Savaş insanları – Cem Erciyes

Beyrut’ta iç savaş sürerken eğlenmeye devam eden insanların fotoğraflarını haber yapardı eskiden gazeteler. Hepimiz de şaşardık. Meğer savaş böyleymiş. ‘Savaş insanları’, etrafında ölüm kol gezerken, seni, sevdiklerini teğet geçerken bile hayata inanmaya, onu devam ettirmeye, umudu ayakta tutmaya, neşeyi ve sevinci unutmamaya çalışırmış. Meğer bunu çoktan öğrenmişiz hepimiz.

İstanbul’daki pek çok kimse gibi o güçlü sesi ben de duydum. Evsahipleriyle birlikte pencereye yönlendiğimizde ‘Belki yağmur yağacaktır’ diye geçirdim aklımdan. Ama hayır, sokağın ortasında kalakalmış, sesin geldiği yöne bakan üç kişi bizi gerçekle yüzleştirdi. Büyük bir patlama olmuştu.

Böyle anlara aşina bütün İstanbullular gibi hemen kendim ve yakınlarımın güvenliğini sağlayacağına inandığım şeyleri yapmaya koyuldum. Bir an önce eve ulaş, yoksa geç kalabilirsin…

Sokakta endişe hakim; insanların yüzlerinden kaldırımlara oradan evlere oradan havaya ve bütün hayata sirayet eden endişe. Karşıdan ağlayarak bir çocuk geliyor. Yoksa, bir dehşete mi şahit oldu? O tarafta bizi bekleyen şey ne? Belki sadece annesinden azar işitti. Ama artık her şey olağanüstü… Ve en kötüsüne hazırlıklı olmak lazım. Kaldırımda kendi aralarında bombadan söz eden travestilere soruyorum, ‘Ne olmuş?’ diye. ‘Çok fena’ diye anlatıyor biri, ‘Beşiktaş’ta iki bomba patlamış’. Saatler sonra doğrulanacak bilgi, en sert ve yalın haliyle önümüzde işte. Ambulans sirenleri, klakson sesleri ve şaşkın insanlar. Acaba ne yapmalı? Olduğun yerde kalmak mı en iyisi, eve gitmek mi? Neresi en güvenli yer? Bir bomba daha patlar mı?

Cumartesi gecesi 10.30’da eğlencenin tam ortasında patlayan bombalar onlarca kişiyi yaralayıp öldürerek, yakınlarıyla birlikte yüzlerce hayatı mahvederken bir yandan da yüzbinlerce insanı endişeye ve korkuya sevk etti. İşte terörün elle tutulur, gözle görülür olduğu an. Gündelik hayata musallat olup olağan akışı alt üst etmesi… Sıradan, masum, belki hiçbir kavgaya taraf bile olmayan, şiddetten, silahtan uzak ve hatta kendi hayatını yaşamaya devam etmek isteyen insanları pençesine alan bir acımasız eylem.

Kendimizi bir otobüse atıyoruz. İçerideki bir kaç kişi hemen felaket anı dayanışması ile birbirimize yakınlaşıyor, hep birlikte neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Şoför, diğer hatlardaki arkadaşlarıyla konuşup bize bilgi veriyor. Pencereden dışarıda kalakalmış insanları izliyorum; herkes bir taksiye, dolmuşa ya da otobüse binip evine gitmeye çalışıyor. Sıkışık trafikte Taksim’i geçiyoruz. Beyoğlu boş, boşalıyor… Maçka’ya giden, Unkapanı’ndan Taksim’e gelen yollar kapatılmış. Binlerce araç birikmiş, evine dönmek isteyen on binlerce insan bu arabaların içinde bekleşiyor. Kentte hayat felç olmuş vaziyette. Hedef, insanları evlerine kapanmaya mahkum etmek, hayatı durdurmak, olağan akışı her ne ise onu sekteye uğratmak. Korkuyu, gerilimi, endişeyi toplumun ortak haleti ruhiyesi haline getirmek. Ama biliyoruz ki bu korku dolu atmosfer, barut kokusu gibi dağılıp gidecek. Ertesi gün hayat yine kaldığı yerden devam edecek. Hayır, devlet adamları böyle istediği için değil, artık hepimiz savaşın içinde yaşamaya alışmış ‘savaş insanları’na dönüştüğümüz için.

Artık hayatımız savaş. Başka ülkelerde ya da orada uzaktaki köylerde ve dağlarda olup biten bir şey değil savaş. En kirli haliyle hayatımızın içinde. Sınır kasabalarında, doğu illerinde, büyük kentlerin hepsinde…

Beyrut’ta iç savaş sürerken eğlenmeye devam eden insanların fotoğraflarını haber yapardı eskiden gazeteler. Hepimiz de şaşardık. Meğer savaş böyleymiş. ‘Savaş insanları’, etrafında ölüm kol gezerken, seni, sevdiklerini teğet geçerken bile hayata inanmaya, onu devam ettirmeye, umudu ayakta tutmaya, neşeyi ve sevinci unutmamaya çalışırmış. Meğer bunu çoktan öğrenmişiz hepimiz. Savaş insanları olmuşuz. İki bomba arası dost ziyaretini, yiyip içmeyi, konseri sinemayı ihmal etmeyen, ölüm kapıyı tıklattığında biraz endişeli, biraz telaşlı kendini korumaya alan, hayatın ucunu bırakmayan ortalık yatıştığında kaldığı yerden devam eden insanlar.

Teröre karşı hayatın ipini bırakmamak yapılabilecek en iyi şey. Evet öyle, ama birer savaş insanına dönüşmek, ölümü ve şiddeti normalleştirmek de öyle mi? Hayır değil. Ve bu hale itiraz etmek, o savaşlara karşı çıkmak gerekiyor. Barut kokusu dağılır dağılmaz, başımızı saklandığmız yerden çıkartıp ‘hayır’ diye bağırmak gerekiyor. Yoksa, her karanlık gece bir önceki gibi geçecek.

Kaynak: gazeteduvar.com.tr