Bir okur/yazar olarak bir kitabı elime aldığımda klasik bir sorunun yanıtını ararım, ikna edici bir gerekçe bulduğumda okurum ve okuturum.
Bu gerekçeye uyan adların başında Oruç Aruoba geliyor.
Bir yazarın bütün kitaplarını okuduğunuzda şunu söyleyebilirseniz o size karşı görevini yapmıştır.
Aruoba, bizi felsefenin soyut labirentlerinde dolaştırırken rehberlik yaptı.
O, felsefeyi, şiiri, günlük yaşamı yazmanın ustalık bileşkesinde buluşturdu. Çünkü o türleri de özümsemişti. Albert Camus’nün bir sözü yazınsal gerçeği simgeler:
“Anlatamıyorum demek anlayamadım demenin eşanlamlısıdır”.
Bildiklerinizi, okuduklarınızı hayatın içine yediremezseniz, etki gücü yitip gider.
Cesare Pavese’nin “Il Mestiere di Vivere”* kitabını çok severim, Cevat Çapan dilimize Yaşama Uğraşı olarak çevirdi.
Yaşamanın hem sanat hem zanaat olduğunu düşünürsek, bazı kitaplarından bu anlamı da çıkarmak mümkün.
Alıntılar, destek özelliği taşımaz, yazarın çağrıştırdıklarının notlarıdır. Yazısıyla anlam kazanırlar, bir havaifişek patlamasının habercisidirler.
Felsefe/edebiyat beraberliğinde hayatın bir seyir defteri olduğunu ispatlar.
Felsefenin günlük yaşamda etkileyiciliğini, bir gün ışımasında, bir doğa güzelliğinde fark ettirir.
Düşünce ile duyarlılık, ancak iyi bir yazarda buluşursa beğenilir. Bu kıvamı Aruoba başarmıştır.
Yazının devamını okumak için tıklayın