“Sanatçı dürtünüz ve gereksiniminiz, zaman zaman bütün bu akılların önünde gidebiliyor. Resmin akılla yapıldığına dair söylemler de var. Yine de şu soruları sormadan edemiyor insan; ressamın atak tavrı aklı devre dışı bırakmayı bilmesinden mi geliyor? Yoksa önüne geçilemeyecek başka bir doğruluştan, bir dürtüden mi? İçine doğduğu ve kendi görüntüleriye onu sarmalayan dünyanın bahşettiği kendini kontrolsüz ifade etme cüretkârlığından mı? Kendisi de dahil olmak üzere kimselerin nedenini bilmediği bir ihtiyaçla bu görüntüler arasındaki beraberlikleri bulup onları buluşturma tutkusundan mı? Ressam, resim yapma isteğini tek bir biçimde söze dökebilir: Resim yapmayı sevmek! Hiçbir büyük sevgide düşünce yoktur. Sevginin nedenlerini âşık olduktan sonra düşünür insan.”
Mehmet Güleryüz (1938-2024)
https://www.instagram.com/mehmetguleryuzofficial/
Kaynak: “Güldüğüme Bakma: Mehmet Güleryüz Kitabı”, Söyleşi: Ayşegül Sönmezay, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 186.
Fotoğraf: Mehmet Güleryüz, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, 1970’ler Salt Araştırma, Serhat Kiraz Arşivi.
Bedri Baykam,Ali Akay,Çağdaş Ertuna ve Duvar Gazetesinde Mehmet Güleryüz hakkında çıkan yazıları bir araya getirdik
Bir büyük veda daha… Bedri Baykam
MEHMET GÜLERYÜZ…
Bazı ölümleri veya ağır tarihi dönemeçleri nerede öğrendiğinizi, kötü haberin size ne zaman nerede ulaştığını hiçbir zaman unutmazsınız. Fenerbahçe TV’de programımı yapmış, Avrupa yakasına giden köprüye doğru yol alıyordum. Bodrum’dan arabayla döneli henüz 12 saat olmuştu. Yorgundum. Sibel aradı, ağlayan bir sesle “Vasıf’ın sitesinde okudum, Mehmet Güleryüz ölmüş” diyebildi…
İnanamadım. Diğer hatta ablamla yaptığım konuşmayı mecburen yarıda kestim. Haber hiçbir sitede yoktu. Acaba bazen olduğu gibi yanlış bir bilgi mi yayılmıştı diye ümitlendim. Vasıf’ı, Mehmet’in oğlu Kerimcan’ı, hatta bir umutla Mehmet’in Paris numarasını aradım. Yanıt alamadım hiçbirinden. Haber sitelerinde hala bir şey yoktu, yarım saat canlı kaldı umutlar… Sonra maalesef Oksijen Gazetesi’nin sitesinde rastladım o soğuk satırlara. Vasıf zaten emin olmadan böyle bir haberi Instagram’a koymazdı. Ama umut işte…
UPSD’yi 36 yıl önce beraber kurmuştuk. Güleryüz dışında Alaaattin Aksoy, Hüsamettin Koçan, Bünyamin Özgültekin, Beril Anılanmert, Handan Börüteçene, Yusuf Taktak ve ben. Kuruluş çalışmalarını Resim Heykel Müzesi’nin içinde bir tarihi odada sürdürmüştük, Beşiktaş’taki Hareket Köşkü’nde… Derneğin ilk başkanı 1989’da Mehmet olmuştu.
