Telif savaşları-1

Anıl Aba

Eğri oturup doğru konuşalım; hepimiz 90’larda Çınaraltı Faruk’tan, Meydan Hakan’dan, Zihni abiden, Pentagram Cenk’ten çekme kaset ve Bulgar CD aldık. Biz bu müziğe onlar sayesinde erişebildik. Sonra bazılarımız gitti Tünel’deki kazıkçı enstrüman kartellerinden gitar, baget vs. aldı. Korsan olarak dinlediğimiz bu müzikleri önce taklit ettik.

Telif savaşları bundan takribi beş yüz sene önce başladı. Tanrının sözlerinin tekelini elinde bulunduran kilise, malum nedenlerden ötürü, İncil’in kitlelere yayılmasını istemiyordu (bkz. Gülün Adı, Umberto Eco). Kilise, matbaa teknolojisinin ve kopyalamanın önüne geçemedi. Bunun yerine kendi “iş” modelini teknolojiye adapte etti. Basılan kopyaları üniversitelere, manastırlara, ruhban okullarına gönderdi. Böylece tanrının sözleri ve Hristiyanlık daha geniş kitlelere yayılmış oldu. Kitap üzerindeki tekelini kaybetmişti ama toplum üzerindeki kontrolünü ve meşruiyetini arttırmıştı.

İleri saralım, 350-400 sene… Kayıt teknolojisi icat edilene kadar müzik canlı icra ediliyordu. Kayıt teknolojisi çıktığında canlı müzik yapan müzisyenler isyan ettiler. Türlü saçmalıktaki argümanlarla kayıt teknolojisini yasa dışı hale getirmeye çalıştılar. Bunlardan en komiği Amerikalı besteci John Philip Sousa’nın kongrede beyan ettiği “Bu şeytani aletler yüzünden yakında ses tellerimiz yok olacak.” minvalindeki açıklamasıydı. Tabii ne ses tellerimiz yok oldu ne de kayıt teknolojisi yasa dışı… Ne oldu? Eskiden zenginlerin eğlencesi olan müzik, kayıt teknolojisi sayesinde daha ucuza daha geniş kitlelere yayıldı. Canlı müzik yapan müzisyenler de bu yeni teknolojiye adapte oldular. Çünkü olmak zorundaydılar.

Tekrar ileri saralım… Müzik kayıtlarının yaygınlaşmasından yaklaşık 30-40 sene sonra, gelişen iletişim teknolojisiyle birlikte radyo yayınları başladı. Radyo kanalları müzik çalmaya başladıklarında bu sefer de prodüksiyon şirketleri isyan ettiler. ASCAP (Amerikan Kan Emici Meslek Birliği) hemen üyelerinin şarkılarını lisanslayıp radyolardan telif istemeye başladı. Kısa süre içinde piyasa gücünü, yani tekel pozisyonunu, kuvvetlendiren ASCAP telif ücretlerine yüzde 500 gibi zamlar yapınca önce radyo yayıncıları, sonra da müzisyenler ayaklandı. Nihayetinde ASCAP bu vampirlikten geri adım atmak zorunda kalarak telifleri görece “makul” seviyelere çekti. Ara ders: kayıt teknolojisi sayesinde var olan bir endüstri kendinden sonra gelen teknolojiden haraç kesiyordu.

Biraz daha ileri saralım (hazır Spotify buralara da çökmemişken)… Sony, Betamax kaset oynatıcıları (VCR) çıkarttığında bütün film şirketleri bir olup Sony’ye dava açtılar, sene 1984. Sony marka VCR’larda kasetten kasete filmler çoğaltılabildiğinden millet evinde kasetleri çekip çekip eşine dostuna veriyordu. Tabii bazı ülkelerde kopya kasetlerin orijinalinin beşte biri fiyatına satıldığı “korsan” bir piyasa da oluştu. Bu korsan piyasayı yaratan teknolojiyi geliştiren Sony’nin ta kendisiydi. Harika!! Sony geliştirdiği bu teknoloji sayesinde çok para kazandı. Çünkü kopyalama özelliği olduğu için insanlar Sony VCR’ları tercih ediyorlardı. Meşhur Betamax davasını Sony kazandı. Prodüksiyon şirketleri bu karara itiraz ettiler. Artık Hollywood’da film çekilemeyeceğini falan öne sürüyorlardı. Tabii ses tellerimiz yok olmadığı gibi Hollywood filmleri de yok olmadı. Öncekiler gibi Hollywood da değişen teknolojiye adapte oldu. Yeni iş modelleri ile piyasasını ve kalitesini arttırarak daha da büyüdü (bkz. Schumpeteryen yaratıcı yıkım). Ne oldu? Artık halk Hollywood filmlerine daha ucuza ulaşabiliyordu, Sony sayesinde. Ne güzel…

Sony’yi övdüğümüz sanılmasın. Çünkü 15 sene sonra Sony’nin müzikleri bilgisayarlarda mp3 formatıyla kopyalanıp internetten paylaşılmaya başlandığında bütün internete ilk davayı açan şirket, elbette, Sony olacaktı!!! Kopyalama teknolojisini Sony yaptığında, bu hem insanlığa hem de Sony’ye göre bir ilerlemeydi ama başkası bunu Sony’ye yapınca “korsan” oldu. Özetle, teknolojik ilerleme karşısında geride kalanlar, uyduruk telif yasalarına tutunarak saldırgan bir şekilde davalar açıp yamyamlık yapma yoluna gidiyorlar, bir önceki dalgada yeniliği getiren ya da kullanan kendileri olsa dahi (bkz. Cory Doctorow, Özgür ve Bedava: İnternet Çağında Bilgi).

“Bilgi özgür olmak ister.” Fakat kapitalizm, bilginin (veya sanatın) sadece para ödeyenlerin erişebileceği bir ayrıcalık olmasını ister. Bunun için yasalar çıkarır, uyduruk telif yasaları. Sonra buna “hak” derler. Oysa “telif hakkı” diye bir şey yoktur. “Telif yasası” diye bir şey vardır. Hak farklıdır, yasa farklıdır. Hak meşrudur. Yasa insanların yazdığı dandik birkaç cümleden ibarettir. Güç kimdeyse yasalardaki cümleleri onlar belirler, bu haklı veya meşru oldukları anlamına gelmez. Mesela Suudi Arabistan’da bir erkeğin dört kadınla evlenmesi yasaldır. Birilerinin bu yasayı tanımaması veya değiştirmeye kalkması erkek ve kadınların bu haklarının ihlali olur, o mantıkla. Dört kadının bir erkekle evlenmesi normal ve meşru bir “hak” mıdır şimdi? Müdahale edip eleştirisini yapmayalım mı yani? Bu yüzden “telif hakkı” diyerek kandırmayın insanları.

Yazının devamını okumak için tıklayın