Sanatın avuçlarında insan olmak – Kudret Sönmez

Ne idüğü az çok belli bir virüs türünün çaktığı kibritle sanat dostlarının hayatlarını saran yangının küllenmesini beklerken, kaynağı belirsiz gelişmelerle kırsal bölgelerimizdeki yeşilin hakim olduğu peyzajların silinip süpürüldüğünü görmeye başladık son zamanlarda… Güneşin ateşini bile utandıran, kirleten olaylarla karşı karşıyayız. Irk, dil, din, cinsiyet ve canlı türü ayırmaksızın değdiği her şeyi mahveden bu felaketin resmi nasıl çizilir, heykeli neyle yapılabilir? Beslediği acılar hangi sözcüklerle güfte, hangi notalarla beste olur? Ağıtlarımız bastırabilir mi ateşin ayak seslerini? Bilemem…

Bilemem, çünkü düşündükçe yüreğimdeki ateş harlanıyor, duygularım közleniyor, öfkem tütüyor… Ve içimdeki bir ses, şimdilik bırak bu konuyu da diğerine geç diyor.

***       

Serap Beyhan Özergin… 1969 yılında İstanbul’da gelmiş dünyamıza. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Ana Sanat Dalı’nda eğitim görüp,  1991’de başarıyla mezun olmuş. Sırasıyla; İstanbul Özel Oğuz Kaan Koleji, Adana Başkent Üniversitesi Özel Gönen Okulları, Adana Şehit Öğretmen Sait Korkmaz İlköğretim Okulu ve Adana Güzel Sanatlar Lisesi’nde resim öğretmenliği yapmış. Eğitmenliğini kendine ait Piiart Sanat Atölyesi’nde sürdüren Özergin; yerel, ulusal ve küresel boyutta birçok etkinliğe katılmış, kişisel sergiler açmış.

SANATA YAKLAŞMAK VE OLUŞTURMAK

Ressam ve Resim Öğretmeni Serap Bayhan Özergin’in sanata yaklaşımını ve ele alışını onun ifadeleriyle öğrenelim:

“Sanat eğitimime başladığım dönemden bu yana hem bilinçli ve usa vurum yaparak hem de hayalperest bir yapıda sürekli yaşamın döngüsü içinde gördüm kendimi… Bu çark beni kendi içime döndürüp sorgulatılırken diğer yandan gidenle-kalanlar-göçenlerin bende yarattığı boşluk ve tam zıttı doluluk sanattaki dışavurumumu da belirledi. Sanat; sevgi-sevgisizlik, acı-mutluluk, giden-kalan, aşk-boşluk, kazanmak-kaybetmek döngüsünde bir iç döküm gibi… Yani sanat anlayışım yaşam anlayışımla özdeş. Birlikte gülüyor ağlıyor, söylüyor, susuyor, bazen küsüyor bazen bağırıyoruz.

Yaratımım; elbette ki onlarca yaptığım resimler, eskizler, öğrenci eğitmelerim, seramik çalışmalarım, yaşamı tüketişim-üretişim, yaşamın içindeki duruşum, aşk ve yaşamın geçmişi-geleceğine duyduğum merakla tetiklendi diye düşünüyorum. Bende oluşan bilgi birikimi ve bu çağa ait birikimi istediğim çağa uyarlama isteği ya da seramik çalışırken incelediğim eski çağlarda yapılmış objeler… Bende, imgemde yığılmış olan resimleri, fotoğrafları, arkeolojik incelemeleri alarak görünmez bir kapıdan girdim ve katmanları aşıp eski Türklerin Kurganlarından (Höyük-Gömüt) çıkan İskit altınlarındaki figürlerden, Selçuklu dönemine ait çinilerden, Osmanlı Minyatürlerinden ve birçok geçmiş tarihe ait buluntulardaki figürleri bazen değiştirip-dönüştürüp bazen olduğu gibi kendi figürlerimle birleştiriyorum. Oluşturduğum biçimleri espasta kurduğum kompozisyona dahil ediyorum.”

