Sertab Erener, Ayşe Arman’a konuştu

Hepinize nefis bir Pazar dilerim! 65 yaş üzerine de iyi gezmeler! Evde olanlar, Sertab’ın single’ını dinlemediyse, dinlesin lütfen. Adı: “Bu Dünya” Ben bizimkileri bayılttım, günde 15 kere çalıyorum. Çok sevdim. Sadece besteyi değil, sözlerini de. Ayıptır söylemesi, ben, 12 Haziran’da çıkacak yeni albümün şarkılarını da dinledim. Evi, inletiyorum onlarla. Valla onlar da şahaneee. Bu yazın albümü bence. Demedi, demeyin. O eski, kallavi, 700 kere dinlediğimiz albümler gibi. Ruh tellerimizle oynuyor.

Hayalim, o albümü dinlerken, yol yapmak. Ömer kullanıyor, ben öndeyim, Alya ve Yaso arkada, Bodrum’a gidiyoruz. Sertab’ın şahane sesini dinlerken hayallere dalıyoruz. Ömer değil! O, yola bakıyoooo :)) İşte böyle. İyi bir iş çıkarmışlar. Şimdiden tebrikler.

Huzurlarınızda bir Sertab Erener röportajı. Albüm için Haziran’a kadar sabredin. Zaten işimiz beklemek, bekleriz…

DİNLEYENLERE, DUYGULARIMI GEÇİREBİLDİYSEM NE MUTLU BANA

Tebrikleeer! Çok çok sevdim bu single’ı. Haziran’da çıkacak yeni albümü de. Ben diğer şarkıları da dinleme şansına sahip olanlardanım. Heyecanla beklediğimiz o eski albümler gibi olmuş… Bayıldım!

-Ne güzel bunları duymak! Çok teşekkürler. Single, cuma çıktı, albüm 12 Haziran’da. Normalleşme sürecini beklemek istedik. İnsanlar biraz sokağa çıksın filan.

Bu albümün hikayesi ne?

-Aslında Corona’dan çok daha önce başladık. İki yıldır hem şarkılara hem bestelere çalışıyoruz…

Şu anda yaşadıklarımızın ruh haliyle de çakışmış bazı şarkılar… mesela: “Bu Dünya…”

– “Vur Yüreğim”de de benzer bir şey yaşamıştık. Sevgili Aysel’le beraber yazıp, besteledik. Şarkı çıktı, Marmara Depremi oldu. Tabii ki bilemezdik. Ama şarkıdaki duygular, yaşananlarla denk düştü. Bazen oluyor. Ben uzun süredir kafayı, küresel ısınmaya takmış durumdayım. Suyu az harcıyorum. Plastik, cam, hepsi farklı farklı torbalara gidiyor bizde. Geri dönüşüme aşırı önem veriyorum. Bu konuyla ilgili bütün literatürü takip ediyorum. WWF’le toplantılar yapıyorum, TEMA’yla çalışıyorum. Yani kendi hayatımda da uyguluyorum. İnsan, şarkılarında sadece aşkı anlatmıyor. Anlatmayabilir yani. Dedim ki, “Bu konuya, kafayı bu kadar taktıysam, bunun da bir şarkısı olmalı!” Çünkü benim hayatımda bir karşılığı var. Başladım kurcalamaya. Aldım kâğıt kalemi elime. En önemlisi, didaktik olmamak, ortak bir dil yakalamaktı. Biz, bu gezegeni birlikte paylaşıyoruz. Burası, bizim evimiz. Ama biz, burada sadece kiracıyız. Gelip geçiciyiz. Sanki kalıcıymışız gibi davranmanın, dünyaya zarar vermenin bir manası yok. İşte bütün bu duygular içindeyken çıktı “Bu Dünya” şarkısı…

Sözler müthiş: “Yalnız gelir çırılçıplak… Kalırsın bir avuç toprak… Önce insan olmaya bak… Bu dünya da hiç kimseye kalmayacak…”