Arkadaşlar birbirlerine lakap takmayı severler. Mesela ben Türkiye’de tenis ortamlarında “Kaymak” diye çağrılırdım. Fenerbahçe’de Yılmaz Şen’e herkes “Jilet”, Rıdvan’a da “Şeytan” derdi. Komet yani Gürkan Coşkun, adı üstünde “Komet” kaldı hep! Mehmet de gerektiği zaman kendine göre sert, bazen müstehzi, bazen agresif olabildiği için gençliğinden beri “Kötü Mehmet” diye bir lakap kendisine yapışmıştı. Bundan rahatsız mıydı? Bence hayır. Sevdikleriyle bir araya gelip onlara gönlünü açtığında aynı Mehmet’in içinden bir kocaman melek de çıkardı. Takılmaları, esprileri, insanları kahkahalara boğan taklitleri meşhurdu. Gerçek her sanatçı gibi özellikle yurtdışında çok zor şartlarda yaşamış, derisi sertleşmişti. Kendiyle yalnız kalmayı, düşünmeyi, işlerini tasarlamaya özel zaman ayırmayı severdi. Dışavurumcu portreler, figürler, insanın kendisiyle veya dünyayla hesaplaşmalarını yansıtan güçlü ve bağımsız boyasal kimlikler, kendine has çok özgün çizgiler resminin öne çıkan özellikleriydi.
Mehmet’le her zaman anlaşamazdınız. Bu zaten mevzu bahis değildi, çünkü onun netliğinde bir insan herkesle aynı zamanda aynı fikirde olamazdı. Ama çok özel sohbetleriniz olacağı kesindi. Ya da çok tekil anekdotlarınızın! Bazen kızar veya kızdırırdı. Birden kendinizi onunla bir polemiğin ortasında veya bir kitabının eleştirel sayfalarında bulabilirdiniz. Bunlardan hiç korkmaz, çekinmezdi. Herkesle sürekli iyi geçinecek diye bir kuralı yoktu. Kendi özel ve sanatsal hayatında da kimi zaman kırıp geçer, kimi zaman dünyanın en romantik canlısı olurdu. İlişkilerindeki iniş ve çıkışlarla hayatı da gerçek bir dışavurumcu gibi yaşardı! Mesela 1990 basımlı “Boyanın Beyni” kitabımda da Komet’le Mehmet arasında geçen “şiddetli” bir tartışmanın anısı var: Bir gün, 1989’da Ayşe’yle Saint Michel’den aşağıya inerken Komet’le karşılaşıp “vukuatı” onun ağzından dinlemiş ve şaşkın şaşkın gülmüştük. Aralarındaki dostluğu da iyi bildiğimiz için buna farklı bir tepki vermek zordu. Hayat üstünden Komet, bence en değer verdiği meslektaşlarından biriydi. Dostluklarında böyle “”sinematografik”hikayeler olması, sanat tarihine eklenmiş çarpıcı anılardan ibaretti. Öte yandan formunda bir günündeyse ondan daha candan ve alçakgönüllü bir arkadaş bulamazdınız. Herhangi bir anda cebinden çıkardığı hatıralarla, yaşanmışlıklarla, bedeli ödenmiş öğütlerle sizi ihya edebilirdi. Mesela Sibel, Suphi’ye hamileyken onu da beni de tecrübelerinden faydalandırmak için elinden geleni yapmıştı. Babacan, sıcak tavsiyeleri kulaklarımızda hala yankılanır…
Sanat ortamında herkese, özellikle bazı koleksiyonerlere güvenilemeyeceğini iyi bilirdi. Onlarla ilişkilerini hak ettikleri düzeyde bırakırdı. Lodoslu Ağustos havaları gibi her an renk değiştirip dönebileceklerini, ardından yağmur karanlığı veya olası bir güneş gelebileceğini çok iyi bilirdi. İnsan sarrafıydı. Kadınları tabii ki severdi. Her akıllı ve duyarlı sanatçı gibi… Ama resmini, ilişkilerinin önünde tutmayı ve korumayı bilmişti. Aynı şekilde piyasaya değil, “ressamlık mesleğine, sanatçı duruşuna” saygısı vardı. Bu geleneğin çizgisinde geçmişe çok değer veren, değişik yüzyıllardaki meslektaşlarını dikkatle etüt eden bir insandı. Aynı zamanda çok iyi bir gözlemciydi. Kahvelerde, pazarda skeç yapmıyorsa çizgileri beynine nakşediyordu. Desen çizgileri özgün ve çok güçlüydü. Çizgi onun açısından resminin namusuydu. Resimlerinin yanı sıra heykelleriyle de iz bırakmış bir sanatçıydı. Ama tiyatro sahnesinde onu izlerken Sibel’le birlikte oyunculuğuna da büyük bir heyecanla hayran olmuş, onu dakikalarca ayakta alkışlamıştık. Mehmet’in oyunculuk gücü, kesinlikle tualleri ve heykelleriyle yarışır haldeydi.
