Tiyatro sevgisi – Ergin Yıldızoğlu

“Yeni” rejimin ilk kararlarından biri Devlet Tiyatroları’nı lağvetmek oldu. Çok da yakıştı. Ne de olsa, tiyatro, insanlığın demokrasi, hakları ve özgürlükleri geliştirme, tiranların, kralın, kilisenin, sermayenin boyunduruğundan kurtulma serüveninin ayrılmaz bir parçasıdır.
 
Demokrasi…
Sanat’ın en gelişmiş biçimi olarak düşünebileceğimiz tiyatro, MÖ 5. yüzyılda Atina’da demokrasinin “icat edildiği” dönemde doğdu. MÖ 4. yüzyılda, demokrasi ölürken tiyatronun parlak dönemi de bitti.
Demokratikleşme süreci tiyatronun gelişmesi için gerekli özgürlük ortamını yarattı. Tiyatro, canlı bir tartışma, eleştiri ortamını, kültürel canlılığı besleyerek demokratik vatandaşlık kimliğinin gelişmesine böylece demokrasinin yaşamasına yardımcı oldu.
O dönemde Atina’da binden fazla tiyatro eseri üretilmiş. Ancak, bunlardan geriye Eskülüs, Sofokles, Öripides tarafından yazılmış toplam 32 tragedya, Aristofanes tarafından yazılmış 12 komedi kalmış. Bugüne kadar gelebilmiş olmalarına bakarak, bu tragedyaların, komedilerin, türün en iyi örnekleri olduğu söylenebilir.
Tragedya (ve komedi) izleyiciyi, bir kişinin anlatımına, yorumuna, bakış açısına bağlı kılmıyordu. Tiyatro “durumu” anlatmıyor, birden fazla karakterin eylemleri, onların özgün perspektifleri üzerinden gösteriyordu. Tragedya çoksesliydi, egemen “siyaset rejimi” içinde seslerini duyurmalarına izin verilmeyen kadınların, yabancıların (Persler, Mısırlılar, vb.), kölelerin, çocukların, tragedyaların içinde konuşma olanağı bulduğu görülüyordu. Çoksesli bir yapıt olarak tragedya, izleyiciye kendi aklını kullanarak kendi yorumunu geliştirme özgürlüğünü tanıyordu. Tragedya, izleyiciye cevaplardan daha çok, yöneticilere, adalete ilişkin sorular sunduğu için, demokratik kişiliğin oluşması açısından özellikle önemliydi.
Tragedyalarda, liderlerin her zaman ben haklıyım (Hubris) iddiası, (Sofokles: Antigone; Öripides: Bakanal), yabancıların varlığı ve hakları (Eskülüs: Müracaatçılar – İlticaya başvuran Mısırlı kadınlar), kadınların toplumdaki durumu (Öripides: Medea; Sofokles: Tereus; Öripides: Melanip) sorgulanıyordu. Örneğin Medea erkeklerin, kadınların bedenleri üzerindeki kontrolünü pekiştiren başlık sisteminden, evlerindeki tecrit edilmiş evli kadınların yalnızlığından, tek bir doğumun bile, bir savaşta üç kez ön safta yer almaktan çok daha tehlikeli olmasından yakınıyordu. Tereus’de Procne, “Ergenliğe erişince, bizi ailemizin evinden çıkarıp satarlar. Bundan sonra gerdek gecesi bizi kocamızın boyunduruğu altına alır, üstüne üstlük bizden her şeyin iyi olduğunu söylememiz beklenir” diyordu.

Yazının devamını okumak için tıklayın