-Folklorik bir melodiydi. Üstüne çok modern bir dil olamazdı. O yüzden biraz Aşık Veysel, biraz Mahzuni gibi bir şeyler karalamaya çalıştım. O dili nasıl yakalayabilirim, becerebilir miyim filan diye çok uğraştım. Bir şeyler hissettirebiliyorsa dinleyenlere, duygularımı geçirebildiysem, ne mutlu bana…

Peki, şarkı sözü yazmakta tecrüben var mıydı? “Ben birinin kızı, sen birinin oğlu, hepimiz dünya doğumlu, ben birinin azı, sen birinin çoğu, ben birinin dostu, sen birinin düşmanı, hepimiz dünya doğumlu.. Ben birinin beyazı, sen birinin günahı, ben birinin ölümü, sen birinin doğumu…” Bunlar ne kadar zamanda yazılabiliyor?

-Valla, bir anda çıkıverdi. Sezen söylerdi. “Sanki ben yazmıyormuşum gibi oluyor” derdi. Gerçekten öyleymiş. Bazen o kelimeler yan yana geliyor ve “Aa ne güzel oldu!” diyorsun. Full konsantrasyon anı. Bazen uğraşıyorsun uğraşıyorsun olmuyor. Bazen de bir başlıyorsun, akıp gidiyor. Single da yeni albüm de öyle bir albüm. Çok şükür benim içime sindi, umarım dinleyenler de sever.

İÇİM PIR PIR… SANKİ HAYATIMIN ALBÜMÜ OLDU BU ALBÜM

CD çıkarmanın ticari bir karşılığı var mı?

-Yok hayır. Artık sadece sembolik. O geleneği devam ettirmek. Çok sevdiğin bir şeyi, bir de eline alıp bakmak, o kadar. Eski alışkanlık. Nostaljik bir şey. Artık olay, tamamen, Spotify, iTunes gibi sosyal dijital marketlerde dönüyor.

Albümü, Haziran’da çıkarmanın nedeni ne? Şarkılar hazır aslında…

-Doğru. Ama insanlar can derdine düşmüşken -ki hepimiz anladık ki, bundan daha temel bir sorun ve korku yokmuş- “Ben de buradayım, benim de yeni şarkılarım var!” demenin doğru olmadığını düşündüm. Gerçi müzik, hepimize derman olabilecek, bize iyi gelebilecek bir şey. Ama yine de ilk şarkıyı şimdi çıkardım, gerisi Haziran’da. Konser filan da yapmayacağız. Şimdilik öyle duracak o şarkılar.

Pek çok albüm çıkardın… Yıllar geçse de değişen bir şey yok mu? Hep aynı heyecan devam mı?

– Hem de nasıl! Bir de bir şey itiraf edeyim; yıllar geçtikçe, heyecanın artıyor. Çünkü çıta bir yere çıkmış oluyor. O çıtanın altına düşmemek için daha büyük stres yaşıyorsun! Kendinden daha iyisini yapmak ya da yapamamak gibi bir şeyle karşı karşıya kalıyorsun. O korkuya yenilen sanatçılar da olabilir ve hiçbir şey yapmamayı tercih eden…

Peki, sen? Güzel bir iş yaptığın için şimdi gururlu musun?

-Evet. İçim pır pır. Sanki benim hayatımın albümü gibi oldu. İnşallah herkes öyle hisseder. Ben en azından bu işin sahibi olarak öyle hissediyorum.

BU ŞARKILAR ÖYLE KALICI OLACAK Kİ İLERİDEKİ BÜTÜN KONSERLERİMDE SÖYLEYECEĞİM

Şarkıların da kaderi var mı?

-Olmaz mı?

Baştan biliyor musun: “Bu tutar, bu tutmaz?” Doğdukları anda nasıl bir hayat yaşayacakları belli mi?

