HÜRRİYET ÇUKUROVA’DA 34 YIL ÖNCE… ASLINDA ADANA’DA 34 YIL DA ÇOK ŞEY DE DEĞİŞMEMİŞ…
105 yıllık Yeni Adana Gazetesi’nin kapanmasının ardından, 34 yıl önce ilk sayısını hazırladığımız Hürriyet Çukurova’nın da yayın hayatına son vermesi, -her ne kadar çağımızdaki değişimin kaçınılmaz bir sonucu olsa da- genel olarak basın, özel olarak Adana ve Çukurova, çok özel olarak da benim ve birçok ekip arkadaşım adına çok üzücü…
Hürriyet Çukurova’nın ilk sayısını 1989’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin en anlamlı günü olan 29 Ekim’de okurlarla tanıştırmıştık.
28 Ekim 1989’da Adana Büyük Sürmeli Oteli’ndeki tanıtım kokteyline Adana’nın bürokrasi, siyaset, iş, sanat, spor çevrelerinden önemli isimler katılmıştı. Rahmetle andığımız Hürriyet’in unutulmaz Genel Yayın Yönetmeni, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan cesur yazılarının bedelini kanıyla ödeyen basın şehitlerimizden Çetin Emeç başta olmak üzere Hürriyet’in üst düzey yöneticileri de bizlere destek için ev sahipliği yapmaya Adana’ya gelmişlerdi. Emeç’le, yan yana konukları karşılarken çektirdiğimiz fotoğraf ise o yıllardan bugünlere acı ama onurlu bir miras olarak belleğimde yerini aldı.
1982’de adım attığım Hürriyet’ten 1994 yılının sonlarına kadar görev yaptım. Henüz 29 yaşında olduğum o dönemden itibaren 5 yıl Hürriyet Çukurova’nın haber sorumluluğunu ve başyazarlığını üstlendim. O yıllarda Hürriyet’in Adana’da güçlü bir ekibi vardı. Hürriyet Çukurova, muhalif ruhluydu. Bunun Hürriyet’in genel politikasıyla ilişkisi yoktu. Bize pek karışmazlardı. Bu daha çok o dönemki gazeteci kimliğinden kaynaklanıyordu. O dönemlerde gazeteciler olaylara, yetkililere ve kurumlara hep muhalif gözlerle bakarlardı. Çünkü gazeteciliğin bir gerekliliği de süregelen düzenin aksayan yönlerini görmek, görülmüyorsa bulmak ve eleştirel yazılarla görülmesini, düzeltilmesini sağlamaktı.
Yayınlayacağım bazı haber kupürleri o dönemdeki (yerel) haberciliğin yapısını örneklemek içindir. Zaten bu yazıyı yazmamın amaçlarından birisi de Hürriyet Çukurova’dan yola çıkarak, gazeteciliğin nereden nereye evrildiğini göstermeye çalışmak. Örneğin, o dönemdeki haber manşetlerine baktığımızda işçilerin, çiftçilerin, memurların, dar gelirlilerin genel olarak “halkın” daima ön planda olduğunu, bu kesimlerin sorun ve taleplerinin haberleştirildiğini, yerel yönetim ve kamu kurumlarına karşı muhalif bir duruş sergilendiğini görürüz.
Öyle ki; görev yaptığımız dönemin iki belediye başkanı olan Aytaç Durak ve Selahattin Çolak’la gazetemizin (bizlerin) yıldızları hiç barışmazdı. Hem Durak hem de Çolak’tan hep serzeniş almışızdır. Her ikisine de çok sert eleştirilerde bulunmuşuz, kendi demeçleri yerine muhaliflerinin eleştirilerini daha çok haberleştirmişizdir.
Elbette ki bu güçlü duruşun altında Hürriyet’in çalışanlarına sağladığı ekonomik desteğin rahatlığını göz ardı edemeyiz. O zamanlar Hürriyet, çalışanlarına çok rahat geçinebilecekleri maaşlar veriyordu. Fakat, ayın sonunu getiremeyen, çalışanlarına verecek maaşı bulamayan patronlar ya da çok düşük maaş alabilen gazeteciler için durum daha farklı olacaktı.
Buradan yola çıkarak, kamu yararına yapılan birçok meslek gibi gerçek gazetecilik yapabilmek ile gazetecinin ekonomik bağımsızlığını kazanmış olması arasındaki doğrusal ilişkiyi görmek gerekiyor. Elbette, bunların istisnaları da yok değil. Fakat günümüzde (bir elin parmağı kadar diyeceğimiz örnekler hariç ) başta tüm yaygın basın, tüm TV kanalları ve ulusal gazetelerin aynı merkezlerden fonlandığını ve sermaye bağımlılıkları nedeniyle gerçek görevlerini yapamadıklarını görüyoruz. Yerel medyada da durum farklı değil elbette. Bir gazeteyi, düzgün ve onurlu biçimde yayınlamayı sürdürmenin bedeli artık zor değil, neredeyse olanaksız hale geldi…
İşte bu yazı biraz da o yıllara ve o yılların gazeteciliğine bir özlem yazısıdır.
