Vecdi Sayar Altın Koza’da Ödül Alan Filmleri yazdı.

Adana Altın Koza’nın galibi “Sanki Her Şey Biraz Felaket”ten ve diğer filmlerden söz edecektik bu hafta, ama Antalya Altın Portakal’da yaşananlara değinmeden festival filmlerine geçmek olmaz.

Adana’dan geriye kalanlar 

Adını andığım yönetmenlerin Antalya’yı beklemesi nedeniyle bu yılki Adana Altın Koza Film Festivali Ulusal Yarışma seçkisi oldukça zayıftı. Yarışmanın en iyisi, günümüz gençliğinin sorunlarını mizahi bir yaklaşım ve yenilikçi bir sinema diliyle aktaran genç yönetmen Umut Subaşı’nın ilk uzun metrajlı filmi “Sanki Her Şey Biraz Felaket” idi. Epik sinema ile Kuzey Avrupa mizahına yakın bir sinema anlayışı var Subaşı’nın. Festivalde En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ödüllerini alan “Sanki Her Şey Biraz Felaket”in toplumsal-siyasal ortama ilişkin değinileri yerli yerinde, öykünün kaldıracağı kadar… Filmin dört oyuncusunun, yönetmenin tercih ettiği biçemle uyumla başarılı yorumlarının da altını çizmem gerek. SİYAD Jürisinin de ödülünü alan, Adana öncesi Ayvalık Film Festivali’nin tek ödülü olan “En İyi Bir…” ödülünü  -senaryosu ile- kazanan Umut Subaşı’nın bundan sonraki filmlerini merakla bekleyeceğim.

Ömer Faruk Sorak başkanlığındaki festival jürisi, Tunahan Kurt’un psikolojik dramı “Karganın Uykusu”nu Yılmaz Güney Jüri Özel Ödülü, En İyi Erkek Oyuncu (Ahmet Ağgün), En İyi Müzik, En İyi Görüntü Yönetmeni ve Umut Veren Genç Oyuncu ödülleri ile değerlendirdi. Biçimsel ögeler üzerinde titizlikle duran genç yönetmenin çabası dikkate değer. Amerikan sinemasının kalıplarına daha mesafeli yaklaşacağı, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına eğileceği filmlerini beklemekte yarar var. Yarışmada izlediğimiz diğer ilk filmlerin yönetmenleri için de aynı şeyi düşünüyorum. Sanki film yapmaktan başka dertleri yokmuş gibi…

Adana’da dört-beş film, yani yarışmadaki filmlerin yarısı ‘sakıncasız’ bir alan olan aile üzerinde odaklanmıştı. “Sarı Sıcak” ve “Çatlak” filmlerindeki başarısıyla yurt içi ve yurt dışı festivallerde önemli ödüller kazanan Fikret Reyhan’ın “Cam Perde”si toplumumuzun önemli bir sorunu olan erkek şiddetini konu alan öyküsü, ayrıntılı biçimde çizdiği karakterleri ve etkileyici finali ile festivalin en iyilerinden biriydi. En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanan Selen Kurtaran ve İstanbul’da erkek oyuncu ödülünü kazanan Uğur Karabulut’un oyunculukları kusursuzdu. Reyhan, iyi bir oyuncu yönetmeni olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu.

Aile içi şiddet ve ensesti konu alan “Bir Gün 365 Saat”in festivalde hakkı yenen bir film olduğu görüşündeyim. Son derece hassas bir konuyu özenli bir sinematografi, kurgu ve müzik desteğinde anlatan, kendilerini oynayan üç kadını başarıyla yöneterek belgesel-kurmaca türünde bir filme imza atan Eylem Kaftan’ı ve jürinin mansiyonla değerlendirdiği üç cesur kadını kutluyorum. Yarışma filmlerinden, tarım işçilerinin yaşamına odaklanan “Ceylin”i izleyemediğim için bir şey söyleyemeyeceğim. Ama, Adana’da yarışan bir başka genç yönetmene daha dikkat çekmek istiyorum. Senaryosundaki eksiklere karşın, estetik tercihleri ile öne çıkan “Açık Kapılar Ardında” festivalin başarılı yapımları arasındaydı. Berlin’de tutunmaya çalışan bir grup gencin öyküsünü anlatan film Ana Jüriden ödül alamasa da, FİLM YÖN Jürisinden aldığı En İyi Yönetmen ödülünün genç yönetmen Alpgiray M. Uğurlu’yu kamçılayacağına, daha da iyi filmler yapacağına inanıyorum.

Genç yönetmenlerden daha cesur filmler beklemek hakkımız ama tek adam rejiminin üç Bakanının (bir filmi izlemeden ‘Fetöcü’ ilan edebilen, parasal desteğini iptal eden Kültür-Turizm ve Adalet Bakanları ile Antalya Festivali’ne verdiği mekân desteğini geri çeken Gençlik ve Spor Bakanının) bir festivale yaptıkları müdahaleyi, havuz medyasının tavrını ve sponsorluklarını geri çeken ‘özel’ sektör kuruluşlarını görünce, düşünmeden edemiyor insan… Nasıl olacak bu iş? Yanıtı, ‘yaratıcılık’, ‘cesaret’ ve ‘dayanışma’ sözcüklerinde galiba…

https://www.birgun.net/makale/sanki-her-sey-epey-felaket-472606