Ayfer Feriha Rujen
Hüzünden, o aşağılanmışlık duygularından arınmış bir bilinçaltına sahip olduğunuz zaman, yani ‘sürüden ayrılanı her zaman kurt kapar’ düşüncesinden ayrıldığınız zaman, başkalarının sizi bir kum saati gibi bir aşağı bir yukarı çevirirken zihinlerinizi karıştırmasına artık karşı durmayı öğrendiğiniz zaman…
Bilinçaltı için “kralın yolu” derlermiş. ‘Bilinçaltı’ dediğimiz zaman, herkesin kara kutusundan sözler ediyormuşuz gibi bir korku yayılmaz mı zaten etrafa? Sanki bir tek sözcükle can bulunca bir itirafla açılıp saçılacakmış gibi birden ortalığa! Baş edemediğimiz ne varsa üst üste yığılmış bir yer gibi hayal etmez miyiz zaten orayı? Açığa çıkacak olsa, korkarız, “onu nasıl kontrol edeceğiz” diye. En çok da bu korkuyla kaçarız ondan ve esiri oluruz, bu korkuları yönetecek güçte olanların. Kimseyi ilgilendirmediği halde sanki her şey hakkında herkese bir malumat vermek zorundaymışız gibi. Neden? Neden! Zaten bu yüzden ziyarete kapalı bir sergi gibidir, sanki insanın sadece kendi yara alışlarıyla dolu bir salon gibi. Kapalı. Kapılarını başkalarına açmaktan utanmanın başka bir hali gibidir bu. Jung’un Kırmızı Kitap’ı bunun delilidir, herkes bilsin bunu. Hiçbir şeyi aslında unutmayız, rüyalar ve geçmişi hatırlamak bunun içindir. Rüyalar ve hatırlamak o kapının hem kilidi hem de anahtarlarıdır. Orası iyi anılara rağmen bir katran denizidir. Orası, bütün kavuşamamaklar, konuşamamaklar, olsun istemişiz de olmamışlardan, başarıları bile başarı kılan gerçek başarısız girişimlerden yapılmış zehirle doludur. Aşağılanmışlıklarla doludur çünkü orası. Aşağılanmışlığı azımsamayın sakın. Bugün Türkiye’de bu bilinçaltının bir ürünü olarak ortaya çıkmış bir iktidar var. Bir bataklık kadar güçlüdür çünkü bilinçaltı. Orayı ancak onunla temas edenler kontrol edebilirler. Günlükler‘de şöyle diyor, Unamuno: Cüzi irade ne korkunç bir gizemdir. Cüzi irade bir gerekçe değil, gerçektir. Buna bir mantık uydurmaya çalışmak, mahvetmektir… Olaylar ister dış, ister iç olsun, ister cismani, ister ruhani olsun, olayların akışı, önceden belirlenmiş bir akıştır. Her bir bilinç durumu gibi dış dünyanın her olayı da bir yasa uyarınca kendinden önce gelen ve kendine eşlik edenlere göre şekillenir.“Cüzi irade” Osmanlı Türkçesi ile ‘kısmi’ yani ‘bir şeyin yalnızca bir bölümünü kapsayan’ ama aslında derinlerde bütün zemini kaplaması bilinçaltının bireye indirgendiğinde küçük problemler görülerek önemsenmemesi durumudur.
“Derinlik insanı öldürebilir” derken hep bu bataklığın çekim gücünden sözler etmişimdir oysa. Çünkü damdan düşenin halinden elbette damdan düşen anlar. Hani yolda yürürken küçücük bir kedi yavrusu ayağınıza dolanır da eğilip başını okşadınız diye tepeden tırnağa birden pirelenirsiniz ya… Orası, işte böyle bir yer. Bir kapıyı iter de açarsınız ya birden, içerisi karanlık, girdap gibi bir dehliz, derken dizlerinize kadar suya batmışsınızdır… Bir insanın sadece dizlerine kadar suya batması onu boğabilir mi? Boğabilir. Boğulmak düşüncesi bile insanı korkutur. Su, bir kelime olarak bile yüzmeyi bilmeyenler için boğucu bir şeydir. Yüzme bilenler de boğulur, bu hiç de imkânsız değil. Toplumu derinden etkileyen sarsıntıların ortasında edilmeyecek sözler edenlerin uğradıkları hezeyanın açıklaması bugün budur. Bu, çok iyi yüzme bilenlerin bile, bilinçaltı yüzeye fışkıran bireylerin toplumunda kültür zehirlenmesine mağlup olmasıdır. Hani varsa bir dert -olmazsa olmaz zaten- bilmemiz gereken şu ki, o derdin ilacı da o zehrin içindedir. Onu, sadece zehir ya da sadece ilaçmış gibi tarif etmemek gerekir. Bu insanın kendine yalan söylemesi, bu diğer insanların da bile isteye yanıltılmasıdır. İnsanın yanıltılmaya maruz bırakılması onun hakikat boyutuna varmış gerçeklerden yalıtılmasıdır. Hah, işte orası öyle bir yer. İçerisi beş yaşında tuhaf çocuklarla doludur. Çocukların bir günahı yok. Müphemlik Ahlakı Üzerine‘de Simone‘un dediği gibi, On altı yaşındaki genç bir Nazi, “Heil Hitler!” diye bağırarak ölürken suçlu değildi; nefret ettiğimiz o değil, onun efendileriydi. En iyisi, bu yanıltılmış gençliği yeniden eğitebilmek olurdu. Yani siz bilinçaltınızı oraya gidip gelmekten korkmayacak kadar düzenli ve konforlu bir hale getirmez, başkalarına hesap sormak ya da bir şeyler satmanın telaşına kapılmanın dışında kendinizle gerçekten yüzleşmezseniz, orada sadece korkularınızı, travmalarınızı rezerv ederseniz, biri çıkar gelir sizin kontrol edemediğiniz her şeyin kontrolünü ele geçirir. Sizi ele geçirir. Bu, bir ülkeyi ele geçirmekle elbette eş değerdir. Bugün olup bitenler de bunun bir sonucu değil midir? Bir çocuğa verilmiş şeklin yarının toplumlarına verilen şekil olduğunu daha başka nasıl söyleyebiliriz? Bilinçaltlarımız kişisel değil, toplumsaldır. Toplumsal olanın sadece kişileri ilgilendiren kısmıyla kaplanmış olsa da. Her şey her şeyi ve herkes herkesi etkiler, bunu daha uzun yıllar tekrar edeceğim sanırım. Ne zamanki yazarlar, aydınlar, siyasetçiler, televizyon ikonu tuhaf tipler kendileri dışında insanların bilinçaltlarına çağrılarda bulundukları birer müşteri değil de paydaşları olduklarını anlayıncaya kadar.