ÇELİŞKİ VE ÇATIŞMALAR

“İnsan, çatışma içinde olan bir varlıktır ve çoğu zaman çelişkiler yumağıdır… Belki de sonlu olduğumuzu bilerek sonsuzluğa erişmek istiyoruz. Bu isteme bilim ve sanat aracılık eder ve bu iki etken ile amacına ulaşmaya çalışır ki, bilim de sanat da kendi içinde çatışma içindedir. Her ikisi de bir evvelki bilgi ve sanatla çatışma içinde gelişmiş. Evren de böyle geliştiğine göre tam da çatışmanın yarattığı uyumu sanatıma yansıtıyorum diye düşünüyorum. Çünkü, geçmiş çağlarla bugünü çatıştırıp gerek resim dilinde gerekse teknik dille uyum içinde bir harmoni/estetik içine sokma çabaları içindeyim.”

GERÇEKÇİLİĞİN YERİ

“Tüm sanatlar özünde gerçeklikten yola çıkar, esere dönüştüğünde kimi soyutlanır kimi metamorfoza uğrar; geometrik, renkçi ve hiperrealist… Kimi gerçeği anlatmak ister, kimi hayallerini… Benim gerçekliğim ise binlerce yıl öncesinde toprağa gömülmüş nesneleri kendi iç tepilerimle tuvallerimde yaşatmak. Belki de benim için toprak altındaki çoğu şey çok değerli ve çok anlamlıdır.”

TOPLUMSAL DÜNYAYLA ETKİLEŞİM

“Eğer dağ başında yaşamıyorsak toplumsal dünyanın dayattığı her şeyden etkilenebiliriz. Ancak tükenmişlikle taklide sığınmak, dönüp tekrar tekrar geçmiş sanatçıların eserlerini yaparak yeni bir akım diye nitelendirmek bir kaçış noktası kanımca. Sanatçı, kendinde oluşturamadığı değer ve kabul görüşü, değer kazanmış ve kabul görmüş sanatçıların eserleri ile kazanacağını varsayması sanata değil de dünyaya yaranma çabaları değil de nedir? Tabi ki hepimiz sanatçı olarak sanat dili, sanat tekniklerini eserlerimize uyarlıyoruz ama birebir yapmak hiç bana göre değil.”

ESTETİĞİ ANLAMAK

“Çağımızda estetik, her şey gibi değişime uğramış durumda. Estetik, popüler kültürün argümanlarından besleniyor ve modasal bir yanı da oluşturulmuş. Kişinin kendi estetik duyumlarını oluşturması, erken geliştirebilmesi sanatsal yetilerle doğmasından başlar diye düşünüyorum. Kaldı ki böyle bir şansa sahip olmasa dahi çok okumak, çok izlemek, düşünce alışverişi yapmak da öznel seçimler yapabilmeyi, sanatsal dışavurumda estetik izlerle yapı oluşturmayı ve hatta insan kendi doğal davranışlarında da estetik bir tat oluşturmayı başarabilir. Güzelin estetiği olduğu kadar çirkinin de estetiği var bence, özellikle sanat dilinde. Kısacası, estetik artık daha fazla göreceli bir kavram.”

KADIN SANATÇI OLMAK

“Kendi içimde çokça hissettiğim bir burukluk olmasa da, geçmişten günümüze sanat disiplinlerinde erkek egemen bir yapı olduğunu gözlemlemekteyim. Ayrıca, ne yazık ki tüm dünyada bu durum böyle görülüyor. Belki de ben ve benim gibi birçok kadın sanatçı çalışmalarımızı özgürce yapabildiğimiz için şanslıyız. Yalnızca biyolojimizin, yaşantımızdaki seçimlerimizin bizi doğal olarak engellediği, çalışmalarımızı önlediği gerçeğini yadsıyamam. Elbette, bizim toplumumuzun da önceliği erkek sanatçıları yüceltmek ne yazık ki!”