Adana’nın Müzik Tarihi, Şahin Esendemir

Etkinlikten kareler linkte
Doğa’nın, Adana’nın bereketli topraklarına verdiği nimetlerin en güzelidir portakal çiçekleri.. Bu muhteşem çiçeğin kokusu ile bezenmiş, insan ruhunun derinliklerine işleyen güzelliklerin zirve yaptığı bahar mevsimimde yaşıyoruz.
Şimdi bir tespitle Adana ve müzik konusuna giriş yapalım…
“Müzik, dünyanın oluşumundaki ilk ve en önemli sanat olayıdır” diyelim öncelikle..
Net bir tesbitle “müzik, tüm sanatların doğuş noktasıdır!” diye ana çerçeveyi oluşturalım..
Müzik, evrenin oluşumundan itibaren, tüm yaşama renk veren en önemli olgu olmuştur. İnsanlığın başlangıcından, günümüze kadar hiç özelliğini kaybetmemiş, her aşamada daha da büyümüş, gelişmiştir.
Yaşam çizgisinin her ayrı zaman diliminde ayrı renklere, ayrı heyecanlara, ayrı ruh güzelliği ile gelişmiş, büyümüş en eski ve en eskimeyen tek sanat dalı olmuştur müzik..
Müzik, daha insanlık oluşmadan başlamıştır.. Müzik, rüzgarla yol bulmuş, fırtınalarla hareket kazanmış, yağmurlarla tınıları keşfetmiştir..
Çok daha anlamlı bir örnekle özetlemek gerekirse: Adem’in Havva’ya yasak meyve elmayı verirken bile, gök gürültülerinden namelerle, cennete giden yolun önünü açan da müzik olmuştur..
Kısacası, var oluştan bu yana, hep var olan en özel sanattır, müzik..
Unutmayalım, yok oluşumuzun görüntüsüne de yine müzik eşlik edecektir.
Bu yadsınamayacak bir gerçektir; bunu aklımızdan çıkarmayalım!..
Bu gerçekle doğmuştur insanoğlu; Bu gerçekle büyümüş, bu gerçekle yaşam döngüsünü gerçekleştirmiş ve bu gerçekle toprağın altındaki yerini almıştır..
Dün böyleydi, bugün böyle; yarın da böyle olacaktır..
***
Müziksiz bir insan, müziksiz bir medeniyet, müziksiz bir yaşam olamayacağı gerçeğini baz alarak, Adana’nın müzikli yolculuğunda neleri yaşadığını birlikte irdeleyeceğiz..
Adana’nın yaşam tarihine dokunabilmek ve bu bereketli topraklardaki müzik yolculuğuna çıkmak için bir uçan halıya binmeye veya zaman yolculuğu yapmaya gerek yok..
Yine yaratılmış insanın en önemli özelliklerinden biri olan; hayal etme ve yaşam gereksinimlerini bir araya getirmemiz yetecek. Tanrının bize sunduğu “yorum yapabilme yeteneğini” çalıştırdığımızda çok ilginç ve eğlenceli bir müzik yolculuğuna çıkmış olacağız..
Haydi, en kolayından başlayalım, bize ulaşabilmeyi başarmış tarihi hikayeleri, dilden dile dolaşarak olgunlaşmış masalları zihnimizde bir gerçekçi noktada birleştirerek “Adana ve Müzik” konumuza giriş yapalım..
***
Portakal Çiçeği Karnavalı’nın sanat platformu tarafından olgunlaştırılmaya çalışılan bu anlamlı etkinlikte, bana “Adana’nın müzik tarihi” ile ilgili bir konuşma görevi bana düştüğünde “şaşırmadım” desem yanlış olmaz..
Tarihçi değildim, tarihsel konularda sadece merakımı gidermeye, kendim için, kendi hafızam için öğrenmeye gayret gösteriyordum..
Tarihsel her konuda, merak ve ilgi ile araştırdım, sordum; hep öğrenmek için çaba gösterdim..
Yaşına, eğitimine, dünya görüşüne saygı duyarak, birlikte konuşabilme olanağını bulduğum herkesle, dilimin döndüğünce sordum, bilgi aldım, görüşlerini paylaştım..
