrak yeri durumundaydı. Ünlü tekstil fabrikalarına kumaş deseni çizimi ile genç ressamların buluşma noktası konumunda, egzotik bir entelektüel mekandı..
***
O yıllarda hem lise son sınıfta okuyor, hem de büyük usta, kentin en entelektüel siması olan Abdurrahman Yurtduru’nun yönettiği resim galerisinde çalışarak zamanımı geçiriyor ve Grafiker çıraklığı yaparak geçimimi sağlıyordum..
Ayrıca bazı tanıdıkların çocuklarına yağlı boya resim tekniklerini öğretiyor, bazılarına da matematik dersi bile veriyordum..
***
Yıldız Gazinosu’nun sahibi Hamit Hayta’nın da hesaplarını kontrol ediyor, bir anlamda gazinonun ve patronunun özel muhasebecisi gibi ayrı bir sorumluluğu üstleniyordum..
***
1969 yılının hemen başında Karataş yolu üzerinde, Mihmandar’da bir köyde film çeken Yılmaz Güney de Abdurrahman Yurtduru’nun yakın arkadaşı olması nedeniyle buraya geliyor, bu galeriyi ihtiyaç duyduğunda kendi yeri gibi kullanıyordu.
Bu nedenle de Altın Koza ile ilgili gelişmeleri, yapılan çalışmaları ve bazı kesimlerin film şenliği hakkında neler konuştuklarınıa burada kulak misafiri oluyordum..
Yılmaz Güney’e o zamanlarda filmlerinde işlediği konular ve siyasi görüşü nedeniyle bazı kesimlerde tepkiler de vardı..
Belediye’nin destek beklediği bazı önemli iş adamlarının ve Vali Lütfi Hancıoğlu’nun “Şenlik” konusuna bu nedenle pek sıcak bakmadığına, gelişmelerin içinde olduğum için şahit olmuştum!..
***
Ancak Yılmaz Güney’i durdurmak artık zordu. Ok yaydan çıkmıştı..
Şenlik için tüm çalışmalar tamamlanmış, hazırlıklar yapılmış, İstanbul’dan Adana’ya gelecek filmcileri, artistleri, şarkıcıları ve sinema emekçilerini organize etmek için Yılmaz Güney ve Belediye’den bir yetkili İstanbul’a gidip gelmişlerdi..
Şenliğe katılma hakkı kazanan filmler Alsaray, Erciyes ve Sun sinemalarında gündüz saatlerinde halkın ve jürinin gösterimine sunuluyordu.. Atatürk Çaddesi’nin sonunda Mehmet Demirkır’ın işlettiği Yazlık Sular sinemasında ise her akşam bir film sadece davetliler için perdeye yansıtılıyordu. Bu gösterime o filmde oynayan bazı sanatçılar da atılıyordu..
***
En son gösterim ve sanat eleştirmenleri için Belediye Tiyatro Salonu’nda bir program düzenlenecekti. Burada amaç Altın Koza misyonunun sanat eleştirmenlerine, sanatseverlere ve basına anlatılmasıydı.. Bir anlamda Altın Koza’nın prömiyeri olacaktı..
***
Bu toplantıya Yılmaz Güney çok önem veriyor ve bunun için en küçük ayrıntıyı bile hesaplıyordu..
Ayrıca Kristal Palas’ın çatı katındaki restaurant salonunda gala gecesi düzenlenecek ve ödüller burada verilecekti. O dönemde Adana’daki en geniş ve en gözde yeri olarak burası belirlenmişti.
Ödül gecesine Vali Hancıoğlu ile Belediye Başkanı’nın belirlediği şehrin ünlü iş adamları, üst düzey bürokratlar ve hatırı sayılır kişilerinden oluşan özel davetliler katılabilecekti.
200 kişilik bu seçkin davetliler arasına girmek için zaten daha şenlik haftası gelmeden yarış başlamıştı..
Kristal Palas’taki galaya Nesrin Sipahi as solist olarak katılacak, Nurten İnnap, Arzu Okay ve Adana’da bulunan bazı ses sanatçıları da o gece sahne alacaktı..
***
O gece Yılmaz Güney’in kendi davetlilerinden oluşan “Halk tipi şenlik kutlaması” programı ise Girne Köprüsü yanındaki yazlık Yıldız Gazinosu’nda, açık havada tam bir kır partisi şeklinde gerçekleştirilecekti..
