Adana’lı güçlü bir kalem Berken Döner

Berken Döner ile Gazete Duvar’daki yazıları ile tanıştım. Berken Döner, “Azınlıkların Gündelik Yaşamında Kültürel Süreçler: İstanbul Örneği (Moda, Tatavla, Samatya, Burgazada)” adlı bir tez kaleme aldı.Çalışma ilgi alnları ile Gazete Kadıköy ‘de yapılmış röportaja linkten ulaşabilirsiniz. Kemal Erdoğan adabul.com

https://www.gazetekadikoy.com.tr/yasam/moda-ekalliyeti-tez-oldu

Berken Döner Kimdir?

1990 yılında Adana’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Kocaeli Üniversitesi’nde “İletişim Bilimleri” alanında doktora yaptı. Gündelik hayat, kent sosyolojisi, azınlıklar çalışma alanlarıdır.

Gazete Duvar’daki yazısı:

Beyoğlu… Akşam yolları arasından

Beyoğlu’nun yarım asırlık cila ustası Cemal Usta düğme kutuları, aynalı konsollar, yazı masaları, komodinler, büfeler için ayrı defterler açar. Ömrü boyunca bir Beyoğlu gecesi anısını özleyerek yaşar. Dört sene boyunca çıraklığını yaptığı Eftim Usta’dan hep sevgi ve şefkat görmüştür. Hayatının ilk yılbaşı kutlamasını da “olağanüstü güzel bir şekilde” Eftimiyadis’lerin evinde yaşar. 1955’in 6-7 Eylül’ünde, aklına Eftim Usta gelir…

Tophane, bir akarsu deltası gibi yayılır İstanbul atlasının üzerine. İkindi vakti, sırtı batan güneşe dönük yürüyen hiç kimse buradan geçmez. Kentin ardına değin oyulmuş kuyu yokuşu dinler, gölge bahçe kapısı eşiğinde aydınlanır… Göçe zorlayan yangından fırlatılmış insanlar, göğe çekilmeyi bekler gibi oraya sığınırlar. Kapılar kilitlenir, yollar kapanır, yabancı adımlar balçığa gömülür… Biraz ilerde balıkçı teknelerinde karpit lambaları yanar. Gecenin kıyılarını silen ışığın buradan geldiği söylenir. Bu semtte sadece çocuklar düş gören ile uyanık kalanı birbirinden ayırabilir. Bir de Cemal (Aydınlık) Usta. Elleri, ipek elbiseler ve şapkalar için ayrılmış gardıropların kapağını aralayan, sedef aynalarda yakasını nizamlayan… Beyoğlu’nun yarım asırlık cila ustasıdır. Düğme kutuları, aynalı konsollar, yazı masaları, komodinler, büfeler için ayrı defterler açar. Ömrü boyunca bir Beyoğlu gecesi anısını özleyerek yaşar.

TOPHANE: BİR TEDİRGİNLİKTEN

Cemal Usta, Karabaş Mahallesi’ni, Kumbaracı Yokuşu’nu, Boğazkesen’i sokakları ve insanlarıyla birlikte tanır. Tophane’yi kervansarayı ve mezarlığıyla birlikte hatırlar:

“1940 yılında Tophane’de doğdum. Şimdilerde İşçi Bulma Kurumu olan yerde, eskiden Anadolu’dan gelenleri misafir eden ahşap bir kervansaray vardı. Hemen arkası mezarlıktı. Ailem, Tophane’ye Siirt’ten gelmiş. O yıllarda Tophane’nin yarısı Siirtliydi. Aralarında Arapça konuşur, pek Türkçe bilmezlerdi. Çocukluğumda nüfusun kalan yarısını Romanlar, Rumlar ve Yahudiler oluştururdu. Babamı (Salih Aydınlık) beş yaşında tanıdım. Doğduğum yıl Van’a, askere gitmiş; beş yıl dönmemiş. Annem (Emine Aydınlık) beni yoksulluk içinde büyüttü. Buna rağmen semtimizde vicdan, merhamet ve sevgi vardı. Yoksulluğu çocuklara fark ettirmezlerdi. Babam, Tophane’de arabacılık yapar, gün boyu iki atın çektiği arabasıyla Kemeraltı Caddesi’ni turlardı. O vakitler Liman Lokantası’nın oradan Avrupa’ya gemiler kalkardı. At arabacılarının iskelesi, kahvehanesi oradaydı. Babam işi çıkmamışsa kahvede otururdu. Çok çalıştığı için bana ayıracak zamanı yoktu. Kılıç Ali Paşa Camii önünden tramvaylar geçerdi: Bebek-Eminönü, Beşiktaş-Fatih, Ortaköy-Aksaray… Babamla tramvaya bindiğimi hiç hatırlamıyorum. Bazen birlikte Kılıç Ali Paşa Hamamı’na yıkanmaya giderdik. Ailecek birbirimize doyamadan, ben sekiz yaşına geldiğimde annem vefat etti. Anne kaybı seksen yaşında da sekiz yaşında da aynıdır. Ben daha acımı yaşayamadan babamın yeniden evlendiği öğrendim. Mahalleden, Safiye Hanım diye biri vardı. O da eşini kaybetmiş. Mahalleli ikisini buluşturmuş, babamla Safiye Hanım evlenmiş. Peş peşe hem anasız hem evsiz kaldım. Babaannem (Sultane Aydınlık), üvey anne elinde büyümeyeyim diye beni yanına aldı. Oysa ki Safiye Hanım iyi bir insandı. Babamın yeni eşinden dört çocuğu oldu. Katiyen onların yanına dönemezdim. Babamla yollarımız kesin suretle ayrıldı.  Kısa bir zaman geçti, babaannem de öldü. Bu kez sahiden kimsesiz kaldım. İşte benim çocukluğum o gün bitti.”