Aslında tarihte yaşanmış gerçekleri bulmaya, gün ışığına çıkarmaya, üzeri tozla kaplanmış hikayelere can vermeye çalıştım.. Araştırmacı gazetecilik anlayışının en birincil özellilğiydi bu, hep bunu kendime prensip edindim.
***
“Adana’nın Müzik Tarihi” ile ilgili bilgilerin geniş perspektifi de bu sözlerimin haklılığını ortaya koyacak.
Adana’nın müzik tarihi ile ilgili edindiğim bilgilerimi, duyuntularımı, varsayımlarımı günümüze gelmiş tarihsel bulgularla birleştirip, konuya ilgi duyan gönüllü dostlarla birlikte bir çıkar yol bulmaya çalıştım..
Ne kadar kolay olurdu, Adana ve Müzik konusunda elimizde daha önceden yazılmış, tarihsel bulguları yansıtan bir doküman, küçücük bir belge, bir tablet, bir anıt, bir duvar resmi, bir tek kanıt, bir tek belge olsaydı.. Ne yazık ki yok.. Yoklardan neler çıkaracağız?
Bunu da bizi takip eden toplum takdir edecek..
***
Evet, Portakal Çiçeği kokusu ile ruhuna renk kazandırmış, gönlü zengin, sarı sıcak kentin insanları.. Kendinizi bu kokuya sahip olduğunuz için, şanslı veya zenginmiş gibi hissetmeyin.. Bir şeye sahip olmak, zengin olmakla örtüşmüyor..
Adana olarak, Adanalı olarak birçok konuda zengin olduğumuz kadar; bazı konularda çok fakir kaldığımızı söylemem gerek öncelikle;
Ne yazık değil mi? İnanmayacaksınız belki;
Dünya’nın birçok önemli ve geçmişi olan şehirlerin bir “kent hafızası” olduğunu biliyordum.. “Kent Hafızası”nın şehirlerin kimliği açısından, geçmiş ile geleceği birleştiren önemli bir hazine olduğuna inanıyordum.
Asya ve Avrupa arasında, çok stratejik ve jeopolitik bir konumda yer almasına rağmen, Adana’da bugüne kadar bir “Şehir hafızası” oluşmamış, oluşturulamamış!..
Bu acı gerçeği üzülerek dile getiriyor ve diyorum ki;
“Bu güzel memlekette, zenginliklerin üzerinde oturup kalmışız, sadece kalmışız; yarınlara bir miras bırakmayı düşünmeden.. Tarih boyu böyle gelmiş, bizler de öyle de gidiyoruz..”
Bugün bu acı gerçeğin nedenlerini araştırmakla zaman harcamaya gerek yok.. Bundan sonrası için önerilerimiz ve yarınlara işaretlerimiz olacak sadece..
***
“Adana’nın Müzik Tarihi’ni incelemeye başlarken,kapıyı önce jeopolitik açıdan açmak gerekiyor..
Yaşamın olduğu her yerde müzik olgusunun varlığını kabul etmemize rağmen, müziğin ruhla birleşmesi ve sanata dönüşmesi konusunda insanoğlunun varlığının en mutlak gereklilik olduğunu görürüz..
İnsanların büyümesi, gelişmesi, bulundukları ortamlarda yaşam mücadelesi vermesi ve sonra daha büyüme ve çoğalma arzuları “medeniyet olgusunun gerçeğini” ortaya koyar..
Yaradılıştan bu yana böyle geçmiştir bu tarihsel yolculuk..
İnsanoğlu, doğarken müzikle doğmuş, kendilerini doğuranların ninnileri ile ezgileri ile büyümüş..
Müzikle yoğrulmuş, müzikle yön bulmuş, müzikle ruhunu zenginleştirmiş, müzikle güçlenmiş, müzik en büyük yaşam kültürü olmuş..
Yaşamak için mücadele etmişler, daha iyi yaşamak için birlikte hareket etmeyi öğrenmişler, çok daha iyi koşulları istedikleri için tarımı, ticareti, alışverişin ne kadar gerekli olduğunu fark etmişler.
Ama bir doğa kanunu onlara yön vermiş; daha farklı yerleri görmek, o gördükleri yerlere sahip olmaya çalışmışlar..
Önce savaşmışlar.. Savaştan yorulunca anlaşmışlar, paylaşmışlar..
