Saçı uzun ve kahverengiydi.
Ve hep atkuyruğu yapardı.
Gözleri yeşildi. Ama bambaşka bir yeşildi.
Adı Cemile’ydi.
O liseye gidiyordu ben ortaokula.
Aynı mahalledeydik.
18 numaralı evde otururlardı.
Okula giderken 18 numaranın önünde
durur içerden yükselen neşeli sesleri
dinlerdim.
Ve güzel türküleri dinlerdim.
Cemile’nin demiryolu işçisi babası
çok güzel türkü söylerdi.
Kapının ardındaki hayatı merak ederdim hep.
Kaç kez elim kapıya gitti ama cesaret edip de çalamadım.
Aslında Cemile’yi merak ederdim.
Onu her gördüğümde kalbim bir kuş olup pırrr diye uçar giderdi.
Ben onu hep görürdüm ama o beni hiç görmedi.
Yıllar sonra Adana’ya döndüğümde mahalleye koştum.
18 numaralı ev sessizdi.
Yıkılmak üzereydi.
Ama kapı zamana direnmişdi.
Bakkal Rıza amcadan öğrendim.
Cemile, arka sokaktaki Çınaraltı kahvehanesinde garsonluk yapan bir çocukla kaçmış.
Ama çocuk hayırsız çıkmış.
Bir kaç yıl sonra onu terk edip gitmiş.
O günden sonra babası türkü söylemez olmuş.
Ve kahrından ölmüş.
Bir yıl sonra da annesini kaybetmiş.
Cemile nerelerde kimse bilmiyor.
Yuvarlanan iki damla gözyaşı elime düşdü.
————————–