YILMAZ GÜNEY’İN SIKINTISINA MESUT MERTCAN ÇÖZÜM BULDU
Şenlik ile ilgili her konuyu en ince detayına kadar planlayan Yılmaz Güney, 1. Altın Koza’da ilk fireyi, final günü üç ayrı yerde yapılacak programların sunuculuğu konusunda yaşamıştı..
O yıllarda sahne dünyasının tanınmış takdimcileri Orhan Boran, Erkan Yolaç, Halit Kıvanç ve Öztürk Serengil’e teklif yapan Adanalı aktör işin içerisine “Kaç para vereceksin?” lafı girince, “Geldiğinizde hallederiz, paramız kalırsa paylaşırız” demiş, onlara bel bağlamıştı. Ancak, İstanbul’dan Adana’ya gelecek uçağa bu 4 ünlü sunucudan hiçbirinin binmediğine üzülerek tanık olmuştu!..
***
Yılmaz Güney, o dönemde Adana’da sahneye çıkan Mesut Mertcan’ı birkaç yerde görmüş, diksiyonunu ve sahne hakimiyetini beğenmişti.. Şenlik Komitesi’nde yer alan Bora Reklam’ın sahibi Recai Tansuğ’un da, “Tajdimci işşni bana bırak, Mesut benim elemanım sayılır, ben o işi hallederim” demesi ile biraz olsun içi rahatlamıştı..
Ancak, Şehir Tiyatro Salonu’nda ve Yıldız Gazinosu’nda düzenlenen ayrı programlar vardı. Mesut Mertcan’ın üç ayrı yerde sahneye çıkması, çok zordu. Bir formül bulunması gerekiyordu..
***
Tarih 20 Mayıs 1969. Adana’da sıcak, sımsıcak bir gün..
Yılmaz Güney kırteje katılan sanatçılara birlikte şehir turu yapıldıktan hemen sonra Uluç Resim Galerisi’ne gelmişti..
Adeta ateş soluyordu.. Recai Tansuğ ve Mesut Mercan da Yılmaz Güney’den sonra Uluç Resim Galerisi’ne geldiler. Yanlarında tiyatroda ve sahnelerde yakın arkadaşımız olan Ercan Kont da vardı..
***
Bora Reklam o dönemlerin en ünlü tanıtım firmasıydı. Recai Tansuğ’un her sözü kanun gibi görülür ve uygulanırdı..
“Yılmaz, sen sunucu konusunu aklından çıkar. Sen gelen misafirlerinle ilgilen, Mesut, Kristal Palas’taki baloyu takdim edecek. Ercan Kont, Şehir Tiyatrosu’ndeki prömiyeri sunacak. Yıldız Gazinosu’nda takdimciye gerek yok zaten” demişti..
Tansuğ, bir kolunu Mesut Mercan’ın, diğerini Ercan Kont’un omzuna atmış, onları kucaklamış, “Biz Adana’da her şeyi hallederiz. Biz bize yeteriz” diye kahkahalar atıyordu..
Mesut Mertcan’ın gözü bana katıldı, beni işaret ederek, “Yıldız Gazinosu’nda sunucuyu buldum. Şahin, tiyatrodaki ve sahnedeki birikimleri ile bu işi başarır. Hatta biz her yerde birlikte sahneye çıkar, birbirimizi sunar, birbirimize destek olur, Adana’da takdimciler dayanışmasını gerçekleştiririz” demişti..
***
O dönemde sahnelere pek yabancı değildim, tiyatroda Mesut Mertcan ve Ercan Kont ile birlikte Bünyamin Satanoğlu’nun yönettiği “Casus Kim” isimli oyunda birlikte oynamış, Ticaret Lisesi’nin unutulmaz sanatsal etkinliklerinde Alinur Uğurpakkan’ın yönettiği skeçlerde sunuculuk görevini de elimden geldiğince yerine getirmiştim.
Ercan Kont yaşça en büyüğümüzdü, aramızda 8 yaş vardı. Mesut Mertcan da benden 4 yaş kadar büyüktü. Ancak iyi dostluk kurmuştuk, kendi akranları gibi görürler, her yerde, her zaman sahip çıkar ve kollarlardı. Onlarla birlikte birkaç yerde birlikte sahneye çıkmış, programlar ortaya koymuştuk..
***
Ama onlar, gırgırına yapılmış şeylerdi. Bu ciddi bir organizasyondu ve hata yapmamak, sahnede güçlü olmak gerekiyordu..
