‘İş gereği başka yerlerde geçirilen bir on yıla yakın süreyi saymazsak, hayatının çoğunu doğduğu şehirde geçiren biriyseniz eğer, benim gibi;
Belki de gurbetin zaman zaman insanın burnunun direğinde biten sızısının etkisiyle, o toprağın çakılını, taşını öpesiniz,
Hele bir de uzunca yıllardır güneşin, bazen sanki sadece bu topraklara doğduğunu düşündürtecek kadar sahiplenici bazen de arkasına saklandığı buluttan göz kırpacak kadar şakacı olduğunu tahmin ettiğiniz gün doğumlarında, mavi mi yoksa yeşil mi olduğuna bir türlü karar veremediğiniz bir kıyıda yürüyorsanız,
O huzurun çiçeğini, yaprağını, kuşunu, böceğini sevesiniz gelir.
Adana böyledir.
Her rengiyle insanı cezbeder ama içinde öyle hâleler vardır ki insanı sevdaya sevkeder.
Üstelik mevsimine göre açan çiçeklerine, döktüğü yaprakların yerine filiz veren ağaçlarına şahitlik ettiğiniz bu bir avuç cennette, ciğerinize çektiğiniz huzursa;
Kendinizi, “Seyhan Mavisi diye bir renk olmalı, kıyısında her gün huzurlu adımlar dolaşmalı, derken buluverirsiniz.
Kimi zaman temmuz sıcağında gidecek yeri olmayan, elini ensesine atıp, nehre karşı yan gelip yatmış, hiç tanımadığınız bir Adanalının hayalleri vardır orada,
Kimi zaman da Adnan Menderes Bulvarı´nda, mangaldan yayılan dumanda efkârını dağıtan ailelerin ya da ışıl ışıl lunaparktaki atlıkarıncanın hızında neşelenen, yediği Bici Bici´nin buzundan olsa gerek akan burnunu arada bir koluna silen çocuklarla, bir faytona binip, Sevgi Adası´na karşı el ele vermiş genç çiftlerin veya nedendir bilinmez, en içli bir türkü bile tuttursalar hep aynı hevesle çalan davulcuyla, zurnacının.
Bazen sol yamacınıza aldığınız maviliğin önünden geçerken arabanızdan seslenen Aerosmith´ten Dream On, olur, seksenlere gidiverirsiniz, bir daha dönemeyeceğiniz yılların acısı gelir oturuverir üzerinize ama durmasın dersiniz, devamı da gelsin Bon Jovi’den, Europe´dan.
Bazen de göl kıyısındaki en şık masada Müzeyyen Senar olarak karşınıza çıkar, Bir kızıl goncaya benzer dudağın, diye şakıyıverir.
Bir gün, nehrin ayırdığı şehri asırlardır birbirine bağlayan Taşköprü´ye bakan otelde çalan düğün marşıdır bir gün de suya götürülen gelin kızın Baraj´dan geçişidir.
Bir başka gün de Dilberler Sekisi´nde göğün yere inişidir. Ayağınızın altında hışırdayan toprakta, yan yana dizilmiş martıların güne saygı duruşunda, coşup, çağlayan suyun kayalara vuruşunda, mevsimine göre her renk çiçeğin açışında, boy boy dizilmiş ağaçların dostluğundadır sır.
Ama çokça da, hatta her zaman sevgisini, özlemini derinlerde bir yerde taşıdığınız, kıyısında, kenarında daima bir şekilde rastlayacağınız en huzurlu zamanlardır.
Çünkü bu topraklarda doğduysanız eğer,
Bir koca şehrin umudunu, hayallerini, o sakin, durgun akan haliyle koskocaman kollarını açıyormuş da kucaklıyormuş gibi sarıveren, emeklerini boşa çıkarmak istemiyormuş gibi güven veren, sarı sıcağın kavurduğu benizlerin içini ferahlatmak için akıyormuş gibi huzur veren Seyhan Nehri´nin kıyısında mutlaka dolaşmıştır adımlarınız.
Kâh yasemin zamanından çocukluk anılarınızdır burada yeşerttikleriniz, kâh bahar dallarında asılıdır;
Hem Sun Pastanesi´nden aldığınız frigolarda ya da Mavi Köşe Pastanesi´nde yudumladığınız saleplerde dumanı tüten gençlik hayalleriniz.
Hem gökyüzüne tırmanan çınar ağaçlarının dallarındaki gelecekle ilgili umutlarınız.
Hem de her mevsim parlak yapraklı görmek istediğinizdendir, okşayışlarınız.
Bu kıyıların herkese yettiğini iyi bilir Adanalı. Bu yüzdendir sahiplenen yüreği.
Hepimize göre hem tadı farklıdır hem de adı ama orada her renge biraz yer olsa da hep yaşattığıdır biraz yeşil, biraz mavi.
İşte budur hikâyesi; daima aynı sevdayla yaşayacak bende Seyhan Mavisi.