Anacığıma, abime, yengeme, yeğenlerime, arkadaşlarıma, akrabalarıma hasret kaldım. Şimdiye kadar evde her şeyi akladım, pakladım, dolap düzelttim, çarşaf havlu nevresim gibi şeyleri de artık ütülemeyi bıraktım. Evde üç canız, Hasan, ben ve minnoş kedim. Kahvaltı sonrası yemeğimi yapıp kendimi bahçeye atıyorum. Öğlen güneşini kaçırmamak için önceki gece ertesi güne yapılması şart her şeyi bitiriyorum. Misal, çamaşırlar kurutmadan çıkıp yerleştirilecek. On beş dakika kâr!
Bahçeye çıkarken sıkı giyiniyorum. Komşu teyze göçtüğünden beri soğuk havalarda belime bir yün şal sararak büyük sözü dinliyorum. Göçmüşler, hatırlandıkları her an yanımızda; hatta yaşama inat dört göz, dört kulak hayatın içinde. Yeşilde, sarı yaprakta, börtü böcekte, Aralık’ta döne döne maviliklere savrulan yapraklarının eşsiz rengiyle Ihlamur ağacında; görüyorum.
Başıma kırmızı bir bere takıyorum. Kuşlar, kırmızıyı görünce ötmeye başlıyor; inanmıyorsanız, deneyin. Sonra yaprakları her mevsim yeşil defne ağacımın dibine yığdığım dal ve kütük artıklarından birine ‘bak sen güzelsin,’ diyorum. Elime alıyorum. Benim Hasan’da olmayan bir alet yok. Ne yapacağımı duyunca al bu iskarpela diyor. Sonra ben yıllardır filiz vermeyen kiraz ağacının gövdesinden bunları yontuyorum. Biri aslan sanki; yoksa bana mı öyle görünüyor? Bankın arkasına yerleştirdiğim bu tatlı şeye kışın sarı çiçekler açacak bir sukulent ektim; hepsini ben çoğalttım ve buna bayılıyorum.
Kanaviçe tavuğun burada işi ne derseniz? Bahçeye tavuk atamadığım için onun yerine sayın.
Bu iş beni bir süre alır götürür. Özlemimi bir nebze dindirir. Bu zor ve ne kadar süreceği meçhul dönemde sevdiklerini görebilen herkes şükretsin.