Adana, ruhu olan bir memleket. Uçsuz bucaksız, göz alabildiğine uzanan Çukurova’sı, mucizevi şekilde ovada yükselen dağları, insana huzur veren yemyeşil serin yaylaları ile bir bütün. Yukarıdan aşağıya, doğudan batıya herkes rahatlıkla “Adanalıyık” diyebiliyor. Kökleri asırlardır orada olanı da, Adana’da yaşamışlığı üç-beş seneyi geçmeyeni de sahip çıkabiliyor Adana’ya. Adana kozmopolit olduğu kadar, büyülü coğrafyasındaki kudretiyle herkesi rahatlıkla kucaklayabiliyor. Doğudan geleni olduğu gibi, Balkanlar’dan göç edeni de var. “Adana’ya Kar Yağmış” adlı kitapta Mehmet Tepebaşı’nın makalesinde de belirttiği gibi, “Yerlisi az, kendisi öz bir şehir” Adana…
“Küçük İstanbul” diyenler de var Adana’ya. Şehri adeta sarıp sarmalayan Seyhan ve Ceyhan’ıyla, Kizzuwatna’dan Misis’e uzanan yolculuğunda gizemlerle dolu geçmişiyle, Roma’dan Osmanlı’ya kadar tüm medeniyetleri kendine çeken cazibesiyle, küçük İstanbul…
Ama bu yakıştırma Adana için hem hakikat, hem de bir o kadar hakaret. Hakikat; çünkü bu kadar kozmopolit bir nüfusa İstanbul’dan başka bir yerde rastlamak neredeyse imkansız. Hakaret; çünkü tüm bu kozmopolit yapısına rağmen, Adana bir o kadar da müstesna. 30 yıldır İstanbul’da yaşayana “nerelisiniz?” diye sorsanız, hiç düşünmeden memleketini söyler. Ama 3 yıllık bir Adanalıya nereli olduğunu söyletemezsiniz; çünkü o “Adanalı”dır.
İster Adana’da doğmuş olsun, ister Adana’ya sonradan yerleşmiş, bu büyülü toprakların, Çukurova’nın, Toroslar’ın havasını solumuş olan herkes Adanalı olmayı kendiliğinden kabullenir.
|
|
|
Havasından mıdır, suyundan mı; bereketli topraklarından mı beslenir bu gizemli duruş, bilinmez… Ama onun topraklarında doğup büyüyen de, ekmeğini başka memleketlerde aramak için yola çıkanlar da son nefesine kadar içinde saklar Adana’yı. Adana’da doğmuş veya bir kez havasını solumuş olmak yeterlidir. Ana gibi karşılıksız bir sevgiyle baki; bağrında yaşayanlara da, başka memleketlere gidenlere de ilham verecek kadar cömerttir Adana.
İşte bu yüzdendir ki; Çukurova’dan ilham alıp, sadece Adana coğrafyasında değil, Türkiye’nin dört bir köşesinde ve hatta tüm dünyada ürettikleri ile iz bırakanlar, adından söz ettirenler, tarihe adını yazdıranlar çoktur.
Adana’nın yedi düvele nam salmış simaları, yaptıklarıyla tarih sayfalarında yerini almış iz bırakanları birkaç kişi ile değil, yüzlerle, hatta binlerle ifade edilir. İstanbul ile boy ölçüşecek, başka bir il ile de kıyaslanmayacak kadar çok aydınlık ismi bağrından çıkarmasını bilmiştir bu büyülü topraklar.
Dost bildiği, sevgilisiyle eş gördüğü, iç içe yaşadığı doğayı sadece bir mekan olmaktan öte görüp, aşkı da, acıyı da o topraklardan aldığı ilhamla dillendiren Karacaoğlan’dan tutun da, yetiştiği topraklara aşık, “cenk şairi” Dadaloğlu’na; Toros Dağları’nın eşsiz güzelliğiyle bütünleşen gizemini, hiç görmemiş olanlara bile yaşatabilecek kadar güçlü bir dille tasvir eden Yaşar Kemal’den başlayın da, yaşadığı süre içinde yaşamındaki maddi zorluklara rağmen, toplumsal yaşamın değişim süreçlerini gerçekçi bir üslupla kaleme alarak, Türk edebiyatında birbirinden değerli eserler bırakan Orhan Kemal’e; filmlerinde “ezilen, hor görülen Anadolu çocuğu”nun başkaldırısı kadar, abartısız ve yalın bir duruş sergileyen Yılmaz Güney’den, O’nu büyüten topraklara vefa borcunu ödeyen Hacı Ömer Sabancı’ya, saymakla bitmeyecek kadar çok isimle anılagelmiştir Adana… |
|
|
|
Kizzuwatna’dan Anavarza’ya, Roma’dan Osmanlı’ya kadar onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış; tarihin en büyük komutanlarına kucak açarken, Büyük İskender’den Mustafa Kemal’e, birçok lideri ağırlama şerefine erişmiştir.