Ticareti öğrenmişler, insanca ilişkilerde savaşmaktan çok daha uygun koşulları keşfetmişler..
Üretmişler, bunları satabilmek, takas edebilmek için yakınlarda, sonra uzaklarda pazar aramışlar.
Hiçbir zaman vazgeçmedikleri tek olgu da “müzik” olmuş..
İyi günde de “müzik”, kötü günde bile “müzik!”
***
Ve konumuz olan Adana.. İnsanoğlunun oluşumundan günümüze kadar on binlerce yıllık geçmişinde, yaşamın önemli geçiş noktası olan Adana..
Kültür merkezi, ticaret merkezi olmuş Adana.
Tarih boyunca daima..
Adana gibi bir stratejik şehir, coğrafi olarak önemli bir geçiş noktasında yer almışsa; onu bu noktada geliştirip büyütecek faktörler de olacaktı kaçınılmaz olarak..
Kültür varsa, ticaret varsa, daha uzağa gitmeye gerek yoktu zaten..
İnsan varsa, müzik de olacaktı!..
Bu kaçınılmaz gerçek, Adana için, geleneksel sihirli toprak kültürünün doğuşundan günümüze kadar hep var olmuştur. Hep de var olacaktır..
Adana’nın Müzik Tarihi’ni incelerken, bu varsayımlar ve gerçek olduğuna inanmak istediğimiz olasılıklardan yola çıktım..
Adana’nın milattan önceki zaman diliminde, asırlarca bir alışveriş merkezi konumunda yer aldığını öğrendim öncelikle.. Daha sonra büyük kervanların geçiş noktası özelliğine kavuştuğunu, daha bilinen zamanlarda ise kıtalar arasındaki en önemli bir ticari merkez olduğu bilgilerine erişebildim..
***
Günümüze kadar gelen, “İpek Yolu”nun Güney Anadolu coğrafyasındaki en önemli geçiş noktası özelliği de var Adana’nın..
Adana’yı anlatırken, bilmemiz gereken birçok önemli ayrıntı Evliya Çelebi’nin Seyahatnamelerinde çok net bir biçimde ortaya konulmuş..
Buradaki yaşam tarzı, doğa ve toprak özellikleri ve hatta insan yapısına kadar değişik bilgilere yer verilmiş..
Her farklı ırktan insanın, ticaret amacı ile bir araya geldiği bu merkezde, binlerce yıl öncesinde günün koşullarına göre dinlenme merkezleri oluşturulmuş..
Dinlenme yeri olur da, eğlence olmaz mı?
Adana tam da bu özelliklere sahip bir yerleşim noktası olunca, her ayrı ırkın insanlarına göre farklı kültürleri birbirine barındıran cazibe merkezleri oluşmuş önce..
Eğlence alanları, dinlenme mekanları olur da, müzik olmaz mı?
***
Adana’nın tarihi geçmişini, kültürel temellerini ve müzikle olan bağının nasıl oluştuğunu incelediğimizde Anadolu’nun kendine özgü kültürünün temel taşını oluşturan Luvi’leri, yani “ışık insanları”nı görürüz ilk başlangıçta..
O ışık insanları, yani A-Luviler bir anlamda Doğu Akdeniz’de muhteşem bir medeniyetin varlığını ortaya koymuşlar uzak tarih öncesi!..
Dünya görüşü açısından inanılmaz bir hoşgörü, barış ve işbirliği anlayışının hakim olduğu Luvi medeniyeti ile ilgili çok net belgeler yok.. Ama var olanlar bile hayranlık uyandıran bir neslin, on binlerce yıl önce bu topraklarda hayat bulduğunu var sayıyor..
Anadolu kültürünün mayasını oluşturan bu medeniyetin büyük bir bir doğal afet sonrası tamamen yok olma noktasına geldiğini öğreniyoruz..
Günümüze ulaşan bilgilere göre, 12 bin yıl önce oluşan büyük bir afet Doğu Akdenizdeki bu geniş bölgeyi yerle bir ediyor.. Topraklarının büyük bölümü deniz altına gömülen, yaşam alanları yerle bir olan, Luvi’lerin bir bölümü daha az hasarlı, yaşanabilir yerlere taşınıyor.. Hayatta kalmayın başaranlar da o zamanın şartlarına göre yapabildikleri deniz araçları ile dünyanın dört bir yanına dağılıyor..
