Seneye daha iyi diziler izlemek ve yazmak ümidiyle
Sene sonuna doğru listeler yavaş yavaş belirmeye başladı. 2019’da benim içerik, form ve oyunculuklarla seyir hazzına doyamadığım, donup kaldığım, bağlanıp bırakamadığım ve ‘”Yok artık” dediğim dizileri sıralamaya çalıştım. 2019’un en iyileri demeyi çok iddialı buluyorum çünkü iyiler listeleri genellikle birbirine benzese de çok değişkenlik gösterebilir ve iyiliği ölçen herhangi sanat aleti henüz icat edilmedi.
Ama tabii bence benim en iyiler listem en iyisi! Buyurunuz!
- Years and Years
Black Mirror ve taklitlerinin kendini tekrara düştüğü bir dönemde distopyanın içine çok etkileyici bir aile draması hatta neredeyse melodraması yerleştirerek geleceği tartışmaya açıyor. Teknolojinin insan hücrelerine sinen ilerleyişi, iklim krizi, çiğ siyasetin ilkel menfaatlerden zerre sapmayışı ve tüm bu değişkenler içinde bir ailenin önümüzdeki 15 yılı anlatılıyor. Üstelik burada anlattığım gibi sıkıcı değil çünkü kendine özgü şahane diliyle zeka dolu mizahıyla gerçekten eğlendirirken dahiyane önermelerle şok ediyor. Ay dayanamıyorum ve o klişe cümleyi kuruyorum; Ağlatırken güldürüyor, güldürürken ağlatıyor!
- Succession
Güçlü ailelerin devletler gibi her an bu gücü kaybetme ve her daim daha fazlasına olan açlığını anlatan nefis bir dizi. Aslında Game Of Thrones’tan farkı metnin şehirde ve günümüzde geçiyor olması yani aynı entrika, politika ve dram öğeleri fazlasıyla var. Ancak öyle bağırış çağırış, silahla, kanla yaygara koparmadan her şey sözcüklerle hallediliyor. Metanın maneviyatı alt ettiği aile bireylerinden olmanın ne kadar şans ne kadar lanet olduğu tartışılırken zeki diyaloglar ve unutulmaz karakterlerle Sucession unutulmazlar listesine de sessizce giriyor. Offfff be bu dizi bana Berkun Oya’nın ‘Babamın Cesetleri’ni hatırlatırken evlatların her birinin babanın katillerine dönüşmesi delirtiyor.
- Chernobyl (2019)
1986 Nisan’ında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ndeki Çernobil nükleer santralinde yaşanan dehşetli kazanın gerçek hikayesini hafızalara kazıyor adeta. İnsanlığı tahayyülü güç bir felaketten kurtarmak için kendini feda eden kahramanların öyküleri destan yazar gibi değil ağır, realist ve derin saptamalarla detaylandırılarak veriliyor. Yayınlandığı andan itibaren tüm dünyada sarsıcı bir etki yaratırken ülkemiz yakın tarihindeki sonuçlarını ise küçük çevrelerde olsa dahi tekrar tartışmaya açtı. Mesela 90’ların ortalarında artan kanser hastalığıyla beraber soruşturma önergesi verilmek istendiğinde önergenin reddedilmesi ve bakanın çay içmesi geliyor akla. Her zaman felaketin kendisini aşacak biri çıkıyor ya ben en çok buna kahroluyorum. Nükleer santrallara ihtiyaç var mı ve yanıt “evet” ise tekrar soruyorum ‘”değer mi?”
- The Act (2019)
Farklı bir dram izlemek isteyenleri yeterince şok edecek bir seçenek The Act. Dışarıdan bakıldığında çocuğu için hayatını adayan bir annenin aslında kocaman ve zavallı bir ruh hastası sakladığı görülüyor. Öyle birden güm diye değil! Tam tersine yavaş yavaş, zaten kimse ailesinin gerçeğini birden görmüyor ki! Nihan Kaya’nın “İyi Aile Yoktur” kitabını hatırlatan muhteşem bir dizi. Üstelik gerçek bir olaydan esinlendiğini bilmek insanoğlunun karanlık ruh dünyasına ışık tutarken ülkemizde tartışılması gereken “kutsal anne” mitine feci gölge düşürüyor. Aklıma kadın programlarında çocuklarına bakmadığı, terk ettiği için canlı yayında sorguya alınan kadınlar geliyor. The Act’de olduğu gibi “kahrolsun bazı anneler” diyorum ve kimisinin bakacağına bakmaması daha iyi diyorum. Ve sinemamızda hakkı teslim edilmeyen ve annelik müessesini cesaretle irdeleyen Zefir filmini The Act’ten sonra bir doz izlemenizi öneriyorum.
Yazının devamını okumak için tıklayın