Evlerimiz…
Sadece başımızı soktuğumuz değil, ömrümüzü koyduğumuz,
İçini sevgiyle, huzurla, güvenle doldurup mutluluğu yaşadığımız sımsıcak yuvalarımız.
Yaşamları çoğalttığımız, emeğimizle büyüttüğümüz, dört duvardan ziyade, o bir zamanlar nereye gidersek gidelim kapısından içeri girmek için can attığımız çatımız, damımız, ocağımız.
Çocukluk düşlerimizin yaseminlerle, portakal çiçekleriyle, nergislerle, güllerle kaplı cennet bahçelerine açılan pencereleri.
Bayram sabahlarındaki el öpüşlerimiz.
Dizlerimize açılan yaraların ilacı, yüreklerimize batan kıymıkların merhemi.
Analarımızın, babalarımızın, kardeşlerimizin üzerimizden eksik olmayan eli, duası, merhameti.
O kocaman ailelerin her birimize yaşattığı en güzel duyguların kaynağı. Masum uykularımızın yastığı, yorganı, yatağı.
Ağzınız tatlı, yeni yuvanız hayırlı, ocağınız bereketli olsun denerek uğurlandığımız gelin taçlarımızın süsü.
Yepyeni umutlarla, ümitlerle girdiğimiz o kapıların ardına kadar açıldığı, yaşamlarımızın bambaşka hayallere doğru koşturduğu,
Çocuklarımızı kucağımıza aldığımız, o sonsuz sevgiyi ilk tattığımız, lohusa kaynarının kokusunun bulaştığı cennet bahçeleri.
Adına evlat dediğimiz canlarımızın ilk gülüşü, ilk adımı, duvarlarında, onların elinin ve her yıl aldığımız boylarının ölçüsünün izi.
Büyüdüklerine şahit olduğumuz, onurlu, erdemli, vicdanlı, merhametli, ahlaklı, hayırlı olsunlar diye ömrümüzü verdiğimiz yavrularımızla aile olmanın eşsizliğini yaşadığımız, paylaştığımız, dayanıştığımız, başka hiçbir yerde ve hiç kimseyle yakalayamayacağımızı bildiğimiz bu sevgiyi çoğalttığımız gönül hanelerimiz.
Ocağın üzerindeki çaydanlığın sesiyle, kaynayan çorbanın buharıyla, fırından çıkmış kızarmış ekmeğin kokusuyla dolup taşan, tüm sandalyelerin dolu olduğu mutfağımızın bereketi.
Güneşin doğuşunu birlikte karşıladığımız, yıldızlara bakarak hayaller kurduğumuz, sevinçli haberler bekleyip de aldığımızda kapı eşiğindeki sarılışlarımız, uçuşan tül perdeden içeri giren mayıs rüzgarları, selametle gidip dön, diye uğurladıklarımızı özlemle karşılayışlarımız, balkonundaki çiçekleri sularken geçmişten, gelecekten kahkahaları andığımız, yaz akşamlarında komşu balkondan gelen çatal bıçak sesleri, eşimizi dostumuzu, geniş ailelerimizi ağırladığımız, kutlamaların buluşturduğu büyük masalarda karşılıklı kaldırılan kadehlerimiz.
Özlemlerimizin dayanağı, kimi zaman gözyaşlarımızı sakladığımız, kimi zaman kahırlarımızı gizlediğimiz kimi zaman da sığındığımız limanlarımız, bazen bir hastalığı bazen de derdi, kederi paylaştığımız. İyi, kötü, mutlu, mutsuz yaşadığımız ne varsa her an’ın, her şeyin ortağı.
Ama en çok ve sonsuza dek şükürlerimiz. Yüreğimizi, ellerimizi açtığımız dualarımız.
Evlerimiz.
6-Şubat’tan itibaren bazı canlarımıza mezar olan bazılarımızın da korkulu rüyasına dönüşen, o duvarların üzerimize çöktüğü, altından kalkmakta zorlanacağımız, yaşanan acıların asla unutulmayacağı, sonrasının hiçbir zaman aynı olamayacağını bildiğimiz, karanlıkta, çok karanlıkta el yordamıyla yön bulacağımız, elimizden avucumuzdan uçup giden, kalanlarla avunmak zorunda kaldığımız, bir zamanlar kucakladığımız ne varsa kaybettiğimiz evlerimiz.
Zamanla, inanıyorum ki zamanla bu acılarla yaşamaya gücün, kuvvetin, sabrın yettiği anlar da gelecek. Çok eksikle, çok yürek yangınıyla devam edilecek. Masalar, sandalyeler, sofralar hep yarım kalacak. Belki yürünecek yollarda ayağımızın altında sarsılan ne varsa yerine konamayacak ama yine de adım atılacak.
İşte o zaman belki de o evlerimize güneş yeniden doğacak, saksıdaki reyhanlar kokusunu başka türlü yayacak. Hatıralar canlanacak. Bir şarkıda, bir türküde, bir çiçekte, bir bakışta uzaklardan bir yerlerden el sallayacaklarımız hep yaşayacak ve var olacak.