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/bedri-baykam/bir-buyuk-veda-daha-2244493
Mehmet Güleryüz: Aniden.. Ali Akay
Boya darbeleri spatülatif bir şekilde şiddetli ve hızlıydı. Mehmet hızlı yaşamasını sevdi ve birdenbire, aniden o hızla aramızdan ayrıldı. 86 yaşındaydı. Sapasağlam durmaktaydı. Birlikte başka arkadaşlarla Paris’te gittiğimiz lokantada hem etini hem de şarabını eksik etmiyordu. Fransız kültüründendi ve bu kültüre ve resmine bağlı olarak yaşadı.
Mehmet Güleryüz‘ün aramızdan aniden ayrılması bir şok etkisi yarattı. Belki biliniyordu hastaydı; ama pek de bilinmiyordu sanki! Birdenbire! Aniden! Nasıl? Hızlı bir insandı, meraklıydı. Hızlı bir şekilde gitti! Gençliğinden beri sansasyon yaratan bir çekiciliği vardı. Hızlı bir çekicilik. Akademi yıllarını anlatırdı Paris havaalanında çok kez karşılaştığımızda. Komet için derdi ki “Çok iyi bir ressamdır”. Ömer Uluç ile de böyle bir ilişkisi vardı: Hayranlık ve rekabet arasındaydı. Bugün Türkiye’deki bir nesil ressamın hocası oldu. 1990’larda beraber resim jürilerinde bulunduk. Konuştuk resmi ve ressamları, Akademi’yi, Paris günlerini, onun ve Komet’in. Komet’i çok sevdiğini söyledi bana son zamanlarda. Komet daha yaşıyordu o sıralarda. Bunu belki ona göstermiyordu; ama kendisi bunu düşünüyordu. Altan Gürman ile Paris günlerini anmıştı.
Ciddiydi ama gözleri güzelce gülüyordu her zaman. Gözlerinden bir akıllı bakış atardı. Cesurdu. Kavgacıydı. İsyankârdı. Tartışmayı severdi. Konuşmayı da. Mitolojik bir kahraman olarak yaşadı. Ata bindi. 1989’da deve üstünde desen yaparak Seretonin sergisine girdi. Hareket sevmekteydi. Paris’te Sen Nehri’ne yaktıklarını atarak bir happening gerçekleştirdi. Daha Akademi’deyken, Paris öncesinde performanslar yapmıştı. Caz eşliğinde, Beyoğlu’nda, sokaklarda resim performansları da vardı hayatında. Söylemiş olduğuna göre, “Amerikalı bir doktor satın almıştı” bunları. Papier Maché’ler de yaptı. Avant-garde idi. Ama, sonra resmi savundu. Hem de çerçevesini değil, sadece tuvalin içini arzuladı. 1990’ların başındaki sanat tartışmalarında, “Enstalasyon mu yoksa resim devam mı ediyor?” içinde resimden tarafa ağırlığını koydu.
https://t24.com.tr/yazarlar/ali-akay/mehmet-guleryuz-aniden,46234
Kendi anlatımıyla Mehmet Güleryüz: Gerçek özgürlük sakıncalı adam kılar
Mehmet Güleryüz’ün resimden tiyatroya sanat yolculuğunu, sanat ortamına, edebiyata ilişkin görüşlerini derledik.
Kırkıncı sanat yılı için kendisiyle yapılan nehir söyleşi kitabının başlığı Mehmet Güleryüz’ün sanatını da hayatını da özetler: ‘Güldüğüme Bakma’ (İş Kültür Yayınları, 2004).