Cemal Usta ve Tophane’den komşuları, Cemal Usta’nın sünnet töreni.

ESKİ BİR SOYKÜTÜĞÜNDE: CİLACI EFTİM EFTİMİYADİS

Cemal Usta’nın sekiz yaşına kadar süren çocukluğu, içinde eski bir dünyanın özlemi gibi parıldar. Dokuzunda, gün ışığının bağrından geçen arkadaşlarının arkalarında bıraktıkları bir kırlangıçtır. “Kimsesiz kalmıştım. Berber bir amcam vardı: Cici Berber/ Kerim Aydınlık. Onun yanına sığındım. Berber dükkânında çırak olarak işe başladım. Amcam biraz asabi bir adamdı. Beni haddinden fazla kısıtlardı. Günlerim korkunç bir kederle geçiyordu. Bir gün hayatımı elime almam gerektiğine karar verdim. Aklıma, uzaktan da akrabamız olan, Tophaneli Arnavut Maksut geldi. Onun yanına gittim. Bana bir iş bulmasını rica ettim. ‘Peki’ dedi. Birlikte Galata’ya kadar çıktık, Lüleci Hendek Sokak’a geldik. Bir dükkândan içeri girdik: Cilacı Eftim Eftimiyadis. O gün hayatımın dönüm noktalarından biridir. Eftim Usta’nın yanında çırak olarak işe başladım.  İşim, her sabah dükkânı açmak, yerleri süpürmekti. Kendimi büyük adam olmuş saydım. Artık bir dükkânın anahtarı bendeydi. İşime dört elle sarıldım. Dükkânın karşısında bir kahvehane vardı. Ağa Can adlı bir Acem işletirdi. Müşterileri ilginç insanlardı. Kahvehanenin biraz ilerisinde Yahudi bir aile otururdu. Kadın eşini uğurlarken balkondan seslenirdi: “Askiyaaa, gelirken öteberi almayı unutmaaa.” Sesleri hâlâ kulağımda. Kısa sürede o sokakla bütünleştim. Adeta sanki Lüleci Hendek Sokak’ta doğmuştum. 15 lira haftalık alıyordum. Artık karnım doyacaktı, ölmeyecektim! Her sabah 2,5 liramın 50 kuruşuyla börek, öğlen 1 lirasıyla köfte ekmek alırdım. Akşam da kalan bir lirayla helva, ekmek, çay.” Zor yıllardır… Cemal Usta buna rağmen yorgunluktan ve açlıktan yakınmaz. Yağmurları alçak pencerelerden izler. Bir günlüğüne keçeleri, pamukları, süngerleri, vernikleri unutur. Halatlar ve zincirler hoşça kal derler ona. Sadece bir odadan bir odaya yürümektir onun özlediği. “Dükkânda yatar kalkardım. Ustam Eftim ve karısı Katina Yenişehir’de yaşarlardı. Öğlenleri Lüleci Hendek’ten Boğazkesen’e çıkar, Yenişehir’e ustamın öğle yemeğini almaya giderdim. İkisi de sevgi dolu insanlardı. Yılbaşında beni tepeden tırnağa giydirir, kuşatırlardı. Ustam çırak ve kalfalarını evlerine yılbaşı kutlamaya davet ederdi. Hayatımın ilk kutlaması olağanüstü güzel bir şekilde Eftimiyadis’lerin evindeydi. Dört sene boyunca çıraklığını yaptığım Eftim Usta’dan sevgi ve şefkat gördüm”. Cemal Usta bu dört yıl boyunca hayata tutunmaya çalışır. İç cebinde sakladığı anahtarlar ellerinden daha eskidir. Yaşı, zamanının dışına düşer. Yüzü, dağılıp giden yaz anlamı taşır.

