Bundan yıllar önce, İngiltere güneybatısında, Exeter’de,
Mesleki toplantım sonrası, mihmandarla şehri geziyorum,
Şehrin içi ve etrafındaki kırsal alan muhteşem, tablo gibi,
Yaşlı, bilge İngiliz anlatıyor, ama bilerek anlatıyor, diyor ki;
Buralarda bir zamanlar, doğayı terbiye işini öyle bir abarttık,
Taşı, toprağı, ağacı ayırıp, bölüp, hizalayıp, budamaya,
Herşeye öyle geometrik şekil ve ölçü vermeye başladık ki,
Sonra bülbüller gelmez, tavşanlar tilkiler görünmez oldu.
Rüzgar bile yaprak dökmez, dökülen yaprak kalmaz oldu.
Anladık ki, doğa özgürlüğünü ölçen ve sınırlayanı sevmiyor.
Bıraktık, kuşlar geri geldi, böcekler sardı, çamura kavuştuk.
Geometrik şekilcilik sınırlaması ile oluşan ‘’bilincim’’ ile,
Sınırsız doğanın özgürlüğüne vakıf ‘’ içgüdüm’ arasındaki,
İlk çatışma o gün başladı, kırklı yaşların ortalarındaydım.
O gün çok ilginç bir gerçeği farkettirdi yaşlı İngiliz bana;
Geometrik şekilcilik ve kalıplar tüm yaşama hakimdi sahiden.
Kare, üçgen, daire ve dikdörtgen şekilliydi heryer.
Kaldırımlarımız, parklar, binalar kalemle çizilmişti hep,
Eğriliği güvenilmez, zikzağı tutarsız buluyordu aklımız.
Ne o öyle biri uzun biri kısa, şekilsiz olmuş bu canım!!
Kıyafetlerimiz ütülü, pantolon çizgisi jilet, mont kalıp,
Düğmeler eşit aralıklı, cepler aynı hizada, üni form.
Ne o öyle buruşukluk, uymuş mu o çizgiler şimdi!
Şekilciliğimiz geometrik ama ruh hep yamuktu.
∞Ω∞
Hangimiz farklı, güzellik anlayışımız geometrik simetri,
Hastası olmuşuz açı ortayın, hizanın, orantılı düzenin.
O koltuk biraz kaymış mı ne? Tablo eğri, düzelt kızım!
Kare oda ve sehpa, merkez vazo, kenar ortaya berjer,
Dörtgen halı, üçgen ayna, yuvarlak masa, altıgen örtü,
Ne o dağınıklık öyle, tıkıştırılmış yığılmış bunlar, ayıp ya!
Benzerlik, orantı, paralellik, denklik hayatımızın anlamı.
Fiziksel, düşünsel, davranışsal herşeyimiz denklemlenmiş,
Yusyuvarlak pasta, eşit dilim, kare ekmek, üçgen peynir.
Ne o öyle girinti çıkıntı, olmuş mu o şekilsiz çörek!
Dikdörtgenler prizması bina, dikdörtgen kapı, kare cam,
Köşe başı, merkez, paralel, eşit aralık, tam orta nokta,
Algımızı sınırlayan kartezyen koordinatlarla bezeli yaşamımız,
Şekle yangınız, üç boyutun üçü de dünya ahret bacımız…
∞Ω∞
Doğa , o güzel tabiat, biz şekillendirmezsek çok özgün,
Onun kutsal mimarisindeki ritmik içiçe denge değişken,
Örümcek ağına, bal peteğine, ağaçların gövdesine bakın,
Bulutlar mı bir hizalı, kıyılar mı cetvelle çizilmiş?
Ufuk çizgisi dediğin, dümdüz dediğin bir yanılsama,
İnişli çıkışlı, eğri büyrü, girintili çıkıntılı, içiçe herşey,
Doğada düzgün kaldırım yok, yok eşit aralıklı merdiven,
Taşlar irili ufaklı, ağaçlar gelişigüzel, dalgalar mutedil,
Yıllardır ameliyat yaparım insanın içi karmakarışık,
DNA, epitel doku, saç teli, kemiğin dağınık dengesi
İçinde tüm yaradılışı barındıran Metatron çiçeği gibi.
Biz ise, ha babam gayret, şekillendirmek için yırtın.
Dikey dikdörtgenle zenginliği, yatayla dengeyi anlayıp,
Karede sonsuz eşitlik hissedecek kadar şekilci algımız.
Üçgenin iç açılarının sabitliğine, dik açıya güvenip,
Ve bir dairenin durağanlığıyla sınırladırıldık ömür boyu.
Beşgen, altıgen, küp, silindir, prizmalarla kalıplaştı düşünce,
Sıçrayan çamuru, dikenliyi, çalıyı, tozu, pürtüğü dışladık.
Yamuk dedik, eğri dedik, ölçüsüz dedik sevmediğimize,
Geometrik algımız, ölçüden şekilcilik bitiriyor bizi…
∞Ω∞
Köşeli, hizalı, taş döşeli kaldırımın üstü güzelleşsin diye,
Dökülmüş rengarenk hazan yapraklarını süpürüyoruz.
Yükselen dikdörtgen prizması gökdelenin gücüne aşık,
Küpün yalancı güvenine, prizma bir hiyerarşiye teslimiz.
Geometrinin şeklini verdiğimiz her insan yapısı edevatla,
Yapıyla, kalıpla, ölçüyle aradığımız altın oran peşinde,
Fasit daireler içinde sınırlandırıyoruz yaşamlarımızı.
Exeter’deki hayvanlar, geometrik kalıpları reddetmiş,
Doğa, düzensizliğin düzenine dönünce, geri dönmüşler.
Biz ise düşünce ve zihnimizi dolduran şekilciliğin esaretinde,
Bedenimizi ve yaşam alanlarımızı geometrik kalıplasakta,
Ruhu, o üçgene, dörtgene, çembere sığdıramadığımızdan,
Ya biz hayatı, ya hayat bizi yamultuyor.