“Yaparsın, başarırsın. Sen zor zamanların adamısın” sözleri ile beni koşuya bile aldılar, gazı verdiler, üzerime ne giyeceğimi bile kararlaştırıp, şenliğin sunuculuk konusunun halledildiği konusunu kabul ettirdiler..
***
Şehir Tiyatrosu’ndaki açılış gösteriminde ilk sahneye çıkan ben oldum; Çok güzel giyinmiştim, havalıydım da; “Hoş geldiniz” konuşmasından sonra, Ercan Kont’u mikrofona davet ettim, kulise geçtim..
Ercan Kont da o kendine özgü sunumu ve şiirlerinden sonra Mesut Mertcan’ı mikrofona çağırdı. Programın sonraki bölümünü her ikisi oldukça başarılı bir şekilde sürdürerek noktaladılar. Finali üçümüz birlikte veda ederek bitirdik..
En acemi, en genç sunucu olarak, büyüklerime saygılı oldum; Konuşmam için mikrofon verilinceye kadar da tek bir kelime etmedim! Zaten onun için de, hiç vakit olmadı ya; Boşverin!..
***
Kristal Palas’taki gala gecesine Mesut Mercan ve Ercan Kont birlikte gitti, ben Yıldız Gazinosu’nun yolunu tuttum. Orada çok daha rahattım, ilk öneleri sahne arkasından anons yaptım. Son sahneye çıkacak sanatçılar için spot ışıklarının altına geçtim.
Ne kadar başarılı olup olmadığımı öğrenmek için Yılmaz Güney’e yaklaştığımda, ensemde patlayan tokat ile kıpkırmızı oldum. “Sende ne cevherler varmış, bu kadarını beklemiyordum” derken, o tokatın aferin anlamına gelmesine şaşırmış ama mutlu olmuştum..
“KAPATIN KAPILARI UŞÜYORUM”
Yıldız Gazinosu’ndaki Yılmaz Güney’in kendi özel misafirleri, halkın içinden seçtiği hayranlarının ağırlandığı şenlik eğlencesinde unutamadığım çok güzel anılar vardı. Ama bir tanesini hem çok anlamlı, hem de o günlerin gizemli dünyasını anlatma açısından özel buldum..
Daha çok Adana’nın kenar mahallelerinden gelen Yılmaz Güney hayranlarından biri, belki fırsat bulduğunda içip keyfini çıkarmak için “bir cıgaralık” esrar sardırmış, cebinde bir yerde saklamış..
Yıldız Gazinosu’ndaki o ikramlar, masalarda her tür içki ve mezeleri görünce, o “bir cıgaralık” bir türlü yakılamamış!..
Adanalı misafirperverliği ya; o zamanlar “bir cıgaralık” misafire ikram edilecek en kıymetli şey, en özel hediye yerine geçermiş..
Yani “cıgaralık” verilecek kişi, çok değerli misafir anlamına gelirmiş.
Bizim o gariban Yılmaz Güney hayranı, Adanalı misafirperverliğini kanıtlamak istemiş;
Kendisine yakın duran bir kelli felli misafiri gözüne kestirmiş, cebinde sakladığı “bir cıgaralık” tütün esrar karışımını o misafire ikram etmiş, kendi eliyle de yakmış. Hatta nasıl içilmesi gerektiği konusunda da başında durup biraz ayaküstü kurs bile vermiş!..
***
Buraya kadar her şey normal diye düşünebilirsiniz..
Haklısınız da, açık hava, portakal ve limon ağaçlarının altında, yasemin kokulu yeşilliklerin, çiçeklerin arasındaki o ünlü gazinoda bir cıgaralık içen misafir herhalde nasıl hülyalara dalar, nasıl kendinden geçer diye düşünüyor olabilirsiniz..
***
Öyle de olmuş, bizim film eleştirmeninin kafası öylesine uçmuş, kendinden geçmiş ki, anlatılmaz!
Bir taraftan ortamın, bir taraftan “cıgaralık”ın etkisi ile, ayakları yerden kesilmiş, nerede olduğunu unutmuş, bir garip ürperti hissetmiş..
Adana’nın o sımsıcak gecesinde kendisini nasıl bir yerde diye düşünmüş bilinmez; gazinonun girişinde duran şef garson Celal’in duyabilmesi için sesinin çıktığı kadar, seslenmiş: Bir boşluk zamana gelmiş ki, gazinonun her tarafı bu sesle çınlayıp durmuş;
“Oooffff.. Kapatın şu kapıları, kapatın.. Üşüyorum!”