Şenay Yüzbaşıoğlu: Vazgeçişlerin labirentinde hüzünlü bir hippi
Şenay, masumiyetin, şiddetin, isyanın, baskının, özgürlüğün, aşkın ve müziğin çağı 60’lar ve 70’lerde çok sevilmişti. Hepimiz çok sevmiştik Şenay’ı ve ‘barış’ lafını kullanmayı. Bu ülke bazen umutlanır çünkü. Çünkü hayat bayram olabilirdi…
Bütün fotoğraflarında handiyse yok edilmiş, belli belirsiz bir çizginin hafifçe kabarık gölgesi olarak kalmış kaşlarının altında korku ve çaresizlikle bakan gözler. Gözler makyajla puslu bir karanlığa gömülmüş. Rimelle büyümüş, kalınlaşmış kirpiklerin her biri haykırarak yardım çağrısı yapar gibi. Bakışın çukurunun kenarına tutunmuş parmaklar gibi kirpikleri. Şenay Yüzbaşıoğlu, dünya karşısındaki çaresizliğinin bilincine varmış, olacakların farkındaymış gibi bakıyor hayata her fotoğrafında. Neden?
Şenay’ın müzik kariyeri istemeyişler, yarım bırakışlar, vazgeçişler, engellenişlerle belirlenmiştir. (Yine de bir dönem ülkesinde en sevilen şarkıcılardan oldu; müzik ve sahne şovunda küçük, parlak devrimler de yaptı, ülke dışında deneyenlerin ise ilk ve en başarılısı oldu, uluslararası festivallerden en fazla ödülü o aldı.)
Büyük aşkı, sevgilisi, kocası, ekip arkadaşı, popüler müziğin kıymetlilerinden Şerif Yüzbaşıoğlu’nun ölümünün ardından hayata küstüğünü söyler gazeteler. Bence öyle değil. (Ölünce, Merkezefendi Mezarlığı’nda, Şerif’inin yanına gömülmeyi vasiyet etmişti Şenay. Ama mezar tapusu olmadığı için orada da engellendi. Ayazağa Mezarlığı’na gömdüler onu.) Evet, kocasının ardından hayata küsmüştü Şenay. Ama sadece bu değil. Değildir.
Şenay, Füruzan’ın edebiyatıyla, o müthiş romanında güzelleyerek, yüceltimleyerek kavramlaştırdığı 47’lilerdendi. Hayatla meselesi daha derin, daha felsefi ve politikti Şenay’ın.
1947 yılında İstanbul’da doğan Şenay (Ekiz) kolej yıllarında caz, soul, şan dersleri aldı ve 18 yaşında sahneye çıktı. Ağırlıklı olarak blues söylüyordu. Dönemin en önemli Batı Müziği gruplarında, ülkenin önde gelen caz ve pop müzisyenlerinin önünde solistlik yaptı. 68 kuşağının global müziğine, blues, soul ve funk’a aşkla bağlıydı. 1971’de plak yapması için seçilen besteleri basit bulmuştu. İsteksizdi. Ama bu bestelerden yapılacak aranjmanlara 68 isyanını bir ucundan tutan kendi sözlerini yazınca içine sindi. 1971 yılında, 12 Mart darbesinin baskı ve şiddeti altındaki bir toplumun en geniş kesimlerinin, barış özlemini hep bir ağızdan ifade edeceği ‘Sev Kardeşim’ piyasaya çıktı. 68’li hippilerin ‘Savaşma Seviş’ sloganını kardeşe hitap ederek cinselliksizleştiren şarkı, bir iki yıl sonra ülke bir kez daha el yordamıyla normalize olurken, belki de Türkiye siyaset algısına özgü bir kafa karışıklığı sonucu bir askerî harekât sayesinde barış güvercini kimliği elde etmiş, halk kahramanı ve umut olmuş, ‘Karaoğlan’ lakabı edinmiş Bülent Ecevit’in marşı olacak, CHP mitinglerinde Şenay, Ecevit’ten önce kürsüye çıkıp ‘Sev Kardeşim’i söyleyecekti.
Rainer Werner Fassbinder’in ‘Lili Marleen’ filminde, şarkıcı Lale Andersen’in, söylediği ‘Lili Marleen’ şarkısı cephedeki Alman askerleri tarafından çok sevilince Nazi iktidarının gözdesi oluşu, ama sonra aynı şarkı müttefik askerleri arasında da popüler olunca pasifistlikle suçlanıp gözden düşüşü anlatılır. Şarkıcı, bu çekişmenin ortasında kendisine bir dönemki Nazi iktidarına yakınlığı sorulduğunda “Ben sadece şarkımı söylemek istedim” diye açıklar bu durumu.