Ercan Kemal Son Kitabı” Doktorluk Sanatı ” röportajı

Oyuncu, yazar ve bir hekim olan Ercan Kesal, yeni kitabı Hekimlik Sanatları’nda hekimlik deneyimlerini edebiyatla, anılarla ve sinemayla harmanlıyor.

Oyuncu, yazar ve bir hekim. Ercan Kesal’ı hangisi daha iyi tanımlıyor bilmiyorum, bildiğim bu üç tanımın da birbirinden beslenip birbirini büyüttüğü. Mesela bu köşenin bu haftaki konusu olan Hekimlik Sanatları’nı okurken hem oyuncu hem de edebiyatçı Ercan Kesal’ı okudum. Tüm bu alanlarda bir anlatıcı olan Kesal, yeni kitabına annesi ve babasını anlatarak başlıyor, doğup büyüdüğü Avanos’a, çocukluğuna, ergenliğine, kirpi eti yediği sofraya, öğrencilik yıllarına, 12 Eylül’e, askerde kucağında sinema dergileriyle uyuyakaldığı yıllara götürüyor bizleri. Herkes vizelere hazırlanırken onun Gorki okuduğu geceleri, sonrasında farklı yerlerdeki hekimlik deneyimlerini edebiyatla, anılarla ve sinemayla harmanlıyor. Kişisel tarihinden fotoğrafların da ayrı bir “özel”lik kattığı Hekimlik Sanatları’nı Ercan Kesal’la konuştuk.

“Anam yeryüzümdür” diyor, kitaba da annenizle başlıyorsunuz, biz de öyle başlayalım. Cemile Ebe’nin gelini, Gazozcu Mevlüt’ün karısı, şaman Fadime Kesal, size her şeyi yazdıran anneniz… Bu kitabı yazarken, yazıp yaşarken tüm bu anılar geçidi ne yaşattı size?

Epey önce okuduğum bir güncede uzak bir Ege köyüne yerleşen İstanbullu hanım, kullandıkları suyun geldiği ayazmayı görmek ister. O gün de ayazmada temizlik vardır. Köyün delikanlıları ayazmayı temizlerken dışarı aldıkları iki büyük yılanı işleri bittikten sonra dualarla tekrar ayazmanın içine salarlar. Onlara göre yılanın içinde yüzmediği su içilmez. Yılanlar suyun bütün kirini, çöpünü, börtü böceğini temizlerler. Anılarımızı ayazmanın yılanına benzetirim. Farkında olarak ya da olmadan zihnimize ve kalbimize bulaşan kiri pası temizlerler. Hayatı yaşanır ve katlanır hale getirirler. İçinde anamın, ebemin, babamın geçtiği tüm anılar da öyle, içim temizlenerek çıkıyorum onları hatırladığımda.

“Ne köylü ne de kentliyim”

Kasaba çocuğusunuz. Hayatınızı belirleyen en önemli şey bu belki de, değil mi? Kasabalı olmak ne ifade ediyor size?

Kasabalıyım; üstelik bozkırın en büyülü kasabalarından birinden, Avanos’tan… Ebem gibi Cemel köyünden gelmedim kasabaya, orada doğdum, büyüdüm. Irmağında yüzdüm, balık tuttum sazlığında. Açık hava sinemasında gazoz sattım. Hıdırellez’inde aşık oldum 2-B’deki kıza, ilk sarhoşluğumdaki gibi kesilmişti ayaklarım onu ilk gördüğümde. Berberini, kıraathanesini, bakkalını, şehir kulübünü iyi bilirim. Bayram namazlarına da gittim, çarşı meyhanesine de… Üniversiteye kadar da ayrılmadım kasabamdan. Ne köylü ne de kentliyim. Herkesin birbirini iyi bildiği, bu yüzden en çok ve derinden birbirlerini en iyi yaraladıkları bir coğrafyanın mensubuyum. Kederli, hayalci, ürkek, coşkun ve tekinsizim. Kasabalıyım.

Okur Ercan Kesal’la da tanışıyoruz. O yılların başlangıcını anlatırken diyorsunuz ki “Önce okuyarak, sonra da yazarak, dışarıdaki dünyanın bana dayattığı gerçeğin ötesinde başka bir hakikati keşfetmiştim.” O hakikat neydi?

Hakikat, görünenin arkasındaki gerçek! Mavera gibi. Gerçek diyerek sarıldığımız şeyin zihnimizde somutlaşmış halidir hakikat. Edebiyatın, okumanın ve yazmanın armağanı. Gerçekliği eğip bükerek onu yeniden icat ederken farkına vardığım şeyler. “Bu olamaz, bu değildir” diyerek aradığım mana ve anlam çabası. Dünyayı ve varlık nedenimi anlama yolculuğunda uğradığım limanlar. Belki de sadece çocukluğum. Onda saklı duran pür gerçeklik.

Yazının devamını okumak için tıklayın