Osmanlı’dan başlayıp, ilk 30 yılı hariç Türkiye Cumhuriyeti boyunca süregelen cari açık en büyük uzun vadeli sorunumuz olarak görünürken, kısa vadeli en büyük sorunumuz ise bu günlerde enflasyon olarak ortaya çıkmaktadır. Ekonomik büyüme ve işsizlik bu iki sorunun kanımca dolaylı sonuçlarıdır.
İşin ithalat tarafında altın ithalatını bir kenara bırakacak olursak enerji ithalatı cari açıkta en fazla canımızı acıtan öğe olarak belirmektedir. Ekonomimiz küçülse bile cari açık enerji ithalatı olarak varlığını sürdürmektedir. Kısa vadede enerji ithalatında bir çözüm göremiyorum. Ancak uzun vadede yenilenebilir enerji teknolojilerini geliştirip, bunları uygulamaya sokarak cari açığa bir dereceye kadar çözüm ürete biliriz. Gerekli olan destek kamuoyu tarafından bu güne kadar ne işe yaradığı anlaşılamayan Varlık Fonundan gelebilir. Ayrıca üretilen teknolojilerin uzun vadede ihracatı da mümkün olup, cari açığın azaltılmasına bir de buradan katkı verebilir. Nedeni açıklanmaya muhtaç olarak burada çok geç kaldık. Hidroelektrik yatırımları-çevreyi de düşünerek-ayrıca değerlendirmelidir.
İşin diğer önemli bir tarafı elbette ihracattır. Son 2 ayda dış ticaret açığındaki gerileme ekonominin ciddi bir şekilde yavaşlamasından ve gerileyen üretim için gerekli ham maddelerin stoklardan karşılanmasıyla gerçekleşmiştir. Türkiye’nin daha uzun bir süre katma değeri yüksek malları üretip ihraç edemeyeceği varsayımından çıkarsak, TL’nin değerini düşük tutmakta fayda vardır. Satılan harcıalem mallar gittikçe artan bir küresel rekabete girmektedir ve burada TL’nin değeri sonuçta küresel fiyat üzerinde belirleyici olmaktadır. Aslında bugün yaşadığımız sanayide ara malında ithalata muhtaç olmamız 2003-2010 arasında TL’nin yabancı paralar karşısında enflasyondan arındırıldıktan sonra sürekli olarak değer kazanmasından kaynaklanmaktadır(bakınız: Erinç Yeldan). Yüksek değerli TL ile ithalat daha ucuza gelmeye başlamıştır. Gerekli modernizasyonu gafil avlanıp zamanında yapamayan işletmeler yeniden yapılandırılıp, desteklenecekleri yerde iflasa itilmişler, Türkiye’de sanayinin içi boşaltılmıştır. Önümüzdeki dönemde aynı hataya düşmemeli, inşaat ve prestij projeleri yerine sanayi üretimi ve ihracat desteklenmelidir. Türkiye’nin gerekli altyapı ve insan kaynaklarından yoksun olması nedeniyle-istisnalar hariç-ARGE faaliyetlerinden ben bir katkı bekleyemiyorum. Ancak işletmelere küresel rekabette mevzi kazandıracak verimlilik artışlarına odaklanmalarını sağlayacak destekler ve teşvikler sağlanabilir. TL’nin değerinin düşük kalması için faizler de düşük kalmalıdır. Ancak bunun için önce enflasyon düşürülmelidir. Enflasyon da üretim ve verimlilik artışıyla düşürülebilir; sadece sanayide değil, tarımda da mutlaka üretim ve verimlilik arttırılmalıdır. Tarım bugünden daha fazla desteklenmeli, kullanılmayan tüm hazine arazileri azami teşvik ve destek ile işletmeye açılmalıdır. Tarım girdileri üzerindeki aşırı vergiler sıfırlanmalıdır. Artan tarımsal üretim ithalatı düşüreceği gibi, ek ihracat olanakları da yaratacaktır.
Bir başka cari açığı azaltmanın yolu herkesin bildiği gibi net turizm gelirlerini arttırmaktır. Bunun için turizm tüm yıla yayılmalıdır. Henüz özellikle batının keşfetmediği Güneydoğu, Doğu, Karadeniz ve Hatay-Silifke arası için yeni projeler üretilip, gerekirse bu bölgelerdeki yatırımların Varlık Fonundan desteklenmesi sağlanmalıdır. Adı geçen bölgelerde alt yapı yatırımları başta yollar olmak üzere eksiktir. Güvenliğin sorun olmaması ön şarttır.
Yazının devamını okumak için tıklayın