Acıdan Öğrenen Simyacı – Emre Toğrul

Emre Toğrul

Ömer Hayyam’a derler; bize cennet cehennemi anlat.

Der ki; ‘’cenneti anlatırım da, cehennemi zor, zor emme,

Getirin acı çekmemiş bir insan, göstereyim size cehennemi’’.

Her günü, insanların çektiği ağrıları, yangıları dinlemekle geçen,

Hatta acılar içinde kıvranarak gelenlerle kulak veren,

Onlara çektikleri sızı için, yanmalar, tutulmalar, yaralar için,

O acının peşinde, 33 yıldır yol gösteren biri olarak bile hala;

Acıya verilen anlama, takınılan tavıra ve zamana hayret ediyorum.

Yaşamın belki de en çok zaman ve yer alan kavramlarından biri acı.

Günümüz toplum yaşamları, bir yandan ari bir medeniyete akarken,

Sanki acının kaçınılmaz, mutluluğun ise erişilmez olduğunu düşündüren,

Kötümserlik, kuşku ve huzursuzluktan beslenen bir felsefenin ortasında,

Hatta hüzün övgüsünün dorukta yer aldığı bir dogma yaşanıyor .

Acıyı anlama, kavrama, yönetme ve ders alma pratiğini kaybediyoruz.

Günümüz insanı oluşan, biriken ve değişen acıları karşılamakta,

Acının nedenlerini anlama da, onları sağıltmada artan çaresizlik içinde.

Artık, fırtınalı bir deniz yüzeyi gibi olan acıyla, ağrıyla, ıstırapla boğuşurken,

Daha aşağılardaki dingin sulardan feyz almak, benliğe hakimiyet,

Acıdan öğreti çıkarmak, kendine dönerek sağıltım ve direnç bir hayal.

Dünya; salt kendi acısına üzülen, kendine acıyan, kendine kahredenlerle,

Başka acıları yok sayan, umursamayan kayıtsızların birlikte yaşadığı,

Acıdan sistemli bir mutsuzluk üreten dönüşüm çukuruna döndü.

Oysa Budist keşiş Shanditeva bu ikilemin çözümünü ne güzel tarifler;

‘’İlaç varsa hoşnutsuzluk neye yarar, ilaç yoksa hoşnusuzluk neye yarar’’.

∞Ω∞

Ben bir hekim olarak insanların çektiği fiziksel acıların küçük bir kısmıyla,

Belki onun yansıması ruhsal ve düşünsel ezasıyla uğraşırken, yıllardır,

Her yerde var olan acıların büyüklüğü, çokluğu ve sürekliliğinin karşısında,

Bu denli çaresiz kalınmasının, en büyük nedenine odaklanıyorum.

Geçmişimizde değiştirilmesi olanaksız bir ilkeden kaynaklanması,

Rastlantı sonucu ne yaparsak yapalım bizi bulması olarak bilinip,

Belirsiz bir yazgıcılık eseri olarak bize atfedildiği kabul edilip,

Apaçık bir üzüntü ve vakur bir saygıyla paylaştığımız acıları,

Çağın sanal gerekleri içinde görünür, gizli, hiç görünmez olarak

Tek başına, yapayalnız ve tükenmişlik içinde karşılamak zorundayız.

Bulunduğu coğrafyanın, yaşanmış tarihinin, genetik soyunun,

Hatta üzerine giydiği onca ayırd edici toplumsal özelliğinin etkisine rağmen,

Hastalık, yaşlılık, ölüm, sevdiklerinden ayrılma gibi,

Baskı altında hürriyetinden olma, bağımlılık gibi,

Gerek duyulan şeylerden yoksunluk, korkulanla yüzyüze gelmek gibi,

Onca farklı acı tetikleyicisiyle başetme, giderme pratiğimiz değişiyor.

Eskinin yontuldukça, acı ve tecrübe biriktirdikçe olgunlaşan insanı,

Geçmişin acıdan çıkardığı dersle tekamül eden kamil insanı,

Artık acıdan, sızıdan, ağrıdan habersizmiş gibi, onu reddederek,

Salt kendi dünyasındaki ağrıya duyarlı, tahammülsüzce reddederek,

Hiçkimsenin acısına empati yapıp paylaşma cesareti olmadan yaşıyor.

Üstelik onu derindeki dingin insana yönlendirip dirençli kılabilecek,

Ruhsal bütünlüğün aydınlığına kavuşturacak acıları ustaca gizliyor.

Psikososyal insan gelişiminde yaşayan acının benliğe kazandırdığı erkleri,

Sanki varlıkla bağdaşmaz şekilde algılatan günümüzün asri yanılgıları,

Daha kırılgan, hazırlıksız ve ancak kendine faydalı prototipler üretiyor.

İnsanlığın ve toplum yaşamının her alanında,

Güven unsuruna karşı güvensizliğimizin dominant olmasının,

Şüphe ve yetersizlik hislerimizin yaygınlaşmasının,

Sürekli girişim ve gayretimizi daha düşük hisler ve suçlulukla örtülememizin,

Kimlik kazanmaya, benlik bilincine karşı gösterdiğimiz zihin karışıklığımızın,

Artık dost edinemeyen yalnızlığımızın,

Üretmeye karşı takındığımız durgunluk kisvemizin,

Ve nihayet o dingin bütünlüğümüzü gömdüğümüz ümitsizliğimizin ardında,

Acıyı anlama, kabul etme, yönetme ve ders çıkarma pratiğimizdeki eksiklik var.

Tarih ilerledikçe, uygarlık ve insan değiştikçe değişmeyecek şeylerden en önemlisi,

Yine çaresizce acı çekecek olmamız gibi görünüyor.

Ancak acıyı, insanın fiyakalı tecrübesi olarak, olgunluğun temeli sayarsak,

Hayyam ustanın dediğine hak vermemek mümkün değil.

‘’ Bana acı çekmemişi getirin, size cehennemi göstereyim’’.