Kutludur, kutsaldır Çukurova. Uçsuz bucaksız ovanın dör bir yanına serpiştirilmiş gibi duran her yükseltisine kurulmuş kaleleri, hakim olunup, hiç kaybedilmemek istenen eşsiz bir hazine kadar değerli oluşundandır. Yılankale, binlerce yılın yorgunluğuna rağmen hala göz ucuyla izlerken eteklerinden geçip gidenleri, Çukurova’nın ebediyete uzanan yolculuğunda vakur Anavarza zamana direnir sanki… Gökyüzüne uzanan burçlarıyla Torosları süsleyen Meydan Kalesi, bir gerdanlık misali Kozan Kalesi, masallara öykünen duruşuyla Karasis Kalesi’nin sırrı da işte burada gizlidir. İnsan yapısı kaleler ve Toroslar’ın korunağında kutsal bir hazine gibidir Çukurova… |
|
|
|
Bu yüzdendir ki, bu topraklar Adania’dan Adana’ya uzanan tarih yolculuğunda her medeniyetin adeta bir öncekiyle yarışırcasına eşsiz ve abidevi eserlerle bezediği bir kültür ve sanat şehri olmuştur. Hitit antik kenti Sirkeli, tarihin ilk dönemlerinin izlerini bu güne taşırken, Anavarza Kalesi, “Çukurova ondan sorulurmuşçasına” tüm heybetiyle zamana meydan okur. Taşköprü’sü sadece bir köprü olmaktan ziyade; Romalılar’dan günümüze geçit veren bir zaman tüneli; Misis mozaikleri efsaneleriyle nam salan Çukurova’nın “resmi” belgesidir. Ulu Cami, tüm heybetiyle Ramazanoğulları’nın Adana’daki imzası; Büyük Saat Osmanlı’dan günümüze zamana tanıklık eden zenginliktir.
Evinin penceresinden konu-komşuya “hayırlı sabahlar” dileyenlerin; gün ağarırken sokak kapısının önünü süpürenlerin yaşam sevincini hissedersiniz cumbalı eski Adana evleriyle nakış gibi işlenmiş Tepebağ sokaklarında. Zamanın izlerini yok edemediği, asırları hiçe sayan gerçekliğiyle, Adana’nın tarihine “yaşanmış” dipnotlar düşerken, terkedilmişliği içine sindirip, rafa kaldırılmış bir masal kitabının yaprakları arasında kurumuş güldür Teğebağ. |
|
|
|
Yeşilini Çukurova’dan, mavisini Akdeniz’den, hakisini Toroslar’dan, beyazını pamuktan, sarısını batmayan güneşinden, turuncusunu portakalından alan; ilmek ilmek dokunmuş bir kilim misali ahenkli bir bayram yeri gibidir Adana; yediden yetmişe herkesin orada yaşamaktan keyif aldığı…
Herkesin bir Adana’sı vardır. Herkesin kendi yüreğinde sakladığı, adından önce gelen bir sıfatla, “oralı” olmakla gurur duyduğu bir Adana’sı. Bağrında yetişen kimilerinin türkülerle taçlandırdığı, kiminin filmine konu, kiminin romanına esin kaynağı…
Herkesin bir Adana’sı vardır; tasviri-sureti olmayan, anlatmak için kelimelerin yetmediği… Sokaklarda kısa pantolonlarla yalınayak ve koşar adım geçen bir çocukluğun çekilmemiş fotoğraf karesi, hatıraları süslerken “iç geçirilen” bir gençlik, kiminin burnunda tüten kebap ya da kimine göre karşılık beklemeden, tüm cömertliğiyle bağrında yeşertip, büyüten bir bereket…
Herkesin bir Adana’sı vardır. Kulaktan kulağa dolaşan “büyülü bir masalın” yaşayan ana fikri gibi, sırrını sadece keşfedenlerin bildiği… |
|
|