YAKIN SESSİZLİKTE: TANAŞ, DİMİTRO VE MAİSON PSALTY

Yine de o zamanlar daha kolaydır, bulanık camın ardında tanıdık bir yüz görmek. “Bekir (Beşer) akrabam ve kader arkadaşımdı. Bekir, mektebe hiç gitmedi. Ben iyi kötü bir ilkokul bitirdim. Bunun dışında her şeyiyle bana benzerdi. Bir şey hariç, babası ona harçlık verirdi. Buna çok imrenirdim. Hâlâ kalbimde bir sızıdır. Bekir, Tophane’de Marangoz Skarpeli’nin dükkânında çalışırdı. Skarpeli Usta’nın dükkânına öyle gürültüyle giremezdin. Önce âdâbı bilmeliydin. Bekir’le her akşam buluşur, cebimizdeki 10 kuruşla Tophane’ye tahin helvası yemeye inerdik. Bu bizim en büyük mutluluğumuzdu. Param yetmese de etrafımızda açılan pastanelerle, meyhanelerle, sinemalarla çok ilgiliydim. Bir gün oralara gidebilmenin hayalini kurardım. Yaşım biraz ilerleyince Galatasaray pavyonlarına gitmeye başladım: Londra Pavyonu, Karavan Pavyon, İstanbul Pavyonu, Moulen Rouje, Papirüs, Paris, Mutlu, Picadilli…. Karavan Pavyon’da Erol Büyükburç çıkardı. Orkestrası ile birlikte, her akşam orada program yapardı. Dans etmeye giderdim. Parasız pulsuz, işçi insanız ama ben de diğer insanlar gibi dans etmeyi çok severdim.” Cemal Usta, dans etmeyi Galatasaray pavyonlarında öğrenir. Bu konuda çevresinde hatırı sayılır bir ün yapar. On beşinde bir Beyoğlu fotoğrafhanesinde rüzgârda salınır gibi poz verir. On altısında bir çerçeveye yerleştirir kendini. Solgun bir gül, iri harflerin yanında: Nisan,1956/ Sakızağacı Sokak. “Bekir de ben de dükkân köşelerinde kalıyorduk. On altı yaşındayken, Tarlabaşı’nda diş hekimi Louis Karakaşlı’nın muayenehanesinin bir odasını tuttum. Bekir ile birlikte oraya taşındık. Oda toplam dört metrekareydi. Divan aldık, sığmadı. Oda tutmuştuk ama yatacak yerimiz hâlâ yoktu. O kadar ufak bir odaydı ki! Çareyi ağaç alıp, tam ölçüsüne göre ranza yapmakta buldum. Bir masa koyduk ortaya, birkaç çerçeve duvara… Ev gibi olmuştu! Seksen lira kira veriyorduk. Geçinebilmek için daha fazla paraya ihtiyacım vardı. Çok sevmeme rağmen Eftim Usta’nın yanından ayrılmak zorunda kaldım. Dönemin en meşhur cilacılarından, Tanaş Usta’nın dükkânına geçtim. Tanaş Usta, Maison Psalty’den yetişmişti. Maison Psalty benden bir kuşak öncenin en meşhur mobilya mağazası. Atölyesi, Şişhane Yokuşu’ndaydı. Psalty, Macardı. Yanında kırk kişi çalışırdı, hemen hepsi Rum’du. Ben oradan yetişen ustaların yanında çalıştım. İlk ustam Eftim de Psalty’den yetişmiş bir cilacıydı. Psalty, mobilya mağazasıydı ama yanında dekoratör, marangoz, cilacı, mimar da çalışırdı. Hatta öyle bir çalışmak ki, adeta ibadetvâri! Bir yatak odası yedi ayda çıkardı. Psalty İstanbul’dan gittiği zaman yirmi yeni dükkân açıldı. Onun yanında çalışan Rumlar’ın hepsi dükkân açtı: Sofyanos, Arap Yanni, Kumbarapulos, Paydas, Hristo, Trikopis … Ustalarım, Psalty’nin yanında çalışmayı büyük gurur kabul ederlerdi.”

Küçükparmakkapı Lâle Kıraathanesi, sağda oturan Cemal Aydınlık

Psalty’nin İstanbul’dan gidişiyle duvar ölçülerinin hesabını tutan defter kayıplara karışır.

 

https://www.gazeteduvar.com.tr/beyoglu-aksam-yollari-arasindan-makale-1598724