Adana o zamanlar Luvilerin küçük bir yerleşim noktası durumunda.. Adana’da da deprem ve doğal afetler nedeniyle büyük hasarlar oluşuyor, Ancak afetten kaçanları misafir edecek bir yürekleri, bir kültürleri var.. Yani bir anlamda “Adanalılık ruhunun geçmişi” de o yıllara dayanıyor.
Günümüze kadar gelebilen çok farklı tesbitler var Adana’daki ilk yaşamla ilgili..
Ancak; bana en mantıklı ve yaşadığımız dünyaya en çok örtüşen medeniyetin A-Luvi’ler olduğunu işaret ediyor.
“Luvi, yani Işık İnsanları medeniyetinin müzik ve kültüre dayalı yapısı, günümüze kadar süregelen Adana’ya özgü kültür ve sanat özelliklerini yansıtıyor” diye bir tesbit yapabiliyorum..
Aslında, “Adana’nın müzik tarihi”ni ortaya koyarken, öncelikle “Luvi kültürü ve o medeniyetten günümüze kadar süregelen sevgi, dostluk ve barış anlayışını da ön planda tutmak gerekliğini dile getirebiliyorum.
***
Luvi’lerden sonra Çukurova bölgesinde hükümranlığını sürdüren; Kizzuvatna Krallığı, Hitit Krallığı, Kue Krallığı, Asur Krallığı, Syennesis Krallığı, Pers İmparatorluğu, Hele, Selevkos Krallığı dönemlerini yaşamış bu coğrafya insanları..
Adana farklı medeniyetler arasında bir buluşma, bir geçiş noktası özelliğini korumuş, aynı zamanda çok değişik kültürlere de ev sahipliği yapmış bir şehir olarak dikkat çekmiş tarih boyu..
Her yeni işgalci medeniyet, kendi müziğini, kendi kültürünü bu şehre monte etmeye çalışsa da Adana’da hakim olan Luvi alışkanlığı ve şehrin iliklerine kadar işlemiş müzik ve yaşam kültürünün önüne geçememiş.. Adana’nın alışagelmiş müzik kültürünün tam odak noktasında hep sarı sıcak kentin ruhuna isyan eden romantizm yapısı Luvi kültürü hakim kalmış.
İşgalciler, kendi kültürlerini dayatmakta ne kadar ısrar ederlerse etsin, “Irmak kenarının insanları” Adana’nın müzik ve kültürel yaşamının değişmesine izin vermemişler.. Değiştirmeye gelenler değiştirememiş, bir zaman sonra buradaki müziğin ahengine, buradaki kültürün sihirine kendilerini kaptırmışlar.
***
Adana’nın müzik geçmişini değiştirmek için çaba harcayanların en önemlisi de Roma İmparatoru Hadrianus olmuş. Taşköprü’yü yaptıran bu imparator, Adana’da kaldığı zamanlarda, nehir yataklarına farkı yönler vermiş, şehri kendi kültürleri çerçevesinde değiştirmeye çalışmış..
Seyhan Nehri kenarında yeni yerleşim yerleri, yeni eğlence mekanları oluşturan Hadrianus bile Adana’da Luvi’lerden bu yana süregelen müzik anlayışını ve yaşam kültürünü değiştirememiş.
Ancak birçok ayrı noktadaki antropolojik ve sosyolojik bulguları yanyana getirdiğimizde, tarihi kalıntılardan yansıyan eserleri incelediğimizde; Luvi’lerin yanısıra farklı bilgilere de ulaşıyoruz.
Adana’daki müzik geçmişinin çok eskilere dayandığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz.
Her medeniyetin, bu bereketli topraklarda kendine özgü ancak bir birine benzeyen müzik türleri geliştirdiğini görüyoruz.
Önceleri ilkel de olsa telli sazlar ve üflemeli çalgıları kullanan müzisyenlere ayrı bir değer verdiklerini son yıllarda ortaya çıkarılan kazılardaki tabletler ve geçmişi yansıtan rivayetlerden öğreniyoruz.
***
Roma İmparatorluğu’ndan sonra Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Ramazanoğlu Beyliği ve Osmanlı İmparatorluğu, Adana’nın tarihi geçmişinde şehrin kültüründe önemli rol oynamış medeniyetler olarak dikkati çekiyor..
