Resim Hakan Çapkan
Siz hiç kendinizi, özellikle yabancılara, yaşadığınız şehri anlatırken bulur musunuz, ben sık sık bunu yaparım, bir de anlatmakla kalmam, onlar da benim gibi sevsin diye uğraşırım.
Belki bir süre farklı yerlerde yaşamış olmamdan kaynaklanıyor da olabilir, hani özlediğiniz bir koku burnunuzun ucuna yerleşiverir herhangi bir şehrin sokaklarında, bir tanıdık yüz ararsınız o sokaklardaki akşamların alaca karanlığında, bir dost eli omzunuzu okşasın istersiniz, bu ait olma, bu sahiplenme duygusunu ararsınız, Ah, dersiniz sonra, şimdi Adana’da olsam var ya, cümlenin sonunu en iyi siz bilirsiniz, kim bilir, belki bundan dolayıdır.
Ya da ne bileyim, çocukluğumun, gençliğimin geçtiği; pencerenize kadar uzanan envai çeşit kokuya uyandığınız, bahçelerinde koşturduğunuz, terleyip de herhangi bir kapıyı çaldığınızda bir bardak su mutlaka bulduğunuz, saçlarınızın parlaklığındaki, gözlerinizin ışıltısındaki ilk gençliğinizin sevdalarıyla kucaklaştığınız bu şehri, ben böyle yaşayıp böyle hissettiğim için herkes de böyle yaşasın, böyle hissetsin istememdendir.
Nedeni ne olursa olsun tanıdığım, tanımadığım bir kısım insana hem Adanalıyı, Adana’yı hem de onlara ait tüm değerleri anlattım durdum. Çünkü biliyordum ki her birimize, her zaman sımsıkı sarılan bir anne kucağı gibiydi Adana, aslına bakacak olursanız da ben böyle bir ruhu, bu ruhun can verdiği böyle bir gönül zenginliğini çok da başka bir yerde görmedim.
Onlarsa yaşamakla, anlatmakla yetinmeyip bir de hayale inandılar, on yıl evvel inandıkları bu hayalden yola çıktılar, bir çiçeğin büyülü kokusuyla buluşturdular, şehrin, ülkenin, hatta artık diğer ülkelerin gözünde bir marka yarattılar. Adı bile ne güzel: Portakal Çiçeği Karnavalı, milyonları buna inandırdılar.
Karşımdaki Bursalı genç çifte bunları anlatırken iki gün evvel, çocukluğumun geçtiği bahçedeki portakal, turunç ağaçlarının çiçeklerinin kokusundan, o kokuda büyüyen o zamanki biz çocuklar için Adana’nın ne demek olduğundan, sanatından, sanatçısından, kültüründen, kebabından, analı kızlısından Kazancılar’ından, Ziyapaşa’sından bahsederken onların yüzündeki ilgiyi ve merakı görmek, mutlaka bir çok kez daha gelmek istediklerini duymak, bu yılki karnavalın bizim için keyifli anlarından sadece biriydi.
Oturduğumuz kebapçıdaki masaların çoğunluğunun dışarıdan geldiğini bilmek, hizmet veren garsonların günlerdir tam kapasitenin üzerinde çalıştıklarını görmek, yanımızdan geçen hanımlardan birinin beş litrelik üç şişe şalgamı taşımaya çalışırken kaldırımdan geçen birinin ona yardım etme talebini ilettiğine kulak misafiri olmak, hemen yan masamızda oturan kalabalık aile grubundaki genç bir hanımın üzerine şalgam döküp, şalgam lekesinin çıkıp çıkmayacağını bir garsona sorup cevabı ve çözümü benden almasıyla başlayan sohbette ailenin bir kısmının Tekirdağ’dan bir kısmının da Kocaeli’nden geldiğini öğrenmek ise soğuğa rağmen içimizi ısıtan sıcaklıktaydı.
Hiç ama hiç kolay değil bu ruha vücut buldurmak, milyonları bu şehrin kaldırımlarında dolaştırmak, çoluğuyla çocuğuyla, yaşlısıyla genciyle insanları en ufacık bir taşkınlık olmaksızın bu coşkuya eriştirmek ve bütün bunları on yıldır başarıyla sürdürmek.
Değil mi ki turunç çiçekleri açmaktan hiç vazgeçmiyor, kokusunu daima her yere bulaştırıyor,
Selam olsun bu şehri anlatmaktan vazgeçmeyenlere, gelecek nesillere bu büyüyü ulaştıranlara, iki yıl aradan sonra ve zorlu yaşam koşullarına rağmen muhteşem bir dönüş yakalayan karnavala,
Bin selam olsun mayası, insanı sağlam, toprağı, havası, suyu bereketli bu şehri bir rüyadan uyandıranlara, pırıl pırıl sabahların, aslında çok daha muhteşem olduğunun gerçekliğini yaşatanlara.
Portakal ağaçları her mevsime tanıklık eder bizim buralarda ve hep yeşildir. Çiçek açması ise turunçların, yakındır, her koku biraz da sensin Adana, güzel olana sahip çık ki baharını şenlendir.