-Onların da kendilerine ait bir kaderleri olduğuna inanıyorum. Bir şarkıyı yazdığında, “Bunu pek insan sever!” dediğin oluyor. Onlar, pop şarkılar olarak algılanıyor. Hızlı seviliyor ve hızlı tüketiliyor. Mesela bir yaz boyunca çok seviliyor ama bir “Lal” olmuyor, olamıyor. Yani bir, popüler şarkılar var, bir de senin kariyerini oluşturan, kariyerinde iz bırakan şarkılar var. Benim mesela iki albümüm var ki; her konserde, neredeyse o iki albümün tamamını söylemek zorunda kalıyorum. İnanların duymak istediği şarkılar onlar. Hit şarkılar. Bu albüm de öyle olacak. Geçenlerde Emre’ye söyledim. “Hepsini söyleyeceğim ben bu şarkıların ileriki konserlerde” dedim. Ama bazı albümlerim var, sadece üç şarkı söylüyorum onlardan, diğer şarkılar bitti gitti, ben bile unuttum.

Şaka maka, bu yeni albümde senin ozan tarafını da görüyoruz…

-Aman estağfurullah!

KENDİ SESİMİ BULMUŞTUM AMA SÖZ YAZMA KONUSUNDA KENDİME GÜVENİM YOKTU

Valla, inanamadım bazı şarkıların sözlerine… Bunca yıl niye yazmadın?

-Sertab yüzünden! Hep birileriyle yarıştım. İçimde, “Ondan daha iyi yazdım mı? Yazamadım mı?” dedim. Ve vazgeçtim yazmaktan. İşte o yarış, bizi bitiriyor aslında. O rekabet, geri zekalı bir rekabet. Ama yıllarca bu hataya düştüm. Halbuki mesele, kendi dilini bulmakmış. Ben, kendi sesimi bulmuştum ama söz yazma konusunda açıkçası, kendime güvenim yoktu. “Yapamam” gibi bir algım vardı. O duvarı yıktığım gün, yazmaya başladım. Kendimizin önündeki engel, biziz aslında. Varoluşla ilgili bütün kitaplar bunu anlatır. Ki ben, bunca yıl meditasyon yapan; hayatı ve kendini anlamaya çalışan biriyim. Ama ben de düştüm bu çukura. Bu albümde o duvarı yıktım ve şarkıların bir kısmını ben yazdım.

Sence, yıllarca biriktirdiklerin mi çıkıyor?

-Kesinlikle! Bu şarkı yazma işinin, kitap yazma, roman yazma gibi teknikleri de var. Çünkü aynı zamanda akademik ve matematiksel bir bilgisi de gerekiyor. Ama “duyguları çağırmak” diye bir şey de var. Yani sen de var olan, geçmişte yaşadığın o duyguları kendine hatırlatmak. Ben birçok acımı, yaşadığım ayrılığı, hastalıklarımı, her şeyi tekrar çağırdım. E biraz sancılı oluyor ama o zaman, sahici duyguları anlatmış oluyorsun. Şarkıların çoğunu kendi yaşadıklarımdan yola çıkararak yazdım. Yaşadığın bir acının tam ortasındayken, onu dibine kadar yaşarken, “Şimdi bunu söze dökeyim!” diyemiyorsun. O acıyı yaşıyorsun. Ancak o küllenmeye başlayınca, dışarıdan bakıp, daha sakin bir şekilde yaşadıklarını kelimeleri dökebiliyorsun.

5 YILDIR HEM AŞK YAŞIYORUZ HEM MÜZİK YAPIYORUZ…

Eşin Emre Kula’yla nasıl bir uyumla çalışıyorsunuz?

-Tahtalara vur… Mükemmeliz ya! 5 yıldır hem aşk yaşıyoruz hem müzik yapıyoruz…

“Bu Dünya”nın sözleri sana, bestesi ona ait mesela. Ortak bir şey üretiyorsunuz, zorlayıcı olmuyor mu? İtiş, kakış, “Orasını sevmedim, burası iyi olmadı, nasıl yani sevmedin mi, sen benim ürettiklerimi beğenmiyor musun?” gibi şeyler olmuyor mu?