Orta Çağ yıllarında da Adana, eski önemini ve özelliklerini korumaya devam ediyor..
Luvi’lerin kültür yapısının sağlam dayanakları ve insancıl özellikleri, “Değişmeye gelenlerin değiştiği” bir sihirli kent konumuna getiriyor Adana’yı..
Bu ayrıcalıklı durum İpek Yolu’nun bu bölgeden ve özellikle bu şehirden geçmesiyle daha da artıyor. İpek yolu Adana için hem önemli bir avantaj noktası olurken, hem de sürekli olarak tehdit altında kalan, birçok medeniyetin ele geçirmek hevesinde olduğu bir şehir yapısı özelliğini de ortaya çıkarıyor..
(395-638) Doğu Roma İmparatorluğu devri ve (1071-1097) Selçuklular Devri sürerken bile çeşitli uygarlıklar Adana’nın merkezi olduğu Kilikya bölgesine egemen olmak için çok kanlı savaşlar yapıyorlar..
Adana’nın bu jeopolitik yapısı ve özellikleri, şehre hükmedenleri değiştirse de müzik tarzını değiştirmek yerine zenginleştiriyor..
Her yeni gelen medeniyet, değiştirmek istediği bu sihirli kentin müzik kültürüne kısa zamanda adapte olmak zorunda kalıyor..
***
Adana’nın sosyal ve kültürel alandaki en dikkati çeken değişimler 12. Yüzyıl ve sonrasında gerçekleşiyor.. 1132 yılında Kilikya Ermeni Krallığı tarafından ele geçirilen Adana’ya 1137’de bölgeye Bizans kuvvetlerince el konulduğunu öğreniyoruz.
Ermeniler 1170 dolaylarında şehri yeniden hakimiyetleri altına alıyorlar. İngiliz ve Fransız misyonerlerden güç alarak, yepyeni bir kültür yapısı ve müzik anlayışını yerleştirme yarışına girişiyorlar..
Ancak, 1268’de Adana ve çevresinde, şehrin büyük bir bölümünü yıkan çok şiddetli bir depremin meydana geldiği tarihi belgelere yansıyor.. Deprem şehri adeta yerle bir ediyor.. Büyük bir yıkım oluşuyor..
Deprem sonrasında, özellikle Avrupa ile Kudüs arasındaki en kritik geçiş noktası konumundaki Adana bu deprem sonrası yeniden inşa ediliyor.
Deprem sonrası Adana’nın antropolojik ve sosyolojik yapısı şehirliler ve köylüler olarak iki farklı şekilde ayrışıyor.. Bu yapı Adana ve çevresinde yaşam kültürü ve müzik anlayışına da farklı boyutlar kazandırıyor.
1359’a kadar Kilikya Ermeni Krallığı’nın bir bölümü olarak kalan Adana’nın 14. Yüzyılla birlikte yapılan barış antlaşması sonucu III. Konstantin tarafıdan Mısır’daki Memlük Sultanlığı’na devredildiği tarihi belgelere yansıyor..
***
Memlüklülerin şehre hakim olması ile beraber birçok Türk ailesinin Adana’ya yerleşmesinin kapısı aralanıyor.. Selçuklular tarafından Antep ile Urfa arasındaki bölgeden Kozanoğulları başta olmak üzere birkaç göçer ailesi getiriliyor önce.. Şehrin kuzeyine yerleştirilen Türkmen ailelerinden Kozanoğlu’lardan sonra Memlükler tarafından getirilen Ramazanoğulları, Ermenilere karşı güç kazanabilmeye çalışıyor.
Dönemin islam ülkelerinden göçmen yerleşimciler getirmeye başlayan Ramazanoğulları, önce Arap asıllı tarım işçileri, sonra Girit ve Makedonya’dan getirilen Müslüman göçmenlerle, şehrin surlarının dışında çepeçevre yeni kültür ve medeniyet bölgeleri oluşturuyorlar.
Osmanlıların Çukurova’yı ele geçirene kadar Adana’da hüküm süren Türk ailelerinden en büyüğü olan Ramazanoğulları, hem kültürel, hem dinsel yönden aynı karakter taşıyan yeni göçmenlerle güçleniyor..