Orada da sıklıkla yinelediği söz, manifestosu gibidir: “Karşı koymak gerekiyordu…”
Mehmet Güleryüz, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü birincilikle bitirmiştir. Ama eğitimi sıradan, ruhsuz, heyecansız, içeriksiz bulmuş, her şeye karşı durmuştur orada da. Tiyatroya kaçmıştır adeta heyecan için. Sahneden resme yeni bir gözle bakarak dönmüştür akademiye. Birincilikle beraber dönemin akademi müdüründen “müstekreh” (iğrenç) unvanını da almıştır. 30 yıl sonra, 1998’de dönemin Cumhurbaşkanı tarafından verilen Devlet Sanatçısı unvanını reddetmekle kalmayıp, ödüllendirilen diğer sanatçılar için de unvanın iptali için dava açacaktır. Kendi deyişiyle hep “68’li” kalacaktır.
Karşı durduğu akademiyi birincilikle bitirdiği gibi karşı durduğu piyasada “yaşayan en pahalı ressamlar” arasında ön sıralarda olmayı da başaracaktır. 35 yıl aradan sonra 60 yaşında “Bir Küçük İş İçin Yaşlı Bir Palyaço Aranıyor” oyunuyla İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda yeniden sahneye çıkacak, filmler – diziler için kamera karşısına geçecektir.
Nena Çalidis’in kendisiyle yaptığı röportajdan Güleryüz’ün resimden tiyatroya sanat yolculuğunu, sanat ortamına, edebiyata ilişkin görüşlerini derledik (Notos Dergisi, sayı 19).
RESİM YAPMAK
“Çizmek adeta yaşam biçimim. Hemen her an resim düşünen bünyem için çizmek adeta enstektif bir aktivite. fiiirsel bir oluşturma da diyebilirim. Çizme, kurgulama, aklın oyunlarını kaydetme eğlencesi gibi bir şey. Biçim bozma-sökme, takma eylemi çok cazip. Çizginin bedeni, sesi benzersizliğinin peşinde gidilen, sürülen yolun uzunluğunu fark etmezsiniz bile. Renk kuramları ile resme varamazsınız; duyma halidir, basitçe yüzeyleri boyamada renkle vücut vücuda geliş, lekelerin değerlerinin yüklendiği ifade. İşte daha bir sürü açıklaması zor hal çizgiden duyduğumuz hazza eşit hazlar verir. Kitle, plan-açık, koyu- yontarak eksiltme-ekleme-bozma-parçalama, hüküm, karar heykelden de alınan zevklerin bir kısmı. Doğrusu hepsinden keyif alıyorum, hem de çok.”
Mehmet Güleryüz’ün ardından .
Mehmet Güleryüz, sadece resimleri ve desenleriyle değil, tiyatroda yaptıklarıyla da duruşu ve fikirleriyle de çok değerli bir sanatçı.
Taksim Meydanı’nda protestolarda da Karaköy’de tesadüfen yürürken karşılaştığı graffiti yapan gençlere yardım ederken de onu görmek mümkündü.
Aslında yıllar önce Paris’e giderek, kendisini ve sanatını geliştiren, daima okuyan yazan çizen üreten ve söyleyecek bir sözü olan, özgürlüğü savunan, kültürlü birikimli sanatçı kuşağının da son temsilcisi.
Benim için aynı zamanda çok sevdiğim Kerimcan Güleryüz’ün babası.
Birlikte yaptıkları sergiler, baba-oğul arasında zaman zaman rollerin değiştiği heyecanlı üretim süreçleri de aslında ikisinin de ne kadar yaratıcı ve donanımlı olduğunu gösteriyordu.
En son geçen yıl Kerimcan Güleryüz, Mehmet Güleryüz’ün 1991’den 2016’ya kadar kullandığı Kadıköy’deki stüdyosunu Poligon
The Shooting Gallery olarak yeniden faaliyete geçirdiğinde ne kadar heyecanlıydı.
Aynı zamanda LoftArt’ta The Empire Project iş birliğiyle ‘Mehmet Güleryüz 2013-2023 Prestij Sergisi’ni de açmışlardı.
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cagdas-ertuna/mehmet-guleryuzun-ardindan-7184537