-Olmaz mı? Zaman zaman dengeyi kurmakta zorlanıyoruz. Ben dengenin daha tırnakları sivri olan tarafıyım. Emre çok anlayışlı. Ben genelde kendimi geri adım atmam gereken bir pozisyonda buluyorum. Çünkü yırtıcı ve vahşi olanım. O daha uyumlu. Ama mesela, besteyi o yapmışsa, sözleri ben yazmışsam, çok katı eleştirebiliyor. Sonra gece yarısı uyanıp, “Haklı aslında” deyip, düzeltiyorum. Bu süreçlerin çoğunu yaşadık. Ama hep yapıcıyız birbirimize karşı. Kimse, kimsenin kuyusunu kazmaya çalışmıyor. Sonuçta ikimiz de bir şeyi iyi yapabilmek için uğraşıyoruz. Bu son albümde hem ses kaydını yaptı, hem gitar çaldı, hem beste yaptı, hem albümün prodüktörlüğünü üstlendi. Kendi albümü yerine benimkiyle uğraştı. Ona çok şey borçluyum.

HAYATIMDAN MÜZİĞİ ÇEKİP ALIRSAN BİTERİM!

Hayatından müziği çekip alırsak ne olur? Senden geriye ne kalır?

-Off biterim! Bu tabii beni, yaşlılıkla ilgili düşündürüyor. O zaman hayatımın her anında müzik olamayacak. En azından aktif olarak. Sahneler, turneler olmayacak. İster istemez, sesimin artık tutmadığı, titrediği yıllar oluyor. İyi bakarsan 70’lerden sonra başlıyor.

Yok ya sen başka bir formül bulursun. Sana, yaş mı koyar…

-İnşallah öyle olur!

Senin, müzisyen olmayan bir adamla birlikte olabilmen mümkün mü?

-İşte o imkansız! Ayrılmaların sonucunda, insan kendine bir eş, bir aşk arıyor ya, öyle bir dönem oluyor ya, o zaman fark ettim ki, müzikten anlamayan biriyle, yan yana olabilmem, ona karşı bir şey hissedebilmem imkanız… Zaten aşk da benim için birlikte müzik üretmek aynı zamanda. Hep öyle oldu, geri dönüp bakınca, konservatuvarda bile hep müzisyen sevgililerim oldu.

Bence yaş farkının hiçbir önemi yok ama müzik yaparken, Emre’yle aranızdaki yaş farkı tamamen ortadan kalkıyor mu?

-Elbette! Konusu bile olmuyor. Zaten müzisyen olarak benden çok daha bilgili ve tecrübeli. Benim hayata dair tecrübelerimi de katınca, iyi bir kombin oluyoruz. O saf, katıksız bir müzisyen. Müziğe aşık. Ben başka şeylerle de ilgileniyorum hayatta, dekorasyon filan severim, onu, bunu yaparım. Emre’de o da yok. Hayatının yüzde 100’ü müzik.

DEMİR’İ GÖMME DİYE BİR ŞEYİM YOK AÇIKÇASI. AMA O KADAR YOLLARIMIZ AYRILDI Kİ… HERHANGİ BİRİ O ARTIK

Şarkıların bir kısmında eski sevgiliye mesaj çakıyorsun gibi bir his var. Yanılıyor muyum? O sözler anonim de ben mi kişiselleştiriyorum? Yoksa geçmişteki acıları düşündün de onları özellikle mi şarkılaştırdın…

-Ay ne tatlı sordun! Elbette. Olmaz mı? İnsan, kendini malzeme olarak alıyor. O malzemede de pek çok acı var. Aşk acısı da var, o da var, bu da var. Onların hepsini dile getirdim ufak ufak. Hepsini kullandım. Çağırdım, yazdım. İşin güzel tarafı, aslında kendi terapini de yapmış oluyorsun.