Adana’nın şehir merkezinde yerleşmiş bulunan Ermeniler, Yahudiler, İngiliz ve Fransız misyonerler ile kurulan iyi ilişkiler, Osmanlı döneminde Çukurova ve çevresinde Ramazanoğlu ailesini bir beylik haline dönüştürüyor..
Adana ve çevresi değişik bölgelerden gelen yerleşimcilerin kültürleri ile daha da hareket kazanıyor.. Yeni kültürler, yeni müzik ve yaşam anlayışları Adana’nın sosyolojik yapısına ayrı bir zenginlik daha kazandırıyor..
ADANA MÜZİĞİNİN PARLAK DÖNEMLERİ
Adana’nın müzik geçmişindeki en parlak dönemler tam da bu yıllarda yaşanıyor.. Surlarla etrafı çepeçevre kuşatılmış Adana’nın merkezinde Avrupa ve Batı gelenekleri ile sürdürülen bir müzik ortamı ile şehrin kırsalındaki Türk ve İslam yerleşimcilerin benimsediği sazları ve tarzları farklı iki ayrı müzik tarzı gelişiyor..
Şehir merkezinde kiliseler odaklı 4 farklı dini müzik tarzı ile buluşuyor Adana..
Tepebağ’daki Bebekli Kilise’de Katolik asıllı hıristiyanlar ile Taşköprü’nün batı ayağı yakınlarındaki Protestan asıllıların kilisesine, şimdiki Kapalıçarşı civarında Yahudilerin Havrasına, Irmak kenarı diye adlandırılan, islam kesimi tarafından “melekgirmez” olarak nitelendirilen bölgede sazlı-sözlü eğlence yerleri Adana’yı Ortadoğu’ya açılan kapıdaki en renkli konaklama merkezlerinden birine dönüştürüyor..
Her bir merkezde, ayrı ayrı kültürlere ait, ancak geleneksel Adana ve A-Luvi kültür kalıntıları ile süslü eserler bu barış ortamlarında oluşuyor.
Tepebağ’ın bazı bölgelerinde çeşitli kazılarda bulunan yeraltı dehlizlerinin iki ayrı kiliseye ve Yahudi havrasına çıkması, daha güvenli müzik ve eğlence için açıldığı söylentilerine güç kazandırıyor..
Aynı dönemlerde, Ramazanoğlu Beyliği ve Kozanoğlu Beyliği tarafından özellikle dağlık yörelerde oluşturulan yerleşimlerde günün koşullarına ayak uyduran, aşıklar, türküler, ağıtlar, bozlaklar, uzun havalar hem o çağın, hem de dönemin kültürel yapısının aynası oluyor..
Bir de bunlara her yörenin halk ozanları karışınca, Adana’nın dört bir yanı kültür ve müzik zenginliği ile dolu uzun yıllara ev sahipliği yapıyor.
***
Osmanlı döneminde başlayan ve göçebe Türkmen boylarının yerleşik düzeye geçirilmesi ile ilgili devlet politikaları, özellikle Çukurova’da ünü dünyanın dört bir yanını sarınca da, halk ozanlarının çıkmasının önünü açıyor..
Nihayet, 17. Yüzyıl’da yaşadığı ifade edilen Karacaoğlan, Feke civarındaki köyünden çıkıp, Çukurova’nın doağlık yörelerinin yanık ve isyankar sesi oluyor. 18. Yüzyılda ise Adana’nın kuzeyinde Karsantı diye bilinen yöreye yerleştirilmek istenen Türkmen obalarının feryadı olarak günümüze kadar gelen Dadaloğlu’nun adı duyuluyor.
“Ferman padişahın, dağlar bizimdir” diyen Dadaloğlu, bir anlamda düzene isyan eden kültürün müzikle birleşen en büyük kahramanı olarak tarihte yerini alıyor.
***
Osmanlı’nın son yüzyıllık dönemi, Anadolu’nun en bakir ve bereketli toprakları olarak nitelendirilen Çukurova ve özellikle Adana’ya dikkatlerin daha çok çekilmesini sağlıyor..
