Kitapsever, kitapçı, kitaplık… (I)

Önümüzdeki birkaç haftaki yazımlarımla sizleri dünyanın ünlü kitapçılarını ve kitaplıklarını gezmeye davet ediyorum. Gıpta etmenin yanında bu güzelliklerden, değerlerden haz duymanız dileğiyle…

Şefik Onat

“Kitapsever”lerle başlayalım söze

Yazarlığa soyunan herkes kitap tutkunudur mutlaka; çok ama pek çok okumadan kimsenin, “Haydi ben de yazayım,” diyerek kaleme davranabileceğini ya da günümüzdeki uygulamayla bilgisayar klavyesini tıkırdatmaya başlayabileceğini hiç sanmam. Kitap okumak da bir alışkanlık konusudur, küçük yaştan ailenin ya da okulda öğretmenin yönlendirmesiyle gelişir; ileri yaşlarda başlayan nadir görülür. Her kitap tutkunu günün birinde yazmaya başlayacak diye bir kural da yoktur elbette. Büyük çoğunluk sadece okumaktan haz duyar.

“Kitap tutkunu” dedim, “kitapsever” de diyebiliriz böylelerine, bendeniz gibi ileri düzeyde olanlara ise “kitap kurdu” ya da Frenkçeden gelen “bibliofil” (bibliophile) denir ki temeli eski Yunancaya dayanır. “Biblio” Yunancada “kitap”, “phile” ise “sever” demektir. “Kitapseverlik”, yani bu sevgi de “bibliofili” ya da “bibliofilizm” olarak adlandırılır.

Haydi az daha derine bakalım. “Biblio” kelimesi antik Fenike liman kenti “Biblos”tan kaynaklanır (Arapçası Cübeyl), bu adın verilmesi nedeni de eski Yunancada yazı yazmak amacıyla kullanılan papirüsün en büyük ticaret limanı olmasındandır.

Carl Spitzweg’in 1850 tarihli “Kitap Kurdu” tablosu. (Orijinali Almanya’nın Schweinfurt kentindeki Georg Schäfer Müzesindedir.)

Bu kadar etimoloji yeter sanırım. Yine de “bibliofili” kelimesini sakın ola “bibliomani” ve “bibliofobi” ile karıştırmamak gerektiğini not etmeden geçmeyelim. “Bibliyomani” daha çok klinik psikolojik bozukluk düzeyinde takıntılı kitap koleksiyoncuları için kullanılan bir terimdir, ne tür kitap olursa olsun toplar bunlar. Öte yandan “bibliofobi” kitap korkusunu, kitaplara karşı duyulan nefreti ifade eder. İşin en berbat yanı “bibliofobi”nin sadece bireylerde değil devlet yönetimini elinde bulunduran kişi ve bunların emrindeki kurumlarda da görülmesidir. Faşizmin olmazsa olmazıdır bu davranış biçimi, ödleri kopar kitaplardan! Ya Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels‘in kışkırtmasıyla Alman Öğrenci Birliğinin 10 Mayıs 1933’te başlattığı eylemlerde olduğu gibi yakarlar kitapları ya da saydam olmayan poşete sokarlar! Tüh, nerede görmüştük en son böyle davranışları?

Her neyse, biz kitapseverlerimize dönelim. Bunların okuma alışkanlıkları farklı olabiliyor. Mesela benim gibi bazıları 5-6 kitabı aynı dönemde okur, seçimi o günkü ruh durumuna bağlıdır; diğerleri ise bir kitabı bitirmeden diğerine geçmez. Bir de denir ki gerçek bir bibliofil bu dünyaya veda ettiğinde kitaplığında henüz okumadığı en az 300-400 kitap bulunurmuş. Bu söz kitapseverlerin genellikle kitaplıklara gitmek yerine kitapları satın alarak okuduğu ve biriktirdiğine işaret ediyor ki bence doğru bir teşhis.