Hürriyet Çukurova’ya dönersek; kimi zaman bir semtin yollarının bozuk olmasından, alt yapı yetersizliğinden, elektriklerin kesilmesinden tutun da dolmuş ve otobüs fiyatlarının yüksekliği ve bu fiyat yüksekliğinin kaynaklandığını politik çıkar ilişkilerine kadar farklı sorunlarını gündeme getiriyor; kimi zaman seçim zamanı kaçak yapılara göz yumulmasını eleştiriyor, ormanlarımıza yaylalarımıza kanuna aykırı yüksek apartmanlar dikilmesine isyan ediyorduk. Kimi zaman kentin güçlü bir müteahhidinin çöken inşaatını hiçbir medya kuruluşu haber yapamazken biz manşete çekip üstelik o binanın kaçak olduğunu haber veriyorduk. Aslında taraflı bir yayıncılık izliyorduk! Çukurova halkının çıkarlarından, işçilerden, memurlardan, öğretmenlerden, çiftçilerden, işçilerden, emeklilerden, esnaftan, doktorlardan, hastalardan, sanatçılardan ve elbette ki en başta Cumhuriyet değerlerinden taraf olan bir yayıncılık yapıyorduk. Bu arada bölgemizde, şehrimizde olan güzel şeyleri destekliyor ve kültür ve sanat faaliyetlerine geniş biçimde yer veriyor, insanlar arasındaki sosyal iletişimin gelişmesine katkıda bulunuyorduk. Özellikle Adanalılarla, Hürriyet Çukurova arasında öyle bir ilişki kurulmuştu ki, binlerce insanın kendisini Hürriyet ailesinden birisi gibi gördüğüne tanık olmuşumdur. Eğer, Hürriyet Çukurova yazdıysa doğruydu! Eğer Hürriyet Çukurova’da bir etkinlik, bir açılış yer almamışsa, o yapılmamıştı!..
İşte gazete, basın bu kadar önemli bir mecra… Demokrat bir toplum için önemi yaşamsal… Fakat Türkiye’de artık gazetecilik bildiğiniz nedenlerden ötürü neredeyse “suç” haline geldi. Gerçek medya kurumları ve gazeteciler baskılanıyor, hapse atılıyor, susturuluyor.
Fakat önemli bir nokta var ki o da şu; insanların korkarak susmalarını anlayabiliriz, fakat kurumların, meslek örgütlerinin, gazeteci cemiyetlerinin susma, korkma gibi bir hakları, seçenekleri yoktur, olamaz!..
Susuyor ve korkuyorlarsa o makamları işgal etmeyecekler!..
Burada bitiriyorum. Aslında çok daha kısa yazmayı planlamıştım, fakat uzadı. Sabrınız nedeniyle teşekkürler. Birçok şey eksik kaldı, farkındayım. Biraz oradan biraz şuradan derken, kopukluklar da oldu. Neyse dediğim gibi bu da bir tez yazısı değil sonuçta, 34 yıl önce güzel bir gazetecilik hayaliyle yola çıkan ve uzun yıllar bunu sürdüren, üstelik bizzat ilk sayısını hazırladığımız bir gazete, tarihin karanlık sayfalarına gömülürken ben de elimdeki bazı kupürlerle bu karanlık odalara küçük bir mum tutalım, geçmişi bir analım, bir görelim dedim. Ve maalesef görüyorum ki aradan 34 yıl geçmesine rağmen Adana’da eğitim, alt yapı, toplu taşıma gibi sorunlar aynen devam ediyor… Bu arada gazetedeki bazı haberler size nostalji yaşatacak ve ilk başlardaki fotoğrafta yer alan ilanların bolluğunu görüp ekonominin o zamanlar ne kadar canlı olduğunu hatırlayacaksınızdır.
Günümüzde ise artık kağıdın (gazetenin) de sonuna geliyoruz. İşte bunlar da son örnekler oluyor. Demek bir devrin kapanmasına da tanıklık ediyoruz hepimiz…
Fakat gazetecilik ölmüyor, üstelik giderek daha da yaygınlaşıyor. Ayrıca teknoloji herkesi gazeteci yaptı! Tek sorun, ortam demokrasisinin basına ne kadar izin vereceği!..
Son olarak yazmak isterim ki; Hürriyet’te ve Hürriyet Çukurova’da birlikte çalıştığımız merhumlar; İskender Ayvalık, Mehmet Mercan, Sinan Tanyıldız, Ali Hoşfikirer, Ramazan Biçer, Hazım Kılıç, Mesut Yavuz, Fethi Çevikaslan, Tahsin Can, Şeref Turhan, Özer Işık, Sami Uygur ile bizden önceki kuşaktan olup aynı ortamları soluduğumuz Aytaç Pekkoçak, Hamit Deste’yi rahmetle anıyorum. Hürriyet Adana Temsilcisi değerli ağabeyim Erdal Fernergiz ile yıllar içinde birlikte çalıştığım hepsi birbirinden kıymetli onlarca muhabir, editör, yazı işleri sorumlusu, teknik servis, ulaştırma, matbaa ve satış pazarlama bölümü arkadaşlarımı sevgiyle selamlıyorum. Aralarından yaşamını yitirmiş olanları saygıyla yâd ediyorum…