Osmanlı borçları nedeniyle oluşturulan kapitülasyonların ağırlık noktası konumuna gelen Adana, özellikle İngiliz, Fransız ve İtalyan bankerlerinin, “en kolay tahsilat” yapılan bölgesi konumuna geliyor. 1800’lü yılların sonuna doğru Adana’da hem tarımsal alanda yeni araziler elde etmek, hem de alacaklarını tahsil etmek için bölgeye gelen Fransızlar, 1. Dünya Savaşı sonrasında yapılan anlaşmalar gereği şehri bu kez işgal ediyor..
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı esnasında gösterdiği diplomatik başarı sonucu yapılan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması ile Fransa, Adana ve çevresinden çekilmek zorunda kalıyor.
Fransızlarla işbirliği yapan onları Türklere karşı kışkırtan Ermeni yerleşimciler de mecburen, topraklarını bırakıp kaçıyor.
5 Ocak 1922’de Adana sadece yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin “Kurtuluş mücadelesini başarmış” özel bir şehri olmakla kalmıyor; sosyal ve jeopolitik açıdan da çehresi değişen önemli şehirlerinden biri konumuna geliyor.
***
Cumhuriyet ile birlikte Adana ve çevresinde kültürel yenilikler, “özüne dönme” diye nitelendirilen yabancı akımlardan arındırılmış bir şemsiye altında gerçekleşiyor.
Özellikle Ermeni ve Yahudilerin şehri terk etmesi ile kilise müziği ve onun etrafında kümelenmiş müzisyenler de tarzlarını değiştiriyor.
Şehir merkezinde alaturka dinsel müziklerin yerini sanat müziği adı altında, elit tabakanın ilgilendiği makam ve usul yönünden zengin bir şekle dönüştürüyor.. Yani bir anlamda, “Alafranga müzik” gidiyor, yerine “Alaturka müzik” yerleşiyor.
Müzik otoriteleri, Cumhuriyet sonrası yüzyılda, şehir merkezlerinden uzak, halkın içindeki duyguları yansıtan türkülerle bezenmiş müzik tarzına “Türk Halk Müziği”, Alaturka tarzı nota, makam ve usullerle terbiye edilmiş müzik tarzına da “Türk Sanat Müziği” adını veriyor..
Klasik batı müziği ile ilgili tarz konusunda daha profesyonel eğitim merkezleri, konservatuvarlar kurularak, “klasik” tarz müzik daha ehil ellere bırakılıyor.
Bu arada 2. Dünya Savaşı sonrasında “savaşa karşı tepki” olarak ortaya çıkan “hafif batı müziği” yeni yüzyılda Adana’da kendine yer bulmaya başlıyor..
1960’lı yıllara kadar Halkevi ve Musiki Meşkhanelerinde ayrı ayrı kendilerine yer bulmaya çalışan Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği tarzındaki çalışmalar, Adana Radyoevi’nin ağırlığı altında 1968’e kadar sürdürülüyor.
Aynı dönemde pop tarzı batı müziği dalında Adanalı gençlerin önemli girişimleri dikkati çekiyor. İncirlik Hava Üssü’nün ne kadar etkili olduğu konusunda bir tesbit yapmamız yanlış anlaşılabilir.
Ancak o dönemlerde “Mavi Gölgeler” başta olmak üzere ünlü birkaç orkestranın bu şehirde kurulduğunu batı müziği dalında birçok müzisyenin bu topraklardan çıktığını vurgulamamız gerekiyor.
Adana Radyosu’nun Mersin’e taşınması ile Adana’nın müzik alanında elde ettiği bu avantaj kayboluyor.. Adana 1970’li yıllarla Türk Halk Müziği ile Arabesk müzik akımının arasında gidip gelen bir folklorik müziğin etkisi altında kalıyor.
Türk Sanat Müziği tarzındaki gelişmelerin Adana’daki yansımalarında her ne kadar Arabesk tarz müzik salgınının etkileri olsa da, 2000’li yıllarla birlikte daha geniş kitlelerin cazibe alanına giren bu tarzda da ünlü sanatçılar ve sempatizanların oluşmasının önü aralanıyor.
Son 60 yıllık geçmişimizde Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dalında sanat yelpazesine imzasını koyan müzik insanlarımızı, saz ve söz üstadlarımızı ayrı bir çerçevede değerlendirmek gerek..