Şimdi dönüp bana, “Sen neden bahsediyorsun, bu memlekette kaç kişide kitap okuma ve biriktirme alışkanlığı var ki?” derseniz tamamen haklı olursunuz elbette. Genç Türkiye’nin giriştiği müthiş temel sanayi hamleleri kapsamında inşa edilen ve 1936’da üretime başlayan ülkenin ilk kağıt fabrikası SEKA’yı yıkıp yerine toplu konutlar inşa ettiren ve kitap, gazete üretimini ithal kağıda mahkûm eden bir zihniyetin egemen olduğu yerde ne beklenir ki! Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) verilerine göre Türkiye, kitap okuma oranında dünyada 86. sırada ve böylece başarılı bir şekilde yoksul Afrika ülkeleriyle aynı kategoride yer almakta. Son birkaç yılda göçen Türk Liramızın değeriyle kağıt ithali sonucu yayımlanan kitapların ulaştığı fiyatlarla okuyan da okumayan değil okuyamayan oldu sonunda!

Bu moral bozucu duruma rağmen önümüzdeki birkaç haftaki yazımlarımla sizleri dünyanın ünlü kitapçılarını ve kitaplıklarını gezmeye davet ediyorum. Gıpta etmenin yanında bu güzelliklerden, değerlerden haz duymanız dileğiyle…

Dünyanın en ünlü kitapçıları

Paris’in ünlü kitapçısı “Shakespeare & Co.”(Foto:”ssedro CC BY-SA 2.0”)

* Shakepeare & Company (Paris)

Paris’te, Sen Nehrinin “Latin Mahallesi” olarak bilinen “Sol Yaka”sında, 5. Bölgede bulunan “Shakespeare and Company” kitapçısı kadar ünlü dünyada başka bir kitapçı var mı bilmiyorum. Mekânın içinde fotoğraf çekmenin yasak olduğu (yine de sızanlar yok değil!) şimdiki kitapçı aslında aynı isimle 1919 yılında Amerikalı Sylvia Beach tarafından başka bir adreste açılan kitapçı değil. Bir zamanlar Paris’i mekân tutmuş F. Scott Fitzgerald, Gertrude Stein, Henry Miller gibi ünlü Amerikalı yazarların uğrak yeri olan ve hem kitapçı hem de ödünç kitap veren o kitapçı ne yazık ki Almanların Paris’i işgali ardından, 1941 yılında kapanmış.

1951 yılında, bu defa başka bir Amerikalı, George Whitman, “Le Mistral” (Karayel) adıyla açtığı kitapçının adını henüz hayatta olan Sylvia Beach’in izniyle 1962’de “Shakespeare and Company” olarak değiştirmiş, bir de tutmuş kadına saygı ifadesi olarak yeni doğan kızına Sylvia Beach adını vermiş. Bu kadarla kalsa iyi, ileriki yıllarda bu beyefendi kendine de “Latin Mahallesinin Don Kişotu” unvanını takmış. Nedeni ise hızla gelişen kitap zincirlerine rağmen bunca yıl ayakta kalabilmek için verdiği mücadele. Şimdilerde kitapçının sahibi kızı Sylvia bir söyleşide babası hakkında şöyle demiş:

“Babam kendi özgeçmişinin aslında Dostoyevsky’nin ‘Budala’ eserinde yazılmış olduğunu söylerdi. Hayatı gerçekten bir roman kahramanına benzer. Hatta bugüne kadar okuduğum bütün romanlardaki kahramanlardan daha garip bir kişiliğe sahipti diyebilirim.”[1]

Günümüzde de merdivenlerine, eski püskü koltuklarına oturup, iç içe odalarında şiltelere serilip ya da minderlere çöküp istediğiniz kadar kitap okuyabileceğiniz, sık sık ünlü yazarlar hakkında ya da yeni yazarlarla yapılan söyleşileri elde şarap kadehi izleyebileceğiniz, keyfi gelen bir müşterinin piyanonun başına geçip hoş bir melodi tıngırdatmaya başladığını duyabileceğiniz, çocuklarınızın oyun odalarında zaman geçirebileceği ya da çocuk kitapları bölümüne dadanabileceği, bir katında çok değerli ilk baskı kitapların bulunduğu, iyi havalarda ikinci el kitap raflarının hemen dışındaki meydana taşan, Paris’te görev yaptığım yıllarda çok sık içindeki yüzyılı aşmış tarihi koklayabilmek amacıyla ziyaret ettiğim “Shakespeare and Company”nin bana göre dünyada eşi, benzeri yok. Bakın şu birkaç fotoğrafa, kitapların kokusunu siz de alabiliyor musunuz?

https://t24.com.tr/yazarlar/sefik-onat/kitapsever-kitapci-kitaplik-i,39390