Yenal Bilgici Dil öğrenirken aslında ne öğreniriz?

Bugüne dek iki temel soru vardı: Dil öğrenirken sadece sözcükleri mi öğreniriz? Bir dili nasıl öğreniriz? Şimdi bu sorulara bir üçüncüsü eklendi: Yapay zekâ çağında dil öğrenmeye gerek var mı? Bu yeni soru, geleceğin de tartışma konularından biri ve içinde hem imkân hem de risk barındırıyor.

1.

Amerikan yazar Raymond Carver’ın kitabının ismi çok güzeldir: Aşk konuştuğumuzda ne konuşuruz? Ondan ilhamla bir soru da ben sorayım: Dil öğrenirken ne öğreniriz?

Tanımadığımız bilmediğimiz bir kültürün, insanların dilini öğrenirken sahiden ne öğreniriz? Sözcükleri mi öğreniriz sadece?

Britanyalı yazar Theodore Zeldin, “Hayatın Gizli Hazları” isimli eserinde, farklı dillerdeki sözcükler arasında hızlı bir seyahate çıktığı bir bölümde Çince’ye dair hoş bir örnek verir. “Barış”, “huzur” anlamına gelen sözcüğün üç adımda, üç fırça darbesinde yazıldığını söyler. Önce “ping” yani eşitlik… Ancak eşitlik varsa, kimse kimseyi hâkimiyeti altına almaya çalışmıyorsa, kimse kimseye saldırmıyorsa barış vardır. İkinci kısım ise “pa”dır… Bu da çatı altındaki bir kadınla temsil edilir. “Pa”, Zeldin’in anlatımıyla, barışa, evdeki huzurdan ve ana yüreğindeki şefkâtten ulaşıldığını sembolize etmektedir. Üçüncü adımda ise “ho” gelir. Buğday ve ağız… Herkesin karnı doyuyorsa barış da vardır.

Çince’ye başladığınızı varsayın. Barış sözcüğünün nasıl yazıldığını öğrendiğinizde sadece bir sözcük mü öğrenmiş oluyorsunuz? Yoksa kültür denizinin içine atlayıp kulaç kulaç yüzmeye mi başlıyorsunuz? Tek bir sözcükte eşitlik anlayışı da var kadının temsili de tarih de… Durum bu: Dil öğrenirken sözcüklerden çok daha fazlasını öğreniriz.

2.

Peki nasıl öğreniriz?

Steven Pinker

Dilbilimci ve psikolog Steven Pinker, “Dil İçgüdüsü” isimli eserinde insanın doğuştan dil öğrenme kapasitesine sahip olduğunu anlatır. Ona göre dil, sadece kültürün içinden çıkmaz, bir anlamda, insanın da içinden çıkar. İçinden gelir. İçgüdüseldir. Bizler bu içgüdüyü kuşaktan kuşağa taşırız. Yine Pinker’a göre böyle yapmakla iyi de ederiz; çocukların dili muazzam bir hızla ve zahmetsizce öğrenmesi bu içgüdünün sonucudur.

“Dil İçgüdüsü”, neredeyse 30 yıl önce, 1994’de yayımlandı. Dönemine göre etkili sorular soran ve sıkça tartışılan bir kitaptı. Ama Pinker’ın altını çizdiği bu “içgüdü” meselesi, daha önce bir başkası tarafından dile getirilmişti. Bu kişi, kitapta da sıkça atıf yapılan dilbilimci Noam Chomsky’di.

Noam Chomsky

Chomsky, dil yeteneğinin doğuştan geldiğini Pinker’dan yıllar önce söylemeye başlamıştı. Amerikan dilbilimci, çocukların bir tür dil dahisi olduğunu ve bir bakıma evrensel sayılabilecek bir dil anlayışının onların zihninde hazır ve nazır durduğunu öne sürmüştü. Pinker bu görüşü geliştirdi ve küçük çocukların, hatta bebeklerin dil öğrenme mekaniğini gözler önüne serdi. Bu arada bir şey daha söyledi: Bu kabiliyet ergenlikten sonra azalmaya başlıyordu.

Yani üç yaşında kusursuz, aksansız, zahmetsizce ve anadiliniz gibi dil öğrenebiliyordunuz ama 23 yaşında çok daha büyük bir efor sarf etseniz bile asla o seviyeye gelemiyordunuz. (Pinker’ın ve Chomsky’nin görüşlerine yönelik itirazlar olduğunu da buraya not düşeyim).

Bir açıdan sevindirici… İnsanın zihin kapasitesinin herkeste deha seviyesine çıkabildiğini bilmek güzel. Bir açıdan da can sıkıcı; “dahi” yıllarımız çok kısa sürüyor ve bu satırları okuyan hemen herkes bu denklemin dışında… Haliyle moraller bozuluyor. Eh, bozuk moral de gayreti azaltıyor.

Üstelik şimdi yeni bir soruyla da karşı karşıyayız: Dil öğrenmemize gerçekten gerek var mı? Hem de bu çağda…http://1. Amerikan yazar Raymond Carvebozuluyor. Eh, bozuk moral de gayreti azaltıyor. Üstelik şimdi yeni bir soruyla da karşı karşıyayız: Dil öğrenmemize gerçekten gerek var mı? Hem de bu çağda…

 

https://www.gazeteduvar.com.tr/dil-ogrenirken-aslinda-ne-ogreniriz-makale-1623022