Özellikle de son 20 yıllık dönemde, sanatseverlik konusunda, belki de dünyada başka bir ülkeye başka bir şehre nasip olmayacak musiki çalışmalarını izliyor, bunlara destek olan yerel yönetimlerin gayretine tanık oluyoruz.. Yaşadığımız şu zamanda Adana gibi bir kentte, 50’yi aşkın koro ve müzik gurubunun çalışma yapması başka kentlerdeki musikiseverler açısından kıskanılacak bir durum olarak dikati çekiyor.
Ama asıl dikkatimizden kaçmaması gereken nokta, çoğunluğunu kadın sanatseverlerin oluşturduğu musiki korolarımızın bir federasyon çatısı altında disipline edilmiş olması, birlik, beraberlik ve dayanışma ruhunu geleneksel Adana kültürü ile özümsemeleri..
Geçmişi ve geleceği bir araya getirip, hafızalarımızı ve bu konudaki çalışmaları değerlendirebilirsek, bu güzel kentteki musiki çalışmalarından destek alarak “Adana’nın Müzik Tarihi” konusundaki çalışmalara ilk adımı atmış olacağız.. Yerel yönetimlerimizin hem sosyal, hem sanatsal açıdan büyük kitlelere ulaşan “Adana’daki müzik patlaması”na duyarsız kalmadıklarını görüyor, takdirle karşılıyoruz.
***
Adana’nın Müzik tarihi ile ilgili çalışmamıza yön verebilecek değerli bir katkı, bu toprakların gururu bir sanatçımızdan daha bugün geldi.
Müzik dehamız, gururumuz, “Akdeniz Akşamları” şarkısı ile kariyerinde zirve yapan, besteci-söz yazarı Serhan Kelleözü, yarınlarda oluşabilecek Adana Müzik Envanterine katkı sağlayabilecek şu bilgileri paylaştı:
“Çukurova’daki müzik zenginliği, Selefkoslar, Ermeni Krallığı, Türkmenler (Karacaoğlan, Dadaloğlu), Antakya Krallığı, Haçlılar, Rumlar, Muhacirler, Kürtler, Araplar ve benzeri birçok kültürün, kavmin sentezi ile oluşmuştur.Ayrıca Romalılardan kaçıp bu bölgede gizlenen Hristiyanların da müzik kültürüne önemli katkısı vardır.
Bizim dönemimizde de bu konuda çok kıymetli çalışmalarımız olmuştur. Edindiğim bilgiler, Yaşar Kemal ustanın verdiği ödev sonucu, 10 yılda bitirebildiğim benim baş yapıtım olan “Çukurova/Akdeniz Destanı” adlı senfonik eserimi bitirmeme kaynak oldu.
Adana ve Müzik konusuna vereceğim en önemli katkı bir tesbit olacaktır:
Adana ve çevresindeki müzik anlayışındaki eserler, majör ve minör tonlarının birarada olması ile oluşur. Yani hayatı tüm hatları ile, bütün boyutları ile 360 derecelik bir perspektifle anlatır.
Oysa Anatolian müzikte müzikte eserler, genelde sadece minör tonlarla değerlendirilmiştir.
Sözün kısası, tarih öncesi çağlardan bu yana oluşmuş geleneksel müzik kültürü, son birkaç yüzyılda, islam anlayışının katkısı ile de kaynaşan Arap kültürünün etkisi ile dev bir senteze dönüşmüştür. Bu yarınlara miras bırakacağımız muhteşem kültür, ne yazık ki günümüzde dejenere edilmekte ve bu hazineye sahip çıkılmamaktadır.”
“Adana ve Müzik” konulu söyleşinin bu bölümünü şu sözlerle tamamlamak uygun olacak diye inanıyorum:
Adana’da asırlar boyu üziğin özü değil, tarzı değişmiş ama Luvilerden gelen insan yüreğine işleyen gelenek hiçbir zaman bu topraklardan eksik olmamış..
Anadolu kültürünün mayası Işık Kavmi’nin insanları, Luvi’lerin aydınlattığı bu topraklar, bu geleneksel kültürü dün yaşatmış, bugün o kültürle içiçe yaşıyoruz, yarınlar daha da geliştirerek yaşayacak..
Tarzlar, sözler değişse de A Luvi geleneği Anadolu ve Adana kültürünün mayası olarak sonsuza kadar hep gönüllerde kalacak.