Demir’in artık hiç adı geçmiyor mu? Gömdün mü onu? Bir yerde karşılaşınca n’apıyorsun?

-Hiç öyle gömme diye bir şeyim yok açıkçası. Ama o kadar yollarımız ayrıldı ki, hatta kıtalar arası farklılık da var. Çocuğumuz da yok bizim, ortak bir şeyimiz olmadı, o açıdan paylaştığımız bir şey de kalmadı. Hiç görüşmüyoruz. Ama hani içimde ne bir öfke ne bir şey… Hiçbir şey biriktirmedim. Tabii ki çok şey yaşadık birlikte ama herhangi biri, o artık…

5 DUYUMUZA HİTAP EDEN SENFONİK BİR KONSER PLANLIYORUM

Sen, yıllar içinde yaşadığın pek çok yeniliği bizimle paylaştın. Bir tür trendsetter oldun, öylesin de hala… Hindistanlar, meditasyon, veganlık, doğada yaşama, sonra kök hücre, her daim genç kalma, giyim tarzın ve son olarak o müthiş müzikal…

-İltifatına teşekkür ederim. O müzikal benim için çok enteresan bir kapı açtı. Aslında ortada bir metin yok, tam olarak bir müzikalden söz etmiyoruz, hibrit bir iş. O yüzden adını “Sertab’ın Müzikali” koyduk, kendime özgü bir şey diye. Ama senin görmediğin bir ikinci versiyonu var, Zorlu’da oynuyorduk. İnşallah Covid peşimizi bırakır da devam ederiz. Amerikalı çok ödüllü bir ışık tasarımcısıyla çalıştım, şarkıların sırasını değiştirdik, çok daha iyi oldu.

Şimdi yandın tabii: Bundan sonra ne yapacaksın!

-Haklısın! Ama güzel bir fikir var aklımda. Senfonik acayip bir şey planlıyorum. 5 duyumuza hitap eden enteresan bir konser tasarlıyorum. Salona kokular koyacağım. TEMA’yla birlikte çalışıyoruz. Ormanın içinde başka bir atmosferin içinde müziği duyacağız. Rüzgar esecek, bir şeyler uçacak. Doğadaymışız gibi olacak. Belki yağmur da yağdırırız kim bilir. İnşallah yapabilirim.

CORONA SAYESİNDE FRENE BASTIM. SAKİNLEDİM, KENDİME GELDİM. ŞİMDİ SORU ŞU: TEDBİRİ ELDEN BIRAKMADAN BURADAN NASIL ÇIKARIZ?

Corona sana neler öğretti?

-Durabilmenin önemini ve gerekliliğini. Hani hayat gibi, beynimiz de hızlı çalışıyordu ya, her şeye, herkese birden yetişmeye uğraşıyorduk ya, hani Amok koşucusu gibi oradan oraya koşturuyorduk ya… Bu virüsle, hepimiz frene basmak zorunda kaldık. Aslında bir taraftan, iyi de oldu. Mesela bu sayede ben, eskiden bildiğim birçok öğretiye geri döndüm. Bir sakinledim, kendime geldim. Bir kitap okumuştum, hiçbir şey yapmamanın, yapmak olduğunu anlatıyordu. Bunun ne kadar derin bir şey olduğunu anladım. Beynimi sakinleştirmenin önemini fark ettim. Olan biteni, sakinlikle kabul etmenin bir bilgelik olduğunu, bir erdem olduğunu tüm hücrelerimde hissettim. Şimdi soru şu: Tedbiri elden bırakmadan buradan nasıl çıkarız? Bu yaşadıklarımız bize nasıl ders olur? Bunları düşünmeye başladım. Mesela, bu kadar çok şeye ihtiyacımız yokmuş…

Yazının devamını okumak için tıklayın